ABD'nin eski Dışişleri Bakanlarından Madeleine Albright'ın bir tezi vardı: Latin Amerika'nın askeri totaliter rejimleriyle işbirliği yapılmaz ama sadece otoriter olanlarıyla yapılabilir diye. Tabii, bu ayrım da ABD'nin keyfine ve çıkarlarına göre yapılıyordu, yoksa hepsi askeri faşizm rejimleriydi.
Benzer bir şekilde 2000'lerin başında ortaya atılan ve günümüze kadar gelen bir "siyaset bilimi" teorisi var: Rekabetçi otoriterlik veya seçimli otoriterlik. Demokrasi ile tam otoriterlik arasında yer alan bir "melez" rejim türü olarak rejimler tipolojisine yerleştirilen. Bu teorinin patenti, Harvardlı Steven Levitsky ile Torontolu Lucan Way'de. Teorinin müşterileri arasında emperyalist metropoller olduğu gibi, çevre ülkelerinin metropol akademyalarında yetişmiş zamâne "siyaset bilimcileri" de var. Birinciler, işbirliği politikalarına gerekçe buluyorlar ("ne de olsa rekabetçi"), ikinciler ülkelerindeki rejimleri ipleri tam kopartmadan eleştirmiş oluyorlar (ne de olsa tam otoriter değil).
Oysa bu tür rejimler ne "rekabetçi" ne "seçimli", ne de "sadece" otoriter. Şekli demokratik siyasi kurumlar tümüyle kaldırılmıyor (ama örneğin işlevsiz güdümlü bir yasama meclisi yaratılıyor), muhalefet tümüyle susturulmuyor (ama her türlü kısıtlamaya maruz bırakılıyor), seçimler tümüyle iptal edilmiyor (ama tehdit ve baskı altında yapılıyor), otoriter uygulamalar denilen tasarrufların da dikkatli bakılınca düpedüz totaliter oldukları görülüyor.
Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ne kutsaldı, ne Romalı'ydı, ne de Germen'di, sadece imparatorluk'tu gibilerden bir laf vardır. Rekabetçi/seçimli otoriterlik de buna benziyor.
Yirmi yılda ortodoksi haline gelmiş olan bu teorinin yabancı ve yerli "siyaset bilimcileri" tarafından tipik bir örnek olay diye yakıştırıldığı yerlerden biri de Türkiye. Seçkin üniversitelerin siyaset bilimi bölümlerinden televizyon programlarına davet edilen seçkin profesörlere kadar uzmanların öğrencilere ve kamuoyuna anlattığı model bu. Oysa ortada ne rekabet var ne "sadece" otoriterlik.
Devlet imkanlarını (yargı başta olmak üzere) suistimal ederek kullanan bir parti-devleti niteliğindeki iktidar, muhalefet için eşit rekabet koşulları sayılabilecek her hakkı sınırlıyor, düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlıyor, güdümlü bir yargı eliyle farklı siyasi görüşlere sürrealist cezalar verirken iktidarın beslemelerine "cezasızlık" iltimasları geçiyor, parti kapatıyor, siyasi saldırı, suikast ve linç girişim ve tehditleri savuruyor, vs. vs. Ve bütün bunların adı rekabet oluyor, öyle mi?
Bu nitelemenin pek de ikna edici olmadığını kendileri de bir miktar anlamış olmalılar ki, zamanla teorinin alternatif ismini "seçimli otoriterlik" olarak uyarladılar. Ne var ki o da ikna edici değil. Yaklaşan bir veba salgınından söz edilir gibi, yatılıp kalkılıp seçim güvensizliğinden, kolluk kuvvetlerinin ve paramiliter örgütlerin olası sandık teröründen bahsediliyor, seçim mevzuatı kurcalanıyor, iktidarın seçim sonuçlarını tanımayabileceğinden söz ediliyor.
Partili cumhurbaşkanının unutulmaz tehdidi olan "Muhalefet yönetime talip olmasın, kendileri için fena olur" mealindeki cümlesi nasıl rekabeti bir kalemde siliyorsa, aynı tek-adamın yüksek himayesindeki paralı asker şirketi SADAT'ın çok yakınlardaki "vatanı sandıkta teslim etmeyiz" tehdidi ile daha önceki 15 Temmuz darbe kalkışmasında rol aldığını itiraf edişi teorinin tabelasındaki "seçimli" terimini hükümsüz kılmaya yeter.
Siyasi rejimler tipolojisindeki söz konusu kategoride Doğu Avrupa, Latin Amerika, Orta Doğu, Asya'dan da ülkeler bulunması Türkiye'ye saygınlık ve meşruiyet veya mazeret kazandırmaz. Hele türünün en fahiş örneklerinden biri ise.
Kaldı ki siyasal İslam'ın her geçen gün mevzi kazandığı Türkiye'de rekabetin karşısında güçlü bir yapısal-ideolojik engel de vardır. Görüş farklılıklarını ve ayrılıklarını anında "fitne-fesat" doktrininin önüne atmaya hazır bir siyasal parti, bir parti devleti, bir yürütme organı hâlâ işbaşındadır ve din silahını her fırsatta kullanmaktadır. Eleştirilerin ve karşı önlemlerin daha radikal olma zorunluluğu vardır. Eleştiri eksikliği kadar eleştiri zayıflığı da aslında rekabet ve seçim tanımayan bir iktidarın eline oynamak demektir.