15 yıl kadar önceydi. Hiç unutmuyorum. Bir dostum aradı, "Gel birlikte güleceğiz" dedi. Ofisine gittiğimde benim gibi pek çok meraklı toplanmıştı. Meğerse "Kahkaha Yogası" yapacakmışız. Başladık gülmeye. Uzun bir süre birbirimizin garip haline bakarak güldük. Malum, gülme bulaşıcıdır. Karın kaslarımız ağrıdı, gözlerimizden yaşlar geldi ama çok eğlendik. Muhtemelen o Türkiye'de yapılan ilk kahkaha toplantılarından biriydi. Şimdi artık Mayıs ayının ilk Pazar günü pek çok ülkede kutlanan "Dünya Kahkaha Günü" nedeniyle o eğlenceli etkinliği anımsadım.
Pandemi sürecinde verdiğimiz can kayıpları ve yaşam tarzımızdaki değişiklikler psikolojimizi bozmaya devam ediyor. Doktorlar bu tip krizlerle mücadele edebilmek için moralleri yüksek tutmanın önemini vurguluyorlar. Bilim insanlarına göre gülmek pek çok olumlu etkinin yanında özellikle de bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Yani tam da bu dönemde ihtiyaç duyduğumuz bir destek.
Bu salgın sırasında gülmek için pek çok fırsat çıktı. Örneğin, başkan Trump'ın dezenfektan ile iç organlarda virüsü öldürme fikri çok komikti. Ona gülmek yerine onu ciddiye alanlar oldu. Dezenfektan içince fenalaşıp hastanelere gitmek zorunda kaldılar.
Şimdi kısaca gülmenin faydalarını hatırlayalım. Daha sonra da virüsten ve pandemi döneminde beni güldüren bazı konulardan bahsedeceğim. Umarım siz de, Dünya Kahkaha Günü'nde gülecek bir şeyler bulabilirsiniz.
Pek fazla bilinmez ama gülme konusuna odaklanan bir bilim dalı (gelotoloji) bile var. Gülümsemeden farklı olarak gülme sırasında yüzde ve bedende hareketlenme ve kahkaha oluşur. Gülmeyi çoğunlukla görsel ve işitsel uyaranlar tetikler. Şaşkınlık yaratan bir karşılaşma, bir fıkra veya beklenmedik bir başarı da kahkahalara neden olabilir. Stres oluşturan bir unsurun ortadan kalkması veya çelişkili bir olayla karşılaşılması durumunda da gülme gerçekleşir. Gülme sırasında beynin çeşitli bölgeleri uyarılması ile birlikte bedendeki çeşitli kas grupları harekete geçer ve nabız atışları yükselir. Yani spor yapmış gibi enerji tüketilir.
Gülmenin sağlığa etkisi konusunda çok sayıda bilimsel çalışma yapılıyor. Kahkaha atmanın en belirgin etkisi, bir yandan stres hormonlarını azaltırken bir yandan da mutluluk hormonu endorfinin salgılanmasını sağlamak. Başta bahsettiğim şekilde, gülmenin bağışıklık sistemini güçlendirdiği çeşitli araştırmalarda kanıtlanmış bulunuyor. Her derde deva olarak pazarlanan çay ve çorbaların aksine, gülmenin faydaları bilimsel çalışmalarla ispatlanmış durumda.
Kanserli çocukları tedavi ederken onları güldürmek için palyaço kıyafeti giyen Dr. Patch Adams ile ilgili filmi görmüş olabilirsiniz. Tedaviye ilaveten hastalarının moralini yükseltmeye çalışarak fark yaratan bir hekimin hikayesiydi. Dr. Adams ile bir konferansta yan yana gelmiştik. Yemek arasında herkesi çocuk gibi oynatıp kahkahalar attırarak eğlendirmişti.
Araştırmalara göre insanlar başkaları ile birlikteyken daha kolay ve daha uzun süre gülüyorlar. Biri kahkaha atmaya başlayınca etrafındakiler de ona katılıyor. Gülenlerin arasındayken ciddi tavır takınanlar hoş karşılanmıyor. Buna karşılık, zamansız gülme de rahatsızlık yaratıyor. Gülmek çok ilginç ve önemli bir sosyal davranış.
Nadiren de olsa gülerken ölenler olabiliyor. Toplu gülme krizi bile var. Tarihe geçen bir olayda, bin civarında insanın uzun süre kontrolsüz bir şekilde kahkaha attığı görüldü. 1962 yılındaki adı Tanganika olan Tanzanya'da bir kız öğrencinin yaşadığı sıkıntılara dayanamayarak gülmeye başlaması ile kahkahalar etrafa bulaşıcı hastalık gibi yayıldı. Okulların geçici olarak kapanmasına neden olan bu olay aylarca sürdü. Bu şartlarda gülmenin umutsuzluğa karşı bir çeşit başkaldırı olduğu söylenebilir.
Stres kaynaklı toplu gülmeler bir salgın (epidemi) olarak tanımlanırken, başta bahsettiğim kahkaha yogası 1998 yılında Hindistan'da Dr. Madan Kataria tarafından başlatılmış faydalı bir etkinlik. Günümüzde pek çok ülkede uygulanıyor. Parklarda bir grup insanın deliler gibi güldüğünü görürseniz şaşırmayın.
Gülme konusunu merak edenlere Türkçe kaynak olarak "Mizah, Gülme ve Gülme Bilimi" isimli kitabı öneririm. Yazarları olan Prof. Dr. Çağatay Güler ve Dr. Bilge Ufuk Güler'in soyadları bile bence konuya ne kadar yatkın olduklarını gösteriyor. Dr. Nilüfer Tanç'ın "Klasik Türk Edebiyatında Mizah" kitabını da keyifle okuduğumu belirtmeliyim. Enis Batur'un "Kara Mizah Antolojisi" de ilginizi çekebilir.
Artık pandemi döneminde dünyayı parmağında oynatan koronavirüs ile mücadelemize mizah penceresinden bakmanın zamanının geldiğini düşünüyorum.
Canlı mı cansız mı olduğu tartışılan virüsler, Rahmetli Aziz Nesin'in "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" karakteri gibidir. Serseri mayın gibi havada uçarken cansız sayılabilirler. Bir konağa yerleşince çoğalmaya başlar ve canlılar gibi hareket ederler. Dudakta uçuğa neden olan virüs (Herpes simplex) bence akıllı davrandığı için konak olarak seçtiği insanın vücudunda mutlu mesut yaşar. Onu süründürür ama öldürmez. Buna karşılık, AIDS virüsü (HIV) aşırı hırslıdır. Eğer daha önce başkalarına bulaşmayı beceremezse öldürdüğü konağı ile birlikte mezara gider. Bu vesile ile koronavirüse bir çift sözüm var; akıllı ol ve konağını öldürme. Basit bir gribe dönüşürsen her sene seni misafir ederiz.
Elektron mikroskobu görüntüsü dikene benzeyen bir virüsün koronavirüs (Latince taç virüsü) ismiyle yüceltilmesine ben şahsen itiraz ediyorum. Onu taca benzetebilmek için hayal gücünü iyice zorlamak gerek. Hiçbir kral veya kraliçenin ona benzeyen bir şeyi taç olarak başına koyacağını sanmam. Hadi onu deniz mayınına veya gürze benzetselerdi kabul ederdim. Keşfeden ben olsaydım ona hiç düşünmeden diken virüsü derdim.
Son dönemde insanlar isim verme konusunda çok garip davranıyorlar. Salgın sırasında çocuklarına Corona ve Covid adını verenler bile çıktı. Aklıma rahmetli Levent Kırca'nın çocuğunun adını Galatasaray koymak isteyen komik baba rolü geliyor. Pandemiden sonra çocukların Mutant, Varyant, Karan ve Tina diye çağırıldığını duyabiliriz. Ben ayrıca Kuantum, Tesla, Bitkoin, İntihal, Robot Can ve Yapay Zeki gibi yeni isimlerin verilmesini de bekliyorum.
Maske konusunda salgın sürecinde yaşanan ilginç deneyimlerden daha önce bahsetmiştim.
Her şeye burnunu sokan vatandaşlarımızın hâlâ maskeye burnunu sokamadığını görüyorum. Oysa burun ağıza kıyasla çok daha fazla hava alıp verdiği için sadece ağzı kapatan maskenin hiç faydası olmuyor. Burnundan soluyan milletime duyurulur.
Bazı insanlar gözleriyle görmedikleri şeylerden korkmuyor. Bir kısmı da küçücük bir virüsün gücünün kendilerine yetmeyeceğine inanıyor. Bir de sigara içenler var, onlar galiba dumanın kendilerini virüse karşı koruduğunu düşünerek maske takmıyorlar. Ayrıca çevrelerindekileri korumak için onlara da duman üflüyorlar.
Salgının başlangıcından itibaren, "Maskeleri yakında çıkarıp atacağız" diye cesurca konuşan koca koca uzmanlar olmuştu. Maskeyi atmayı yanlış anlayanlar onları yerlere atmaya başladılar. Buna karşılık, karantina uygulayarak maskeleri atan ilk ülke Yeni Zelanda oldu. Hızla aşılama yapan ABD, İsrail ve İngiltere gibi ülkeler de yakında normalleşecek ve maskeden kurtulacak gibi görünüyor.
Uzun süredir maske ve mesafe önlemlerini ciddiye almayan vatandaşlarımız, her fırsatta kalabalık toplantılara, kutlamalara ve cenazelere koşuyorlardı. Kovid hastasını ziyarete giden mi ararsınız, karantinadan sıkılıp arka kapıdan sokağa kaçan mı? Vaka sayısının nüfusa oranında Türkiye'nin dünyada ilk sıraya yerleşmesine şaşırmamak gerek. Maskeye girmeyen burunlar fark yaratmıştır! Tam kapanmaya da bayram kutlar gibi kafileler halinde girdik.
Koronavirüs, TV ve sosyal medyadaki komplo teoricilerinin maharetlerini göstermeleri için ciddi bir fırsat yarattı. Çin'in Wuhan bölgesinde salgın haberleri ortaya çıkar çıkmaz, komplocular maharetlerini göstermeye başladı. İlkin bu biyolojik saldırının bir Amerikan tezgahı olduğunu söylediler. İddialarını renkli hikayelerle süslediler. Tarihe meraklı olanlar, eskiden vebalı cesetlerin, kuşatma yapan ordular tarafından kalelere fırlatıldıklarını anlattılar. Bir kısmı da veba mikrobu taşıyan pirelerin Japon uçakları tarafından Çin'e atıldığından bahsettiler. Şarbon mikropları içeren zarfların posta ile gönderilmesini de yakın dönemin biyolojik terör örneği olarak verdiler.
Çin'den sonra salgın İran'da görülünce, komplocular çok keyiflendiler. Bunun Amerikan tezgahı olduğunun teyit edildiğini söylediler. Çünkü İran da Çin gibi Batı'da pek sevilmiyordu.
Ne yazık ki ilk teorilerin ömrü kısa oldu. Beklenmedik bir şekilde, İtalya'da vakalar hızla artarken, Çin'de her şey kontrol altına alınınca kafalar karıştı. Öte yandan, Amerika'da vakalar hızla yükselmeye başlayınca, bazı uyanık komplocular ustaca manevra yaparak yeni duruma uyum sağladılar. Artık virüsün Çin'deki bir laboratuvarda özel olarak hazırlandığını ve Amerika'ya saldırmak için kullanıldığını iddia etmeye başladılar. Hatta Trump seçimi kaybetsin diye salgının başlatıldığını söyleyenler bile oldu. Trump da Çin'i suçladı ama anlaşılan seçmenler ikna olmadı.
Bence en yaratıcı komplo teorisi salgının 5G'den kaynakladığı iddiası idi. İnternet üzerinden yayılan bir salgın dijital çağa çok yakışmıştı. Ne yazık ki bu balon da çabuk patladı. Bir daha gündeme gelmedi. Aslında virüs 5G ile yayılabilse ve Bill Gates de aşı üretip piyasaya sürseydi komplocular için çok güzel bir hikaye olurdu.
Pandeminin ilk günlerinden itibaren, salgının aşı satmak isteyenlerin tezgahı olduğu iddiasını ortaya atanlar oldu. Batılı ilaç şirketlerinin, aşısını geliştirdikten sonra salgını başlatmış olması çok sinsi bir plan olurdu. Almanya'da yaşayan Türklerin geliştirdiği bir aşı piyasaya çıkınca, komplocular şaşırıp kaldılar. Son söz olarak, Prof. Dr. Uğur Şahin'in aksanını beğenmediklerini söylediler.
Önemli bir komplocu da aşının mikroçip içerdiği iddia etti. Anlaşılan birileri aşılama bahanesi ile bizi uzaktan kontrolü altına alacaktı. Hakkını teslim etmek gerek, teknolojinin bu kadar gelişebileceğini tahmin etmek olağanüstü vizyon gerektiriyor.Bu komplocuların hayal gücünü araştırmaya yönlendirebilseydik şimdiye kadar kendi aşımızı üretmiş olurduk.
İddialı bir komplocu da Batılıların aşılama yoluyla bizi kısırlaştırmaya çalıştığını söyledi. Nüfusumuzun yüksekliği onları ürkütüyormuş. Oysa bizim aşılar o günlerde Çin'den yani doğudan geliyordu. Onların nüfusu ise bizden yeterince fazla. Galiba pandeminin komplocuların kafalarını karıştırmasını anlayışla karşılamak gerekiyor.
Bu salgın sürecinde, bilim dünyasına meydan okuyan yaratıcı teoriler de ortaya atıldı. Yok efendim yazın virüs yok olurmuş. Kar yağınca mikroplar kırılırmış. Hatta bu salgının kaynağı meğerse virüs bile değilmiş, aslında o bir bakteriymiş. Hatırlayın bir de mucizeye benzer bir olay yaşamıştık. Bir hafta sonunda bir milyon vatandaşımız aniden iyileşivermişti. Bilim dünyası artık bizdeki gelişmeleri takip etmekte çok zorlanıyor.
Bugünlerde Hindistan'da da durum çok kötü görünüyor. Yoğun bakımlarda yer yok ve yeterince oksijen bulunamıyor. Orada inek sidiğinin virüse karşı insanları koruduğuna dair iddialar tartışılıyor. Hatırladığım kadarı ile bizde de deve sidiğinin faydaları ile ilgili felsefi bir tartışma yapılmıştı. Gülecek bir şey her yerden çıkıyor.
Şaka bir yana, koronavirüs ile ilgili bilim dünyasında uzun süredir bir salgın beklentisi vardı. Almanya'daki Robert Koch Enstitüsü 8 yıl önce koronavirüs kaynaklı salgın ihtimalinden bahseden bir rapor yazmıştı. Bu uyarıya rağmen yeterince hazırlık yapılmadığı için dünya gafil avlanmış bulunuyor. Bizler de komplo teorisyenlerinin renkli doğaçlamalarını tartışıyoruz.
Bence bu şartlar altında pandemi ile mücadele etmenin en iyi yolu bizim de kahkaha atarak moralimizi yüksek tutmamız olacak. Dünya Kahkaha Günü, yani bugün gülmeye başlamak için en uygun zaman. Henüz aşı olamadıysanız da enseyi karartmayın. Bağışıklığınızı tetiklemek için, benim gibi siz de etrafınızda kahkaha ile gülecek bir şeyler bulabilirsiniz. Ben bu yazıda gülünç bulduğum bazı örnekler verdim. Siz de ararsanız gülecek bir şeyler bulabilirsiniz. Örneğin, pandemiden sonraki dünyanın ne kadar gülünç olabileceğini düşünebilirsiniz. Varsayalım ki artık herkes maske ile dolaşacak ve kimse kimseye dokunmayacak. 65 yaş üstündekiler bir daha hiç sokağa çıkmayacak. Çocuklar okula, seyirciler maçlara ve konserlere gitmeyecek. Öyle bir dünya bence çok gülünç olurdu.
Sizler nelere gülüyorsunuz? Benimle de paylaşırsanız çok sevinirim.
Kahkaha gününüzü kutlar, keyifli gülüşler dilerim.