Sanat tarihinde veya modada bazı üsluplar veya akımlar periyodik olarak ve farklı versiyonlar altında geri dönerler ve yeniden üretilirler. Örneğin, 20. yüzyılın başında etkili olmuş olan Art Nouveau 21. yüzyılın başında muhteşem bir dönüş yaptı.
“Gesamtkunstwerk” (bütünsel sanat yapıtı) anlayışına dayanan bu sanat akımının üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen, postmodern versiyonlarının yeniden sahneye çıkışı, sanat ve tasarım arasındaki sınırın silinmeye başladığı, hatta tasarımın nesnelere hükmettiği bugünün gösteri toplumunda gayet anlamlıdır. Hareketin başlangıçtaki amacı, endüstrileşmenin neden olduğu şeyleşme sürecine karşı estetik bir direniş göstermekti. Binalardan sıradan nesnelere kadar her şey göz alıcı süslerle bezeniyor, her türlü nesneye kimin elinden çıktığını belli edecek bir damga vurulmaya çalışılıyordu.
Art Nouveau, bir binayı oluşturan odalardaki duvarların renginden kaplamasına, mobilyalardan çatal, bıçak gibi eşyalara kadar her şeyin birbirlerini tamamlayarak mükemmel bir uyum ve bütünlük tesis etmesini amaçlar. Bu gesamtkunstwerk’de, tüm süsleyici unsurlardan, geometrik planlara ve kullanılan malzemeye kadar her şey öznelliği ve/ya da bireyselliği dışavurur. Öte yandan, Art Nouveau, nesneler arasındaki niteliksel ayrımı da ortadan kaldırır. Bir kullanım nesnesine süs unsurunu katarak sanatsal bir nitelik kazandırır.
Estetik nesne ile pratik nesneyi iç içe geçirerek sanat ile hayatı birleştirmeye çalışan Art Nouveau’nun, ticari nesne ile simgesel nesnenin iç içe geçtiği gösteri toplumunda yeniden önem kazanması şaşırtıcı olmasa gerektir. Günümüzde artık sadece mimarlık projelerine ya da mühendislik projelerine değil, giyimden aksesuara kadar her şeye tasarım gözüyle bakılıyor. Doğal olarak da tasarımcı, geçmişin sanatçı ve mühendisinin yerini alan yaratıcı bir deha olarak altın çağını yaşıyor. Bunda teknolojinin sunduğu yeni imkanların payı büyük; zaten tasarımcının sanatçıya galebe çalması da teknolojiyle ilişkisinden geliyor.
Günümüzün tasarımcısı teknolojiyi sanatçıdan daha merakla takip ediyor ve daha mahir kullanıyor. Sahip olduğu bu niteliklerle de daha geniş bir faaliyet alanına sahip. Bilgisayar yazılımından, ev ya da işyerine, masadan otomobile, saatten kitaba kadar her şey tasarımın konusudur. O kadar ki, artık kitaba entelektüel bir üründen ziyade bir tasarım ürünü olarak muamele etme eğilimindeyiz. Tasarlanmış nesne, “amaçsız amaçlılığın” yerini “amaçlı amaçsızlığa” bıraktığı yerde sanat eserinin yerini alıyor. Tüketim döngüsü, arzu üretimine dayalı işleyişinde arzunun sınırı ortadan kalkınca, hızını alamayacak duruma gelirken, tasarım da sürekli yeni olana ilgiyi manipüle ederek arzuyu kışkırtıyor.
Estetik nesne ile pratik nesnenin iç içe geçmesiyle gösterge ekonomi politiğinin ortaya çıkmasının tarihinde Bauhaus’un da önemli bir yeri vardır. Baudrillard, Bauhaus’un üretimin ekonomi politiğinden göstergenin ekonomi politiğine doğru nitel bir şıçramaya işaret ettiğini söyler. Metanın yapısı ile göstergenin yapısı, ikisi tek bir şey olarak dolaşıma girecek şekilde, birbirini biçimlendirir. Dolaşıma giren, “gösterge mübadele değeri”ne sahip imaj-ürünlerdir. Elbette, bazıları Marksist olan Bauhaus ustalarının niyeti bu değildi, ama kapitalizmin kapma aygıtı onların niyetini çarpıtarak farklı tecessüm ettirmiştir. Modernizmin ana akımları olan, Art Nouveau ve Bauhaus’un farklı tarzlarda üstlendiği sanat ve hayatı birleştirme yönündeki çaba nihayet bir sonuca varmıştır, ama avangardın özgürleştirici emelleridoğrultusunda değil, kültür endüstrisinin topyekun uyruklaştırıcı amacı doğrultusunda. Nitekim, tasarım sanat ile hayatın etik uzlaşmasının değil, günümüzdeki ekonomik uzlaşmasının en temel modelidir.
Bugünün bütüncül tasarım dünyası, Art Nouveau tarafından tahayyül edilmiş, Bauhaus tarafından uygulanabilir hale getirilmiş ve post-fordist ya da esnek üretim tarafından tamamen geçerli ve meşru kılınmıştır. Bir zamanlar kitlesel ya da fordist üretimde mal kendi kendinin reklamını yapardı. Onun cazibesi, herkesin beğenisine hitap edebilen ve bir fabrikadan çıkmış standart bir ürün olmasıydı. Bir süre sonra zevklerin ortaklığına dayalı moda anlayışı yetmez oldu. Tüketicinin üretim sürecinin içine çekilmesi ve üretime aktif olarak katılabilmesi gerekli görüldü. Rekabet arttıkça, tüketiciyi baştan çıkaracak özel yöntemlerin geliştirilmesi gündeme geldi. Böylece, ürünün sunulduğu ambalaj, ürünün kendisi kadar önemli hale geldi. Nitekim, post-fordist üretimin “esnek uzmanlaşma”sıyla birlikte, metalar sürekli olarak değişik yüzlere büründürülmekte ve piyasalarda durmaksızın talep üretilmektedir. Öyle ki nicelik bakımından kitlesel bir ürün, nitelik bakımından, sırf görünüşü itibarıyla bile, güncel, kişisel, özel olabilir. Bugün ürünlerde arzu hesaba katılmakla kalmayıp özgülleştirilmektedir. Moda kataloglarının ya da life style dergilerinin sayfalarını karıştıran tüketici karşısındaki ürünlerde “işte ben” diye seslenen suretini görmektedir adeta. Bu yüzden internet alışveriş sitelerine her gün bir yenisi ekleniyor ve ticaret hacimleri devasa büyüyor. İnsanlar aldıkları bir ürünü üzerlerinde görmek gereği duymuyorlar; çünkü aldıkları şey bir gösterge ve o göstergede gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkinin bire bir mütekabiliyet taşıması gerekmiyor. Dolayısıyla metanın müşteri profiline uyarlanması ve arzulayan özneler oluşturulması doğrultusundaki bu kesintisiz süreç, bugün yaşanan tasarım patlamasına neden olan önemli amillerdir.
Tasarım patlamasının bir nedeni de, ambalajın ürünün yerine geçmesidir. Tasarlanmış nesne ister bir sanatçı olsun isterse bir siyasetçi, “marka değeri” toplumda temel bir yer işgal eder. Çünkü bir ürünün adı, piyasadaki ürün fazlalığından ötürü dikkati dağılmış bir kitlenin zihninde kalıcı bir marka haline getirilmelidir. Bu bakımdan tasarım önemli bir işlevi yerine getirir. Tüketicinin dikkatini çekmek ve imajı akılda kalıcı kılmak, söz konusu ürün maddi bir nesne olmadığında daha bir önem kazanır. Reklamcılık sektörünün büyümesi ve bir markanın kendisinin bir ürün haline gelmesi, sadece marka yaratıp satan şirketler, “marka şehirler” gibi hayatımıza giren yeni fenomenler tasarımın önemini vurgulamaktadır.
Postmodern kültürel söylemde mimarlığın kazandığı merkezi konumun nedeni, küreselleşmenin coğrafya üzerinde yaptığı etkinin şehri pazarlanabilir bir metaya dönüştürmesidir; şehir hayatında ve mekanında tasarım ve gösterinin önem kazanması da mimarlığın bu konumunu sağlamlaştırmıştır.Tasarım patlamasının diğer bir nedeni, medya sektörlerinin ekonomi içerisinde giderek daha merkezi bir yere sahip olmasıdır. Bu öylesine güçlü bir etken ki ekonominin genel olarak “medyalaşması”ndan bile söz edilebilir. Bununla, ekonominin dijitalleşme ve bilgisayarlaşma çerçevesinde uygun yeni araçlarla donatılması kastediliyor. Burada ürün artık üretimin konusu olmaktan çok, manipülasyonun bir konusuolarak düşünülür. Böylece tasarımın alanı genişler; öyle ki artık tasarım ikincil bir sektör olmaktan çıkmıştır, tasarımın ekonomi politiğinden söz etmenin zamanı gelmiştir.
Günümüzün dünyasında bir varlığın kendini gösterebilmesinin yolu tasarımdan geçmektedir. Yaşam tarzı dergileri, bize sık sık, tasarımın kişiliğimize bir “tarz” katabileceğini söyler, yani bir özerklik vaat eder. Ama şu da gerçek ki tasarım, aynı zamanda bizi günümüz tüketimciliğinin neredeysetopyekun hale gelen sisteminin içine çeken egemen amillerden biridir.