Birçok insan gibi ben de karanlık hevesler için insanlara zulmedenlerin kavgalarını ve acımasızlıklarına şahit olmaktan (maruz kalmaktan) bitkin düşmüş durumdayım. Son olarak 11 yıl önce Yüksekova ve Van’da açtığı davalarla ünlenen savcı Ferhat Sarıkaya’nın itiraflarını, ülkemizin uzun süredir nasıl bir kötülük sarmalı içinde harap edildiğinin bir belgesi olarak okudum ve Yücel Aşkın gibi insanların nasıl linç edildiğini bir kez daha hatırladım (http://t24.com.tr/yazarlar/dogan-akin/cemaat-itirafcisi-savci-sarikaya-enver-arpali-cinayetinin-faili-olarak-da-sorgulanmali,15170) ve onunla geçirdiğimiz kısa sürenin bende kalan etkilerini paylaşmak istedim. Türkiye Diyabet Vakfı’nın Doğu Anadolu Diyabet Projesi (DOĞUDİAB) çalışmaları nedeniyle 100. Yıl Üniversitesi’nin de desteği ile düzenlenen Diyabetli çocuklar kampının kapanış töreni için 2003’de ilk kez Van’a gitmiştim. Neredeyse tüm il yöneticilerinin, hatta o zamanki Hakkari Valisi'nin de hazır bulunduğu törende herkes kendinden beklenen içerikte- sorunlar çok ama üzerimize düşeni yapıyoruz, buralarda da bu kadar oluyor diye özetlenebilir- konuşmalar yaptıktan sonra kürsüye çıkan üniversite rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın konuşması salona damgasını vurmuştu. Meslek olarak Tıbbın çok uzağında bir alanda-Ziraat Fakültesi öğretim üyesi kendisi-çalışmasına rağmen bizim orada tam olarak ne yapmaya çalıştığımızı o kadar iyi anladığını gösterdiği gibi “Aslında doğu ve güney doğunun kalkınması için daha kalıcı desteklere ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi bir yurttaşlık bilincine ihtiyaçları olduğunu” diyerek Van’da ne yapmaya çalıştığını da söylemiş oldu. Ben de onun kişiliğinde bir yöneticiden çok evrensel niteliklere sahip bir aydın sağlamlığı görmüş ve bunu daha önce yazmıştım (http://www.radikal.com.tr/yorum/elbirligiyle-yaratilan-dus-683708/). O gezide Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın arkeoloji ve mağara turizmi merakının yaşamında çok önemli bir yer tuttuğunu, biraz da bunun için kimse onu zorunlu kılmazken o bölgenin “kahrını çektiğini" çok iyi bir bisikletçi olduğunu, onun sayesinde Prof. Dr. İlhan Başgöz gibi uzun süre Amerikan üniversitelerinde çalışan çok değerli folklar araştırmacısının 80 yaşında öğrencilerle ve doğduğu coğrafyayla haşır neşir bir yaşam kurduğunu ve son olarak herkesin Van’daki Türkan Saylan olarak gördüğü Prof. Dr. Ayşe Yüksel gibi çok güvenilir yöneticilerle birlikte çalıştığını öğrenmiştim. Oradan dönerken asıl mücadelenin orada verildiğini- Rektör yardımcısı Ayşe Yüksel, üniversitenin Hakkari, Bitlis ve Muş illerinde 10 Fakülte, 15 Meslek Yüksek Okulu ve 3 Sağlık Yüksek Okulu'nda okuyan 15 bin öğrencisi olduğunu, öğrencileri en önemli sorunun yoksulluk ve buna bağlı dini kuruluşlara muhtaçlık olduğunu bu nedenle işe 6000 öğrenciye 15000 parça giysi sağlayan bir giyim evi kurarak başladıklarını anlatmıştı-bizim batıdaki üniversitelerde “tuzu kuru” bir yaşam sürdüğümüzü düşünmüş ve fırsat olduğunda onlarla çalışma isteği duymuştum.
Yücel Aşkın, Enis Batur’un Arslan Ebiri için yazdığı “Hem kendi hayatına, hem öteki hayatlara saygı, sevgi, özen, duyarlık, özveri ile yaklaşırken bir yaşama sanatı geliştiren, vandal maddi getiriler uğruna kişiliğini, kimliğini, haysiyetini gözden çıkarmayı aklından geçirmeyen” insanlardandır. Onu yeniden hatırlamanın ve selamlamanın tam zamanıdır (http://www.diken.com.tr/eski-rektor-yucel-askinin-yayinlanmamis-soylesisi-ne-yapacaklari-belliydi/).