Bazı konular insanın peşini bırakmıyor; yakın zamanda İletişim Yayınlarınca yeniden yayımlanan Marie France Hirigoyen’in “Manevi Taciz Gündelik Hayatta Sapkın Şiddet” kitabını görünce kitabın ilk baskısını (Güncel Yayıncılık, 2000) acı ve aydınlanma hissi ile okuduğum 2006 yılının o zorlu günlerine geri döndüm. Bu önemli kitap uzun süredir bulunamıyordu. Özgecan’ın uğradığı sapkın erkek şiddeti ile sarsıldığımız bugünlerde yeniden yayınlanması da iyi oldu. Bu nedenle kitabı yeniden basan İletişim Yayınları’na teşekkür ediyor ve uzun zaman önce bu konu ile ilgili yazdığım yazıyı güncelleyerek paylaşmak istiyorum.
Manevi taciz yaygın bir sorun; ülkemizde eşlerinden ayrıldığı için öldürülen kadınların bir çoğunun arkasında sapkın şiddet öyküleri olduğu biliniyor. Bu tür insanlar aramızda yaşıyor ve herhangi bir tedavi görmedikleri gibi bazen kendilerini “tutkulu aşk” yaşıyor gibi gösterip her şeyi bunun için yaptıklarına insanları inandırmaya çalışıyorlar. Bunlar ya kıskanç kocalar ya da başkalarını kullanan çok zeki ve başarılı insanlar olabiliyor. Bu tür şiddete maruz kalan bir çok kadın, yaşadıklarını adlandırmakta güçlük çekerken, öte yandan toplum da bu şekildeki dolaylı şiddete duyarsız kalabiliyor.
Fransız psikiyatrist ve psikanalist Marie-France Hirigoyen, “Manevi Taciz: Gündelik Hayatta Sapkın Şiddet” isimli bu kitabında Fransa’da iki milyondan fazla kadının maruz kaldığı “manevi taciz”i bütün yönleriyle ama esas önemlisi kadınları yargılamadan, onları bütün duyarlılıkları ile yansıtarak anlatıyor. Temel özellikleri patolojik düzeyde narsisizm, aşık olamamak veya aşkı küçümsemek, tembellik, insanları kendi uzantısı nesneler olarak görmek, megalomani, şükran duygusunun olmaması, yaptığı kötülüklerden gerçek anlamda acı ve pişmanlık duymamak, sorumsuzluk, kan emicilik, paranoya, manipülasyon yapmak ve karşısındakileri kendi çıkarı için kullanmak, kadının öteki olmasına yani bütün kişiliğine karşı duyulan kıskançlık olan bu kişiler, genellikle yaşam sevinci dolu, saydamlığı seven, “habislik derecesinde iyimser”, hoşgörülü, belli ölçülerde saf ve iyi insanları (kadınları) başlangıçta en iyi halleri ile görünerek ağlarına düşürüyorlar. Kadınlar çok sonra durumun farkına vardıklarında ise, “gemi limandan ayrılmış”, iş işten geçmiş oluyor ve sonunda “Böyle bir cezayı hak etmek için ne yaptım?” sorusunun burgacında derin acılarıyla baş başa kalıyorlar.
Narsist kişi, denge bozucu ve sinsice hareketler ile “kurbana kendine olan hakimiyetini kaybettiriyor, onu sahipleniyor; kurbanı boyun eğme ve bağımlılık konumunda tutuyor, onda derin bir iz bırakma amacıyla, onu derin bir şekilde etkiliyor”. Bu kişiler bir virüs gibi kurbanın ruhsal aygıtını “infiltre” ediyor ve onların “genlerine yerleşerek” kurbanın kişiliğini bozmaya, yıkmaya ve kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. O kadar ki bir süre sonra kurbanlar narsistlere derin bir empati yaparak (sanki onları zihinlerinde komut veren bir gölge gibi taşıyarak) kendilerini yalnızca onların isteklerini yapar halde buluyorlar. Bunun ötesinde ve daha da acı olanı ise, bazı yazarlar “vekaleten narsisizm” den bahsediyor ve bazı kurbanların daha sonra tanıştıkları yeni sevgililerine benzer şekilde davrandıklarını, yani o eski “narsist sevgili”nin kurbanda yaşamaya devam ettiğini anlatıyor (http://samvak.tripod.com). Bu durumda yeni sevgili ise hem geçmişte hem de şimdiki zamanda olanları anlamaya çalışırken içinden çıkılamaz düşüncelere kapılıp ağır bir zorlanma yaşayabiliyor.
Bazı kurbanlar, narsistin düşüş yaşarken yaşam arkadaşlarının paçalarına tutunarak kendisiyle birlikte diğerini de aşağıya çektiğini ve bunun kurbanda yol açtığı boğulma duygusundan bahsediyorlar. Narsist kişiler kurbanı yok etmek yerine, onu yavaş yavaş uysallaştırma ve “el altında bulundurma” stratejisi izliyorlar. Bu amaçla kurbanda ağır suçluluk duygusu uyandıracak davranışlarda bulunuyorlar; o kadar ki kurbanların çoğu “kendini, hak etmeyen, cezalandırılabilir bir günah keçisi” pozisyonuna getirerek “ezeli ve ebedi kurban haline dönüşüyor”.
Narsistler, doğrudan iletişimi reddederek, dilin biçimini bozarak, yalan söyleyerek, alaya alarak ve aşağılayarak, kurbanın çelişkilerini ve saydamlığını kullanarak, saygınlığının yitirilmesini sağlayarak güçlerini kabul ettiriyor ve kurbanlarını “paralize” ediyorlar. Bu kişiler aynı zamanda hem hayranlık, hem çekicilik hem de korku uyandırıyorlar. Kurbanlar baskıya karşı çıktıklarında daha doğrusu “tepki göstermeye, bir insan olarak kendisine yer edinmeye ve biraz özgürlük kazanmayı istemeye” başlayınca narsistin nefreti ve şiddeti ile karşılaşıyor. Bu süreçte “yermelerden, düşmanca imalardan, küçümsemelerden ve hakaretlerden oluşan soğuk bir şiddet söz konusu ve yıkıcı etki, görünürde zararsız ama sürekli olarak tekrar edilen saldırılardan ve bunların sonunun olmadığının bilinmesinden” kaynaklanıyor. Genel olarak saldırıların dozu çocuk sahibi olunduktan sonra artıyor, çünkü artık kurbanların yuvayı terk edemeyeceği düşünülüyor. Sonunda kurbanlar köşeye sıkışıyor; benlikleri ağır ve müphem bir korkunun egemenliğine giriyor ve sanki yaşamları artık hiç değişmeyecekmiş, itildikleri kuyunun dibinden çıkamayacaklarmış gibi duygularla başlarına gelenleri kader gibi yaşamaya başlıyorlar. Kurbanlar, çoğu zaman depresyon ilaçları kullanıyor; bazen bu şiddet, kurbanların intihar etmesi ile sonuçlanıyor ve bazı vakalarda narsistler kurbanı intihar etmesi için kışkırtıyorlar.
Kadınların narsist birisiyle yaşarken düştükleri zor ve acılı durum, bazen “mazoşizm” veya suç ortaklığı olarak görülebiliyor. Bazı ilişkilerde ise kimin kurban, kimin zalim olduğunun anlaşılmadığı zamanlar olabiliyor. Narsist, başkalarına hep iyi yüzü ile mağdur/kurban olarak görünmeyi başarabiliyor; kurbanlar kendi yakınlarına bile başlarına gelen bu sinsi kötülüğü anlatmakta zorluk çekiyor, bir çoğu başlarına gelenleri, bütün belgeleri koruyarak, bazen şiddet sözlerini (küfürleri vs.) teybe kaydederek belgeleme yoluna gidebiliyor.
Uzmanlar, kadınların önce bu durumu tanımlayarak ve karşılaştıkları kötülüğe öfke duyarak işe başlamalarının önemi üzerinde duruyor ve kadınlara “kimseye bir açıklama borçlu değilim ama kendime bir hayat borçluyum” bilinci ile davranmalarını, mümkün olan en kısa sürede ve gerektiğinde profesyonel yardım alarak ve arkalarına bakmadan bu kötülük çamurundan çıkmalarını, sonra da acılardan kurtulmanın ve iyileşmenin yollarını bulmalarını öneriyor.
Bu kitap, bir çok kadın ve erkek için yaşamsal bilgiler içeriyor ve bir kez daha başımıza gelenleri anlamak için bilginin ve deneyimlerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Dilerim başkalarının acıları başımıza gelenleri oluş halindeyken anlamamıza yarar ve böylece kadınların (belki erkeklerin de) acıları azalır.
Prof. Dr. Şükrü Hatun Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı
Manevi Taciz: Gündelik Hayatta Sapkın Şiddet
Marie-France Hirigoyen
İletişim Yayınları 2015; Çeviren: Heval Bucak
http://www.iletisim.com.tr/kitap/manevi-taciz/9036