Son aylarda katıldığım bir kaç toplantıda ve çalıştığım hastanede tanık olduğum bazı tartışmalarda bir kez daha öğretim üyelerine puan gözlüğü ile bakan ve çıkarı en öne koyan performans sisteminin o soğuk yüzü ile karşı karşıya kaldım ve hem bir kez daha irkildim hem de mutsuz oldum. Fakültemde dekanlık yaptığım süre boyunca döner sermaye yetkilisi olarak sisteme emek ve hakkaniyet temelinde müdahale etmeye çalışmış, hiç olmazsa saydam ve katılımcı bir model için çaba göstermiştim ama sistemin en temel kusuru olan öğretim üyesi emeğinin sağlık hizmeti puanları üzerinden değerlendirilmesinin yarattığı sonuçları önleyememiştim. Bu sistem aynı kıdemde ve aynı emeği harcayan öğretim üyeleri arasında yalnızca çalıştıkları anabilim dalının puan toplama kapasitesi ve öğretim üyesi sayısı gibi emekle ilgili olmayan faktörlerden kaynaklanan büyük gelir farklarına yol açmakta, puan toplama avantajı olan bölümlere yönelik küçük müdahaleler bile büyük tepkilere neden olmaktadır. Yöneticilik yaptığım süre boyunca performans sisteminin yerleşmesinde ve devam etmesinde insanın maddi konulardaki güçsüzlüğü ve dirençsizliğinin önemli bir rol oynadığını, piyasa ekonomisinin insanların bu zayıf yanları üzerinden çalıştığını, konu para ve puan olduğu zaman ilkeli gibi görünen bir çok kişinin "sırrının döküldüğünü” görmüştüm.
Daha önce bir kaç kez yazdığım üzere sağlıkta serbest piyasa, sağlık hizmetlerinde özel kuruluşların payının artması kadar hatta bundan daha çok kamu sağlık kurumlarında hekimlik ve sağlık uygulamaları ile ilgili tercihlerin para/kar/çıkar amacıyla yapılması olarak kendini göstermektedir. Hasta bakarken, tetkik isterken, vizit gezerken, ameliyat kararı verirken, öğrencilere vakit mi ayırayım yoksa daha fazla tıbbi işlem yapıp daha çok puan(para) mı toplayayım düşüncesi ile davranmanın özendirilmesi, tıp fakültesi koridorlarının çok meşgul, çok yorgun ama en son ve hızlı bir şekilde öğrencilerine vakit ayıran öğretim üyelerinin egemenliğine girmesi gibi durumlar bu yaklaşımın ürünü olarak sıradan gerçekler haline gelmiştir. Bir başka deyişle ülke sağlık sistemi şişmanladıkça daha çok iştahı artan ve giderek aç gözlü (daha fazla açlığa yol açan açlık hali ) hale gelen çocuklar gibi kısa vadeli parasal amaçlarını her şeyin önünü koyan piyasa aktörlerinin, yöneticilerin, hekimlerin kontrolsüz etkisine sokulmuştur.
Performans sistemi bu sürecin bir ürünü olduğu kadar, sağlık hizmeti ve hekim emeğinin ucuzlatılmasına neden olan bir piyasa ekonomisi aracı olarak işlev görmektedir. Günümüzde bilançolarını düzeltemeyen üniversite hastanelerinde önce asistanların daha fazla hasta bakmaya zorlanmakta, bu yetmezse öğretim üyelerinin asistan gibi hasta bakması istenmektedir. Eğitim ve üniversite hastanelerinde gelirlerin yetersiz olmasının nedeni bu kurumlardaki hekimlerin az çalışması değil, üretilen sağlık hizmetinin gerçek değerinin altında ücretlendirilmesidir. Bunu görmezlikten gelerek daha çok gelir için daha çok hasta bakılmasına yüklenmek, asistanlar için boğucu bir ortam yaratmak anlamına gelmektedir. Bunun sonunda da asistanlar ya istifa etmekte ya da çeşitli eylemlere yönelmektedir. Yine aynı dinamiklerin etkisi ile tıpta uzmanlık sınavında en başarılı olan hekimlere asistanlık bakımından daha az zahmetli dalları seçmekte ve böylece tıp bilimindeki akademik canlılık sürdürülemez hale gelmektedir. Bu uygulamalar tıp eğitiminin özüne aykırı olduğu gibi bir süre sonra öğretim üyelerinin asistanları poliklinik odalarından itelemelerine neden olabilecektir.
Tekrar söyleyecek olursak, büyük ölçüde asistanların yaptıkları işlemlerin öğretim üyelerine puan olarak girilmesine dayalı olan performans sistemi, işbirliği ,entegrasyon, kamu yararı, sinerji ve nitelik kavramları ile değil, İşletme, rekabet, kişisel çıkar ve nicelik kavramları ile akrabadır. Şimdiye kadarki gözlemler bu sistemin, hizmet miktarı ve niteliğinde bir artış sağlamadığı gibi, öğretim üyelerinin hizmetle ilgili çalışmalarında kesin olarak bir motivasyon sağlamadığını göstermektedir. Tıp fakültelerinin misyonlarına uygun olmayan, bunun ötesinde hastanelerdeki çalışma barışını tehdit eden bu demode model acilen kaldırılmalı, bunun yerine tam gün çalışan öğretim üyeleri için gerçekçi performans kriterleri belirlenmelidir (anabilim dalı ve bireysel olarak minimum ders, pratik, yıllık poliklinik, operasyon, işlem, yatan hasta sayısı, yatak doluluk oranları vb). Döner sermaye gelirleri bu belirlenen performans kriterlerine göre öğretim üyeleri ve diğer sağlık çalışanları arasında hakkaniyet ile dağıtılmalıdır. Bunlar yapılamıyorsa öğretim üyeleri için ek ödemenin % 30’luk dilimi mesai içi puana dayalı olarak değişkenlik gösterecek yeni bir düzenleme yapılmalıdır.