Geçenlerde Hollanda'da ötanaziyle ilgili yeni bir tartışma konusu gündeme geldi. Hollanda'da hükümet ortağı Demokratlar 66 partisi tarafından, yaşamaktan bıkan yaşlılar için ötanazi hakkı getirilmesi önerisi geldi. Hollanda'da yüz yaşın üzerindeki kişi sayısı hızla artarken, daha fazla yaşamak istemediğini söyleyen kimi yaşlılar, kendilerine ölüm hakkı tanınması gerektiğini savunuyor. Bunun üzerine Demokratlar 66 partisinden bir milletvekili "Yaşamaktan bıkan insanlara ötanazi hakkı verilmesini" öngören bir yasa önerisi hazırladı.
Öneriye göre, daha fazla yaşamak istemeyen yaşlılar, birkaç ay boyunca danışman gözetiminde olacak. Özel eğitimli bu danışman, yaşlı kişinin ölüm konusunda gerçekten istekli olup olmadığını araştıracak. Hem ötanazi talep eden yaşlı hem de onun yakınları ile düzenli görüşmeler yapan uzmanın raporu doğrultusunda ölüm hakkına karar verilecek.
Hollanda'da yaşlılar sadece tedavisi olmayan veya çok acı veren bir hastalık yüzünden değil, yalnızlık gerekçesiyle de yaşamlarına son vermek isteyebiliyorlar. Nitekim Hollanda'da gönüllü olarak yaşamını sonlandırmak isteyenlerin sayısında rekor düzeyinde artış var. Bir önceki yıla göre ötanazi talebinde yüzde 15 artış olmuş. Geçen temmuz ayında 308 kişi ötanazi talebinde bulunmuş, bunların dörtte birine ölüm hakkı tanınmış.
Geçenlerde Hollanda'da bir aile hekimi hakkında 84 yaşındaki bir demanslı hastasının ötanazi talebiyle yeterli kadar ilgilenmediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuş ve doktor mahkeme tarafından suçlu bulunmuştu. Tartışılan bu konular ve gündeme gelen olaylar ötanazide farklı bir boyutun ortaya çıktığını ve etik bağlamında düşünülmesi gereken önemli bir sorunsal olduğunu gösteriyor.
Ötanazi, yani bireyin acısız bir ölüm için bir uzmandan yardım talep etme hakkı tıp, psikoloji, hukuk vs. birçok alanı ilgilendiren önemli bir etik meseledir.
Ötanazi, bireyin kendi özgür iradesiyle karar vererek, hayatına son vermek için rahat ve acısız bir ölümü tercih etmesi olarak tanımlanabilir. Ötanazi, bireyin yeterince bilgilendirilmiş olması, durumu değerlendirecek bilişsel kapasiteye sahip olması, özgür iradesiyle karar vermiş olması, hastalığının tedavisinin olmaması gibi şartların sağlandığı bir durumda yaşamına son vermek için uzmanlardan (doktorlar ve diğer sağlık uzmanları) yardım talep etmesidir. Bu bakımdan ötanazi intihardan ayrılır. İntihar, bireyin kendi kendine yaşamına son vermeye yönelik ve genellikle ruhsal bunalım anında yaptığı bir eylemdir. Şimdiye kadar ötanazi dayanılmaz acılı ve ağrılı veya tedavisi mümkün olmayan hastalık durumlarında bir hak olarak talep edilebiliyordu; ama şimdi kimileri yaşlılığın bir sonucu olarak hayat kaliteleri düştüğü ya da yalnızlaştığı ve mutsuz olduğu için kendi yaşamına son vermek için ötanaziyi isteyebilmektedir.
Bugün artık ötanazi için kişinin tedavi edilemeyen veya acı veren bir hastalığının olması şartı tek başına yeterli olmamaktadır. Çünkü bu şartın dışında da bireyler yaşam kaliteleriyle ilgili gerekçelerle ötanazi talep ediyorlar. Örneğin bir kişi fiziksel veya ruhsal bir acı hissetmemesine rağmen sırf başkalarından sürekli yardım ve hizmet isteyerek hayatını sürdürmek kendisini mutsuz ettiği ve kendine saygısını zedelediği için ötanazi talep edebilir. Javier Bardem'in başrolde oynadığı İçimdeki Deniz adlı film, böyle, geçirdiği bir kaza sonucu boynundan aşağısı felç olan birisinin bu şekilde yaşamak istemeyip ötanazi hakkı için mücadele etmesini konu eder. Hollanda'da olduğu gibi bazı yaşlılar da yaşam kalitelerinin azalması ve yalnızlaşma yüzünden mutsuz olma gerekçesiyle ölmek isteyebiliyorlar. Peki bu talep etik olarak nasıl temellendirilebilir?
Ötanazi hakkı Batıda yeni gündeme gelmiş bir konu değil. Daha 17. yüzyılda Francis Bacon ötanazi hakkını savunmuştu. Bacon, doktorların hastalıkları iyileştirmek kadar rahat ve kolay bir ölüm imkanı sunmak gibi bir görevi de olduğunu söylemiştir.
Pragmatist etik düşüncesine göre, eylemlerimiz mutluluk ürettiği ölçüde doğru, üretmediği ölçüde yanlıştır. Bu bağlamda sadece eylemi gerçekleştiren birey değil, bu eylemden etkilenen herkes göz önüne alınmalı ve genel eğilimde "toplam fayda miktarının arttırılması" hedeflenmelidir. Pragmatist etik düşüncesinin, toplam haz miktarını arttıracak eylemleri daha ahlaki görmenin yanında acı miktarını azaltacak eylemleri de tercih ettiğini belirtmek gerekir. Ötanazi hakkının tanındığı ülkeler genel olarak liberal demokratik ülkeler olduğu için konuyu pragmatizme göre ele almaktadırlar.
Yaşlandıkça yalnızlaşan ve yaşam kalitesi düşen bir birey düşünelim. Toplam haz miktarının sürekli azalma eğiliminde olmasına rağmen toplam acı miktarı sürekli artmaktadır. Pragmatizm, toplam fayda ilkesine göre değerlendirme yaparak o kişinin yakınları ve onu tanıyanların toplam haz/acı miktarını da göz önüne alır. Hem yaşlanan birey hem de onun yakınları haz miktarının artmasında hiç katkı sağlamıyorlarsa ve herkesin acı miktarı da artıyorsa ötanazi seçeneği ahlaken doğru ve tercih edilebilir olur. Dolayısıyla bir eylemin ahlaken doğruluğu veya yanlışlığı pragmatizmin toplam fayda ilkesine göre toplam haz ve acı vermesine bağlıdır.
Tedavisi olmayan bir hasta çok acılar çekmekte ve iyileşme umudunu yitirmişse, yakınları da onun bu durumundan acı çekmekte, mutsuz olmakta ve iyileşme umutlarını yitirmişlerse ötanazi ahlaken doğru bir seçenek haline gelebilir. Pragmatizme göre bir eylem ancak ve ancak bir kişinin yerine yapabileceği daha faydalı başka bir eylem yoksa ahlaken doğrudur. Ötanazi böyle bir ahlaki ilkeyle hareket eden pragmatist görüşe göre karşı olunacak bir şey değildir. Tedavi edilemez bir hastalık sahibi olup sürekli acı çeken bir birey için ötanazi dışında yapılabilecek daha faydalı bir eylem yoksa, bu ahlaken doğru bir eylem olur. Sadece devasız hastalık değil, Hollanda'daki gibi, yaşamdan haz alamama ve artan mutsuzluk da giderilemiyor, haz almanın yeni yolları önerilemiyor ve mutluluk arttırılamıyorsa ötanazi faydalı bir eylem olabilir.
Ötanaziyi bir hak olarak savunulabilir kılan bir başka etik temellendirme Kant'ta bulunabilir. Kant'ın etik düşüncesinde en önemli konulardan biri özerkliktir. Özerklik Kant için eylemlerimizi rastgele ve düşüncesizce değil de kendi özgür irademiz ve değer yargılarımızla şekillendirmemizi mümkün kıldığı için önemlidir. Kant'a göre sadece iradi eylemler saygıyı hak eder.
Kant irade özerkliğine vurgu yapar ve bir eylemin bir yasaya özerk olarak uyduğu takdirde doğru olduğunu savunur. Eylemlerimiz korku veya arzu sonuçlarından etkilenerek değil, hem kendi hem başkaları tarafından konulmuş kurallara uyuyorsa ahlaken doğrudur. Yani kısaca Kant'a göre "içimdeki ahlak yasası" ile dışımdaki ahlak yasasının örtüştüğü eylemler doğru eylemlerdir. Bir eylemi aslında yapmak istiyor, ama günah olduğu ve dolayısıyla Tanrı tarafından cezalandırılma korkusuyla yapmaktan çekiniyorsam ahlaken doğru davranmıyorumdur. Ya da bir eylemi yapmak istemiyor ama sırf başkaları tarafından istendiği için yapıyorsam yine ahlaken doğru davranmıyorumdur.
Ama Kant'tan herkesin istediği gibi davranması özgürlüğü çıkmaz. Kant bilakis özgür irademizle yaptığımız eylemlerin çıkar gütmemesi gerekliliği üzerinde durur. Yani Kant'ın söylediği aslında öğrenilmiş değerlerin benimsenmiş olması, kendi irademizle yaptığımız eylemler haline gelmiş olmasıdır.
Kant'ın etik anlayışına göre ötanazi talep eden bir birey başkalarının mutluluğu için değil, kendine saygısı adına ötanazi talep ederse ahlaken doğru davranmış olur. Diğer yandan Kant'ın etik düşüncesi şu ilkeye göre de temellenir: "Öyle bir ilkeye göre hareket et ki aynı zamanda onun evrensel bir yasa olmasını isteyebilesin". Evrenselleştirilebilirlik ilkesi kişisel çıkar ya da benmerkezci bir çerçeveyi dışladığı ve sağduyu olarak nesnellik ve tarafsızlık kavramlarını içinde barındırdığı için kabul görmüştür. Özerklik ve evrenselleştirilebilirlik ilkelerine göre ötanazi hakkı savunulabilirdir.
Birey içinde bulunduğu koşullar hakkında yeterince bilgilendirilmiş, bir karar alabilmek için yeterli zihinsel kapasiteye sahip ve kendi iradesiyle bir tercih yaptıysa ötanazi talebi kabul edilebilir. Özerklik ile uyumlu olan ötanazi talebini evrensel bir yasa haline şöyle getirebiliriz: Bireyler çaresi olmayan hastalıklara karşı, sürekli acı çekmek durumundan kurtulmak için yeterince bilgilendirilmiş ve zihinsel kapasiteye sahip olmak koşuluyla kendi iradeleriyle yaşamlarından vazgeçme hakkına sahiptir.
Liberal demokratik ve seküler toplumlarda ötanazi hakkı faydacı ve akılcı etik ilkelere göre temellendirilmektedir. Muhafazakar ve dinsel toplumlarda ise kişinin hayatına kendi iradesiyle son vermesi Tanrı'nın iradesine karşı gelmek olarak değerlendirilip karşı çıkılmaktadır. Bugün liberal demokrat ve seküler toplumlar ile muhafazakar ve dinsel toplumlar arasındaki fark bireyin yaşam hakkına olduğu kadar ölme hakkına da sahip olması olarak görünmektedir.
Muhafazakar ve dinsel toplumlarda birey kendi iradesiyle ölme hakkına sahip değildir ama devlet ve dinsel otoritelerin telkinleriyle, yasa adına idam edilerek, namus adına katledilerek, vatan ve din adına şehit olarak ölmektedirler. Liberal demokratik toplumlarda ötanazi hakkı şöyle bir soruyu gündeme getirmektedir. Neden iktidar odakları olarak başkalarının telkinleriyle birey hakkında verilen ölüm hükmü veya kendi iradesiyle ölümü seçmesi onurlu ve ahlaken doğru sayılmakta da, bireyin aklıyla düşünerek ve zihinsel süreçleri işleterek, acısına son vermek veya kendine saygısını yitirmemek ya da mutsuz bir hayat yaşamamak adına kendi iradesiyle aldığı ölüm kararı saygıyı hak etmeyen ve ahlaken yanlış bir eylem olsun?