Edebiyatçı olarak Sade bir deha olarak görülse de onun edebiyatı modern dünyadaki şiddetin bir esin kaynağı olarak görülmüştür. Sade’ın kitaplarındaki canavarca cinayetler, nüfus eksiltme ve soykırımlar, 19’uncu ve 20’nci yüzyılın büyük kitlesel katliamlarının habercisidir
Marquis de Sade 1814’de, 11 yıldır yattığı tımarhanede öldükten sonra 19’uncu yüzyıl boyunca sükût ülkesine sürgün olarak gönderildi. Bu sürgün hayatı boyunca yine de onunla iletişim kuranlar, onu okuyanlar oldu. Stendhal, Baudelaire, Balzac, Rimbaud, Huysmans gibi dönemin büyük yazarlarının seçkin ve kapalı ortamlarında gizli bir ilişkiydi bu.
Ama onlar Sade’dan çok, sadizmle ilgileniyorlar ve eserlerinin gayrı meşru esini olarak ondan yararlanıyorlardı.
Yirminci yüzyıla gelindiğindeyse Sade birden ortaya çıktı ve kötülüğün filozofu olarak felsefeciler tarafından muhatap alınmaya başladı.
O yüzyılda Sade iki farklı vesileyle muhatap alınmıştır. İlkinde, gerçeküstücülük vesilesiyle Guillaume Apollinaire ve Jean Paulhan tarafından... İkincisinde İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan felsefi soruşturmalar vesilesiyle Almanya’da Adorno ve Horkheimer, Fransa’da Klossowski, Bataille ve Blanchot tarafından.
Apollinaire, 1909’da yazdığı Sade’ın yapıtına giriş yazısında, “Bütün XIX. yüzyıl boyunca bir hiç sayılan bu adam XX. yüzyıla hâkim olabilir” demiştir. Gayet kahince bu söz 1970’de Foucault tarafından desteklendi: “Sade’ın tercihleri, bizim için, 19’uncu yüzyılda olduğundan çok daha önemlidir.” (Foucault’nun edebiyat üzerine yazılarının derlendiği Sonsuza Giden Dil adlı kitaptaki “Delilik, Edebiyat, Toplum” adlı söyleşide).
Edebiyatçı olarak Sade bir deha olarak görülse de, onun edebiyatı modern dünyadaki şiddetin bir esin kaynağı olarak görülmüştür. Sade’ın kitaplarındaki canavarca cinayetler, nüfus eksiltme ve soykırımlar 19’uncu ve 20’nci yüzyılın büyük kitlesel katliamlarının habercisidir. Modern Batı uygarlığının terörünün gelecekte evrenselleşeceğine dair işaretler bulan Sade okumaları yapılır bu çerçevede.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sade, edebiyata güçlü esinler verir. Céline ve Genet gibi yazarlar için model olarak hizmet edecek bir kara güneştir Sade. Céline’deki Sade etkisine dair, Eric Marty Marquis de Sade adlı kitabında, Bir Katliam İçin Saçmalamalar’ı örnek gösterir. Romandaki kişi, Sade’ın Juliette’indeki efendi gibi büyük bir krallığın nefret edilen, ölümüne nefret edilen kralı olmayı hayal eder: “Ben, bir kral olarak, eğer mümkünse, aynı anda bütün tebamdan daha aşağılık olmalıydım… kesinlikle acımasız… sözüne güvenilmez… amansız… Nefret dolu bu kitleyi ben daha büyük bir nefretle ve tehdit, infaz, hakaret ve sürekli bir meydan okumayla kesinlikle tek başıma yönetirdim… Erdemli genç kız ve erkekler arasında büyük yarışmalar düzenler… sonra da hepsini ölene dek kırbaçlardım… bütün fakir fukaranın önünde.”
Céline’in Taksitle Ölüm adlı kitabında da güçlü Sade imgeleri bulunur. 1936 ve 37 tarihli bu iki kitap, Avrupa’da faşizmin yükseldiği zamana aittir.
Sade’ı okumak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yani travmadan sonra, Avrupa’da herkesi ilgilendiren gerçekle yüzleşmek için ve modern Batı düşüncesinin eleştirisi için vesile olur.
Pierre Klossowski’nin Komşum Sade’ı 1947’de çıkar. Georges Bataille aynı yıl Sade üzerine bir deneme yayımlar. Bu yazı on yıl sonra, Edebiyat ve Kötülük’te yeniden yayımlanır. Aynı yıl “Sade ve Ahlak” başlıklı bir konferans verir. Maurice Blanchot, Sartre’ın dergisi Temps modernes’de “Sade’la Karşılaşma” adlı bir yazı yayımlar. Yazı, 1949’da Lautréamont ve Sade adlı kitabında “Sade’ın Aklı” adıyla yeniden yayımlanır.
1947, aynı zamanda, Adorno ve Horkheimer’in felsefi başyapıtı Aydınlanmanın Diyalektiği’nin yayımlandığı yıldır. Kitapta “Julliette ya da Aydınlanma ve Ahlak” adlı bölümde bir Sade okuması yapılmaktadır. Adorno’nun Benjamin’le mektuplaşmasına göre Horkheimer, Sade üzerine 30’lu yılların ortasından beri çalışmaktadır ve Adorno da Sade’ı 1938’den beri okumaktadır.
Onlar için Sade, sapkın öznenin tarihin yeni öznesi olarak ortaya çıkışını sorgulamayı sağlar. Adorno onu faşist öznenin habercisi olarak tanımlar. Adorno, Sade’ın herhangi bir kişisinde “faşizmin yüzü”nü görür. Adorno ve Horkheimer’e göre Aydınlanmanın Diyalektiği, Kant ve Sade dolayımıyla faşizmin soykütüğünden, onun gelişme sürecinden başka bir şey değildir.
Adorno’nun Sade ile faşizm arasında kurduğu ilişki, özellikle Aydınlanma’nın mirasçısı olan ve bütün totalitarizmlerin metafizik boyutunun kendini gösterdiği burjuva araçsal aklının son derece sıkı ve şiddetli bir analizinden geçer.
Sade, Avrupa kültüründe faşizmin ve Nazizmin ortaya çıkışını anlaşılır kılan aracıdır. Sade, Kant ile Auschwitz arasındaki eksik halkadır.
Sade’ı faşizme bağlayan şey, araçsal akıldır. Adorno’nun Kant ve özellikle onun ardından gelen pozitivist akılcılık karşısındaki eleştirel gücü, gerek Almanların Yahudi siyasetinin belirlenmesinde önemli rol oynayan bir subay olan Adolf Eichmann’ın “Kantçılığı” etrafında Hannah Arendt’in analizlerini, gerekse Anti-Ödipus’ta içimizdeki faşizm hakkında yazan Deleuze’ün analizlerini derinlemesine etkilemiştir. Deleuze burada, “Canavarları yaratan şey aklın uykusu değil, daha ziyade, uyanık ve uyku tutmayan akılsallıktır”, demektedir.
Jean-Luc Godard, Çinli Kız filminde bu felsefi sorunsallaştırmaya selam verir. Filmin bir sahnesinde halk düşmanlarına ayrılmış bir panoda, Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler kitabının kapağının yanında şu yazı okunur: “Immanuel Kant Batı felsefesinin Eichmann’ıdır”.
Adorno ve Horkheimer’a göre, Kant’tan itibaren sadece araçsallık düzeyine indirgenmiş akıl, aklın en korkunç biçimidir. Araçsal akıl kendi mantıksal sonuna kadar gittiğinde 20’nci yüzyılın en korkunç barbarlığına varmıştır. Sade, Julliette’in Öyküsü’nde araçsal aklın bir modelini yaratmıştır.
Sade’ın yapıtı bütünüyle Kant’ın felsefi sisteminin tersyüz edilmiş biçimidir.