Çocuklarda ve erişkinlerde dramatik bir şekilde artan, ABD’de ise çocuklardaki artışı “plato” çizmeye başladı diye sevinilen şişmanlığın (obezite), tek bir faktöre bağlı olmadığını ama çocukları ve gençleri esir alan şekerli yiyecek/içecek (“abur-cubur” ürünler) tüketimindeki giderek bağımlılık olarak tanımlanan artışın en belirleyici faktör olduğunu biliyoruz. Bu nedenle de yaygın ve genetik olmayan (ama “epigenetik” mekanizmalarla gelecek kuşaklara aktarılan) şişmanlık sorununda besin endüstrisinin rolü olduğunu, aynen nikotin daha hızlı kana geçsin diye sigaralara kimyasal madde koyan tütün endüstrisi (“Köstebek filmini hatırlayın) gibi, besin endüstrisinin de “tat manipülasyonu” ile çocuk bedenlerini zapt ettiğini söyleyebiliriz. Daha önce yazdığım bir yazıda ABD’de şişmanlık epidemisinin gerisinde fazla para kazanmayı insan sağlığından önde tutan besin endüstrisinin bu rolünü inandırıcı veriler ve sağlam uzman görüşleri anlatan “ Fed Up” filminden bahsetmiştim. Bu filmde besin bağımlılığından, alkollü olmayan içecek sanayinin bilim adamlarını kendi argümanlarını öne çıkarmak için nasıl angeje ettiğine değin bir çok konudan bahsediliyor ama esas besin endüstrisinin şeker tüketimini sınırlayan düzenlenmelerden “suni tatlandırıcılar” ve “light ürünler” yoluyla nasıl kaçtığını ve bu kaçışı nasıl kara dönüştürdüğü de anlatılıyor. Son günlerde besin endüstrisinin manipülasyonları ile ilgili yeni haberlerin yanı sıra işte tam bu konuda yani suni tatlandırıcıların insan sağlığına zararları konusunda güçlü kanıtlar elde edildi. Bu yazıda önce suni tatlandırıcılar konusuna, sonra da besin endüstrisi ile ilgili yeni haberlere değineceğiz.
Bilindiği gibi suni tatlandırıcılar, sentetik olarak üretilen ve şekerin verdiği tat duyusu benzeri etki uyandıran maddelerdir. Bu ürünleri çekici kılan tat reseptörlerinde şekere göre çok daha yoğun (200-20.000 kat fazla) tat uyarısı yapmasına karşın kalori içermemeleri ( ya da çok az içermeleri), dolayısıyla bir çok besin türünün şişmanlık kaygısı duymadan tüketilmesine imkan vermedir. ABD’de ve bir çok ülkede 6 suni tatlandırıcının (saccharin, aspartame, acesulfame potassium (Ace-K), sucralose, neotame ve advantame) besinlerde ve içeceklerde tat verici olarak kullanılmasına izin verilmiştir. Amerikan Besin ve İlaç Dairesi (FDA) resmi sitesinde bu ürünlerin kullanımı ile ilgili (Fenik Ketonüri hastalarında Aspartam kullanımı dışında) bir güvenlik sorunu olmadığı belirtilmektedir. Sorun, güvenlikten daha çok (bu ürünlerin eskiden beri kanser yaptığı vb. spekülasyonları yapılmış ama bir kanıt bulunamamıştır) bu ürünlerin kullanımının şişmanlık sıklığında bir yavaşlama/azalma yapması beklenirken tam tersine şişmanlık ve obezite sıklığında artışa neden olduğuna dair araştırmaların giderek artmasından kaynaklanmaktadır. Yakın zamanda yayınlanan ve bu konudaki araştırmaları ayrıntılı bir şekilde değerlendiren bir yazıda ABD’de suni tatlandırıcılı içecek tüketiminin kişi başına 37 Galon (137 litre) olduğu, daha dramatiği 2-19 yaşındaki çocukların % 70’nin her gün bu ürünleri tükettiği ve bu ürünlerin düzenli tüketiminin, besin endüstrisi tarafından desteklenen araştırmaların tersine şişmanlık ve tip 2 diyabet sıklığını arttırdığına dair güçlü kanıtların olduğu belirtilmektedir. Suni tatlandırıcıların şişmanlık sıklığını arttırması ilk bakışta paradoks olarak görünse de, bu ürünlerin kullanımının küçük yaşlardan itibaren besin tercihlerini etkiledikleri, çocukların şeker tadının güçlü ve kalıcı etkisi ile yalnızca suni tatlandırıcılı ürünleri değil, bütün şeker tadı veren ürünleri çok yeme ( “overeating”) davranışı kazandığı, bu davranış örüntüsünün yaşam boyu devam ettiği ileri sürülmektedir. Yine son yıllarda yapılan çalışmalarda suni tatlandırıcıların bağırsak dokusundan salgılanan, gerek insülin salgılanmasında gerekse doyma hissinin oluşmasında önemli rolü olan GLP-1 salgılanmasını azalttığı, dolayısıyla hem fazla yeme hem de tip 2 diyabet riski oluşturduğu belirtilmektedir. Suni tatlandırıcılar ile obezite ve tip 2 diyabet arasındaki ilişkiyi açıklayan en son veriler ise 9 Ekim 2014’de Nature Dergisi’nde yayınlanan ve bu ürünlerin bağırsak “mikrobiatası” nı değiştirerek glükoz intoransına yol açtığını gösteren araştırman elde edilmiştir.
Biyolojik bilimler ve tıp alanındaki araştırmacıların yakından bildiği üzere Nature Dergisi, en önemli ve yöntem bakımından en güvenilir araştırmaların yayınladığı, en prestijli dergilerden birisidir. İşte bu dergide geçen Ekim ayında İsrail’den bir grup araştırmacının üç suni tatlandırıcının (saccharin, sucralose ve aspartame) glükoz metabolizmasına etkisi ve “bağırsak mikrobiata” değişimi ile ilişkisini inceleyen 360 derece olarak tanımlanabilecek (fare deneyi, genetik analizler, insan çalışması ve diğer girişimsel deneyler) bir araştırması yayınlandı. Bu önemli makale bir çok seçkide “yılın mekanizması” olarak tanımlanarak selamlanmıştır. Araştırmacılar fare gruplarına, bu üç suni tatlandırıcıyı vermişler, kontrol grubu olarak da su ve şeker verdikleri fareleri kullanmışlar; 11. haftanın sonunda üç suni tatlandırıcı grubundaki farelerde belirgin glükoz intoleransı (tip 2 diyabete yatkınlık) saptamışlardır. Daha sonraki ayrıntılı deneylerde glükoz intoleransının bağırsak mikrobiatası değişikliklerine bağlı olduğunu ve daha ötesi suni tatlandırıcı verilen farelerin feçeslerinin bağırsak mikrobiatası olmayan farelere nakledildiğinde bu farelerde de glükoz intoleransı geliştiğini göstermişlerdir. Aynı araştırmanın devamı olarak bu ilişkinin insanlarda olup olmadığına bakılmış ve 400 kişi üzerinde yapılan incelemede suni tatlandırıcı kullanımının insanlarda da bağırsak mikrobiatasını değiştirdiği ve bunun şişmanlık, açlık glükoz yüksekliği ve glükoz intoleransı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Araştırmanın son aşamasında ise 7 gönüllüye 7 gün süreyle yüksek doz suni tatlandırıcı verilmiş ve bu kişilerin 4.gün sonunda kan şekerlerinin yükseldiği ve bağırsak mikrobiatalarının değiştiği görülmüş, bu kişilerin feçesleri bağırsaklarında bakteri olmayan farelere nakledildiğinde de benzer sorunlar saptanmıştır. Bu araştırma, son yıllarda obezite ve tip 2 diyabet patogenezinde önemli yeri olduğu bildirilen bağırsak mikrobiatası ile ilgili çalışmalar için yeni bir ufuk açmış ve suni tatlandırıcıların bağırsaklardaki 100 trilyon civarındaki bakteri ile yaşanan “simbiosis”i bozduğunu ve buna bağlı olarak glükoz intoleransına yol açtığını kanıtlamıştır. Hiç kuşku yok ki bu çalışmanın arkası gelecek ve önümüzdeki yıllarda suni tatlandırıcıların kitlesel kullanımı yeniden değerlendirilecektir.
Geçen aylarda Times’da yayınlanan ve Coca-Cola'nın, ürettiği içeceklerin obeziteye sebep olduğu yönündeki iddialara karşı koymaları için İngiliz bilim insanlarına ve sağlıklı beslenme inisiyatiflerine milyonlarca Sterlin akıttığını, bu şirketin sadece kamuoyu görüşünü değil, siyasi kararları da manipule etmeye çalıştığını, taktiklerinin tütün ve alkol endüstrilerininkilere benzediğini anlatan araştırması aslında nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu açık bir şekilde gösteriyor. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün kırmızı etin kendisinin ama özellikle de işlenmiş et ürünlerinin kanser sıklığını arttırdığına dair raporu da dikkat çekici. Bu arada daha önce reklam kuruluna yaptığımız başvuru sonucu çocuklara yönelik Maret reklamlarının yasaklandığını ve ilgili firmaya 200.000 TL para cezası verildiğini burada hatırlatalım . Yine son iki haftada arka arkaya yayınlanan araştırmalar ile abur-cubur ürünlerin besin bağımlılığı yaptığı ve çocukların diyetinden aynı kalori miktarı ile beslenmelerine karşın yalnızca früktoz içeren besinlerin kısıtlanmasının belirgin bir metabolik iyileşme sağladığı gösterildi.
Yukarıda ayrıntılarını anlattığımız suni tatlandırıcı araştırması ve kamuoyuna yansıyan diğer bilgiler kıymet açısından bu yılın en önemli skandalı olan Volkswagen skandalında yansıyan bilgilerden farklı değil. Bu bilgilerin gereğinin yapılması ve besin endüstrisinin (şeker ve suni tatlandırıcı ürünlerinin 100 milyar dolarlık bir piyasası olduğu biliniyor) tütün endüstrisi gibi insan sağlığını hiçe sayan üretim uygulamalarından vazgeçirilmesi için alınacak daha çok yol var. Ben bilim adamlarının ve çocukların sağlığını en öne koyan hekimlerin bu mücadeleyi de kazanacağına inanıyorum.
Daha önce defalarca yazdığımız üzere besin endüstrisinin en önemli hedef grubunu çocuklar oluşturuyor; amaçları çocukların ömür boyu tüketici olması. Bu nedenle çocukların besin endüstrisinin yaygın mesajlarından korunması, bunun ötesinde tüketim toplumunun esiri olmaktan kurtarılması için ailelere çok önemli görevler düşüyor. Uzun yıllardır çocukların sağlığı için uğraşan ve poliklinikte gördüğü her şişman çocuktan derinden etkilenen bir hekim olarak ailelere çocuklarını abur-cubur besinlerden ve diyet de olsa bütün şekerli içeceklerden uzak tutmalarını, bu konuda aynen sigara ve alkol konusunda gösterdikleri tutum gibi katı olmalarını öneriyorum.