Bu iktidar zaten münazaralı bir konu olan özelleştirmeyi bir de yabancılaştırarak iyice suistimal etmiştir. Kamu kaynakları ve halkın serveti kendi deyimiyle yalnız "yerli ve milli" müşterilere değil yabancı, üstelik çoklukla siyaseten şaibeli kişilere ve gruplara da peşkeş çekilmektedir.
Bu yolla elden çıkarılan kamu varlıklarının listesini yinelemeyeceğim. İktidarın hata eseri değil bilerek isteyerek yaptığı kötü ve kötücül politik tercihlerin ve koyduğu önceliklerin en vahimlerinden biri olan özelleştirmeye ve özellikle yabancılaştırılmış özelleştirmeye "suç" olarak bakacağım.
Özelleştirme hukukundaki usullere uygun olarak yapılan özelleştirmelerin bile sosyal devlet anlayışına aykırı olduğunun tartışıldığı bir devirde, özelleştirmelerin yolsuz, ihalesiz, keyfi ve yürütme organının kliantelist tasarruflarına göre yapılıyor olması zaten eleştiri bombardımanı altındadır.
Hazine arazileri, ağır sanayi tesisleri, kamu iktisadi kuruluşları, elektrik, su, ulaşım, iletişim sistemleri başta olmak üzere, kamu hizmeti gören ve birinci derecede kendi özel çıkarlarını düşünen şirketlere bırakılmaması gerektiğine dair belli bir mutabakat olan alanlarda kamu çıkarı her zaman özel çıkarlardan üstün tutulur. Bürokratik harcamalara, israfa, örtülü harcamalara, parti fonlarına, yolsuz şahıslara kaydırılan özelleştirme gelirleri halkın refahından çalınmış demektir.
Zaten tartışmalı olan bu uygulamada bir de kamu varlıklarını az sayıda firmaya ve bir avuç oligarka düşük fiyatlarla ve işletme imtiyazlarıyla peşkeş çekme durumu varsa ve bu kurgudan yolsuz siyasetçi ve bürokratlar da pay alıyorsa halkın aleyhine muazzam bir servet transferi var demektir. Haksız iktisap yoluyla zenginleşmeye ve devlet garantili fahiş kârlara karşılık sistemik ve kastî bir yoksullaştırma var demektir.
Özelleştirilecek varlık hazine arazisi ise önce güdümlü yasama meclisinde kanunla statüsü değiştirilmekte, sonra imara ve turizme açılmakta, nihayet ihaleyle ya da doğrudan yürütme organının emriyle yerli ve yabancı şirketlere peşkeş çekilmektedir. Kâr garantileri ve vergi muafiyetleri arkadan gelmektedir.
Yukarıdaki mekanizmanın mantıksal uzantısı ülke arazisinin tümünün parsellenip yabancılara satılmasıdır. Devletin tanımlayıcı unsurları olan nüfus-arazi-egemenlik üçlüsünden taviz verilmesidir. Bu tasarruflar ve işlemler için emir veren, imza atan, bunları yerine getiren devlet personeli suç işlemektedir. Asli ve fer'i failler olarak sırasıyla sorumludurlar.
Uzman hukukçuların bu durumu suç ve ceza açısından daha iyi değerlendirmeleri beklenir. Kamu hukukunda yeterli imkanları bulacaklardır. Mevzuatta "haksız iktisap" düzenlemeleri olduğu gibi,
suçları da eklenebilir.
İnsan (veya hükümet) başkasının (halkın, köyün, köylünün) malını satabilir mi? Satamaz çünkü mülkiyetine sahip değildir. Gasp olur. Şirketlerin el koymasını himaye edebilir mi? Edemez. Zorbalık olur.
Yukarıdaki noktalar afaki sayılmamalı. Bir hükümet kamu varlıklarının ancak yönetimini ve işletimini üstlenebilir; mülkiyetine el koyarak bunların satıcısı olamaması gerekir. (Teorik olarak buna ancak halkın tek ve gerçek temsilcisi olan yasama meclisinin yetkisi olabilmelidir.)
Kısacası, şimdiye kadar daha çok "yanlış politika" diye nitelenen özelleştirmeye (özellikle de yabancılaştırmacı türüne) doğrudan doğruya bir "suç" fiili olarak bakmanın hukukunun geliştirilmesi lazımdır. Failleri de ilk fırsatta yargılanmalıdır. Olası bir "geriye dönüklük" çekincesi, mevzuatta mevcut imkanlarla bile aşılabilir.
Örneğin, Türk Ceza Kanunu'nun 152. maddesinde belli bir imkan görülmüyor mu?
(1) "Mala zarar verme suçunun
a) kamu kurum ve kuruluşlarına ait, kamu hizmetine tahsis edilmiş ve kamunun yararına ayrılmış yer, bina, tesis veya diğer eşya hakkında
b. … her türlü dikili ağaç, fidan veya bağ çubuğu hakkında
işlenmesi halinde "1-4 yıl hapis…"
(2) "Mala zarar verme suçunun
(a) yakarak…
(b) toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olmak suretiyle
(c) radyasyona maruz bırakarak
işlenmesi halinde 1 katına kadar hapis…"
Keza, TCK'nın 151. maddesinde:
"Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılmaz hale getiren kişi…dört aydan üç yıla kadar hapis…"
Ve Md. 154:
"(1) Bir hakka dayanmaksızın başkasına ait taşınmaz mal ve eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan… kimse altı aydan üç yıla kadar hapis…"
"(2) Köy tüzel kişiliğine ait olduğunu… bilerek mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz malları kısmen veya tamamen zapt eden, bunlar üzerinde tasarrufta bulunan … kimse hakkında …
(3) Kamuya ve özel kişilere ait suların mecrasını değiştiren kimse hakkında …"
Ve Md. 170:
"(1)
a. Yangın çıkaran,
b. Bina çökmesine, toprak kaymasına, çığ düşmesine, sel veya taşkına neden olan …
kişi altı aydan üç yıla kadar hapis …
Doğayı ve köyleri mahveden uygulamalara ilişkin cezaî hükümler TCK'nın Çevreye Karşı Suçlar (Md.181 ve 182) ve Kamu Sağlığına Karşı Suçlar (Md.185) bölümlerinde de var. Öyle ki, bugünlerde tanık olduğumuz zorbalık ve yağmalar için yazılmış gibiler.
Ülkenin coğrafyasını ve doğal kaynaklarını talan eden ve yağmalayan yerli ve yabancı şirketlerin işledikleri suçların listesi gibi maddeler yer alıyor TCK'da. HES'lerin, siyanürle altın aramaların, ormanları yakmanın ve ağaç kesmenin, dere yataklarını bozmanın, köylülerin arazilerini işgal ve istila etmenin, sel ve taşkına yol açmanın, hepsinin suç tanımları ve cezaları var TCK'da.