6 Şubat 2023 sabahı Kahramanmaraş merkezli deprem, 11 ilimizde 50 binin üzerinde can kaybına neden oldu. Tamamen yıkılan ve farklı seviyelerde hasar alan konutların sayısı 100 binlerle ifade ediliyor. Yeniden inşaat maliyetinin 100 milyar doların üzerinde olması bekleniyor. Moloza karışan şahsi eşyaların değeri bu rakamın dışında. Ayrıca, bölgedeki sanayi ve ticaretin aksamasının ulusal gelirde önemli bir düşüşe neden olması bekleniyor. Moloz dağlarının çevreye ve özellikle su kaynaklarına ne kadar zarar vereceği ise hesaplanamıyor.
Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra, yapılan bütün uyarılara rağmen ne İstanbul'da ne de Kahramanmaraş gibi deprem riski taşıyan bölgelerde gerekli önlemler alındı. Kullanılamaz hale gelen Hatay Havalimanı'nın, DSİ'nin uyarılarına rağmen fay hattına kurulmuş olduğu ortaya çıktı. Bölgede birçok hastane, belediye ve kamu binası yıkıldı.
Son dönemde yaşadığımız felaketler sadece depremlerle sınırlı kalmadı. 15 Mart 2023'te Şanlıurfa'da yaşanan sel felaketi sırasında, dere yatağına yapılmış alan yollarda ve alt geçitte 20 can kaybettik. Geçen yıllarda Soma ve Amasra maden kazalarında ise 350 civarında kayıp vermiştik. Tren kazalarındaki kayıpları da unutmamak gerekiyor. Marmara Bölgesi'nde arıtılmadan denize verilen atık suların yarattığı müsilaj deniz canlıları için felakete dönüşmüştü.
Başta mühendislik olmak üzere çeşitli alanlarda Avrupa'nın gerisinde kalmak, Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük toprak kayıplarına neden olmuştu. Cumhuriyetin ilk yüz yılı sona ererken bu mühendislik felaketlerinin yaşanması, ikinci yüz yılda karşımıza çıkabilecek sorunlara yeterince hazırlıklı olmadığımızı gösteriyor.
Bütün bu yaşananlarda, mühendisliği ciddiye almamanın önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Deprem bölgesinde, dört katlı bina izni olan yerlerde imar değişikliği ile 14 kata onay verildiği söyleniyor. Binaların kolonlarını kesenler de ilave kat çıkanlar da görmezden gelinmiş. Tutuklananlar müteahhitler ve yetkililer olsa da bu projeleri imzalayanların mühendis olması nedeniyle, yaşananları bir mühendislik felaketi olarak tanımlıyorum. Maraş depreminde yakınlarını kaybetmiş bir mühendis olarak, bu yaşananlardan bazı dersler çıkarmak gerektiğini düşünüyorum.
Antik medeniyetlerden günümüze mühendislik
Mühendisler; matematik, fizik ve kimya gibi temel bilimler yanında geometri ve tasarım tekniklerinden yararlanarak sorunlara çözümler bulur ve toplumların yaşam kalitesini yükseltir. Kısaca tanımlamak gerekirse mühendislik, bilim ve teknolojideki keşif ve icatların ürün ve hizmetlere dönüştürülmesidir.
Antik medeniyetler tarafından asırlar önce yapılan sayısız tapınak, köprü, su yolları, yel ve su değirmenleri hâlâ kullanılabilir durumda. O dönemlerde geliştirilen teknolojiler sadece inşaat ile de sınırlı değildi. Madenler işlenerek eşyalar, silahlar ve makineler yapıldı. Dokumalar, seramikler ve camlar üretildi. Okyanuslardaki fırtınalara bile dayanabilen gemiler tasarlandı.
Müslümanlar; Çin, Hint ve Yunan medeniyetlerinin birikimlerinden yararlanarak mühendislik alanında önemli başarılar sağladı. Örneğin; pusula, su saatleri, barut, kâğıt ve ipek geliştirilerek üretildi. Matematik, geometri, astronomi ve tıp gibi pek çok alanda ilerlemeler kaydedildi. 8. yüzyılın sonunda Harun El Reşid, Şarlman'a su saati hediye etmişti. Barutlu silahlar, Haçlılara karşı savunmada kullanıldı.
Ustaların çıraklara öğrettiği teknikler; inşaat, maden, malzeme, gemi, ziraat ve tekstil gibi geleneksel mühendislik dallarının temellerini attı. Günümüzde ise mekatronik, robotik, biyokimya ve yazılım gibi alanlar, gelişmiş ülkelerin daha da güçlenmesine neden oluyor.
Osmanlılarda mühendislik
İstanbul'un fethinde, Macar Urban'ın desteği ile dökülen büyük toplar surların yıkılmasını sağladı. Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra Venedik'ten bir ressamla birlikte madalyon, gözlük ve saat ustaları talep etti. Anlaşılan, Fatih o tarihte Avrupa'daki teknolojik gelişmelerin farkındaydı.
Uluğ Bey'in Semerkant'ta kurduğu bilim merkezi ve rasathanesinin yıkıldığını öğrenen Fatih, oradan ayrılmak zorunda kalan Ali Kuşçu'yu İstanbul'a davet etti. Ondan yararlanarak fen derslerini medrese müfredatına koymaya çalıştı. Fatih'in mühendislikte geri kalınmasını engellemeye gayret ettiği anlaşılıyor.
Bu sırada, Rönesans'ı yaşayan Avrupa'da, Leonardo da Vinci (1452-1519) gibi mühendisler mekanik aletlerin tasarımında perspektiften yararlanmaya başlamıştı. Keşif ve icatlar hakkındaki kitaplar, haritalar ve çizimler matbaa ile hızla yayılıyordu. Üniversitelerde temel ve uygulamalı bilim dersleri veriliyordu.
Sultan III. Murad döneminde İstanbul'da kurulan Takiyüddin rasathanesi ve bilim merkezi uğursuzluk getirdiği gerekçesi ile 1580'de yıkıldı. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu'nda bilimsel çalışmaların durakladığının işareti oldu. Nihayet 1868 yılında bir rasathane daha kurulacak, ne yazık ki o da 1909'da yıkılacaktı. 1911'de tekrar kurulması gerekecekti.
Takiyüddin rasathanesindeki ölçü aletlerinin, dönemin en iyileri olduğunu vurgulayan İslam bilim tarihi uzmanı Prof. Dr. Fuat Sezgin, 16. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında bilim ve teknoloji konusunda önemli bir çalışma yapılmadığını söylemişti. Buna karşılık, Batı'da keşif ve icatlar her alanda etkisini gösteriyordu. Hafif ve uzun menzilli toplarla donanan Avrupa'nın çevik yelkenlileri, savaşlarda büyük üstünlük sağlıyordu.
Fatih Medreselerine giriş için ön hazırlık 8 yıldı. Daha sonra gelen padişahlar döneminde ise medreselere hazırlık önce 5 yıla, sonra da 2 yıla kadar indirilmişti. 17. yüzyılda Koçi Bey ve Kâtip Çelebi, medrese eğitimindeki sorunları işaret etmişti. Bir yanda liyakatsiz hocalar, bir yanda da askere gitmemek için medreselere yerleşen öğrenciler vardı. Matematik, geometri ve doğa bilimleri eğitimi yetersizdi. Mühendis ve hekim ihtiyacı karşılanamadığı için, Fransa ve Almanya'dan gelen uzmanlar görevlendiriliyordu. Sarayda da çalışan bu yabancılara Taife-i Efranciye (Fransız Tayfası) ismi verilmişti.
Prof. Dr. Suraiya Faroqhi, Osmanlı'nın 17. yüzyılda Avrupa'daki teknolojik yeniliklere soğuk baktığına işaret ediyor. Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan, "Sultanın Casusları" kitabında Avrupa'daki askeri gelişmelere yönelik casusluk faaliyetlerine karşın, keşif ve icatlara ilgisiz kalındığını anlatır. Yeni silahlarla donanmış Avrupa ordularına karşı savaşlar kaybedilince, teknolojik yenilenme zamanının geldiği anlaşıldı.
Mühendislik eğitimi için aranan destek Fransa'dan geldi. 1737'de Fransız Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa) tarafından kurulan Hendesehane'de (geometri evi) mühendislik eğitimi başlatıldı. Daha sonra, 1773'te tersane ve denizcilik için Mühendishane-i Bahri Hümayun, 1795'te de topçuluk için Mühendishane-i Berri Hümayun oluşturuldu.
Avrupa'da buhar makinelerinin kullanımı ile gerçekleşen Sanayi Devrimi, mühendislik alanlarında önemli bilgi birikimine neden oldu. Osmanlıların yenilenme gayreti, Avrupa ile sanayi, ticaret ve ekonomi alanlarında rekabet etmek için yeterli olmadı.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e mühendislik
Osmanlılar tarafından kurulan Darulfünun, mühendishaneler ve Tıbbiye Mektebi, Cumhuriyet döneminde üniversite olarak yeniden yapılandırıldı. Yurt dışına gönderilen gençlerle birlikte bir eğitim seferberliği başlatıldı. Naziler tarafından Almanya'yı terk etmeye zorlanan akademisyenlerin gelişi ile üniversitelerde ciddi bir yenilenme yaşandı.
Yıllar içinde, İstanbul, Ankara ve İzmir'den başlayarak yurdun çeşitli bölgelerinde farklı nitelikte çok sayıda üniversite kuruldu. Buna karşılık, bilimsel ve teknolojik çalışmalara yeterince değer verilmedi. Örnek olarak, İBB Başkanı Dr. Kadir Topbaş zamanında, Japonya Uluslararası İş Birliği Ajansı (JICA) ile birlikte hazırlanan İstanbul Metropoliten Planının (İMP) rafa kaldırılması verilebilir. Bu plan, İstanbul'u oluşturan iki dar yarımadada, sadece 10 milyon insan için yaşam alanlarını ve ulaşım sistemini içeriyordu. Sanayi bölgelerinin şehirden uzaklaştırılması ile pek çok önemli sorun çözülebilecekti.
2010 yılında İSO Sanayi Kongresinde konuşan Prof. Dr. Ricardo Hausmann da İstanbul'a yeni yatırımların yapılması durumunda, beklenen Marmara depremi sırasında ülkenin ciddi sorunlar yaşayacağını söyledi. Özellikle, yeni sanayi ve yerleşim bölgelerinin başka şehirlerde oluşturulması için yaptığı öneri de dikkate alınmadı. İstanbul'da yapılaşma artarak devam etti. Şimdi nüfus 20 milyona doğru ilerliyor.
Son dönemde yer bilim uzmanları, Marmara depreminin olağanüstü büyük bir felakete hatta ülke için beka sorununa neden olacağını söylüyor. Bu nedenle, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul'da mevcut riskli binalarla ilgili önlemleri tartışmak için bilim insanları ile toplantılar başlattı. Aslında mesele depremle sınırlı değil. Küresel iklim krizi, kuraklık, çevre kirliliği ve göçlerin, başta İstanbul olmak üzere bütün Türkiye için neden olacağı sorunlar hâlâ yeterince önemsenmiyor. Örneğin, su havzaları temelli bir tarım, yerleşim ve sinai kalkınma modeli oluşturulmuyor.
Bu tabloya bakarak, cumhuriyetin ikinci yüzyılında karşımıza çıkabilecek ciddi sorunları çözmek için mühendislik mesleğinin yeniden yapılanması gerektiğini düşünüyorum.
Mühendislik mesleğini yeniden yapılandırmak
Son 50 yılda kurulan devlet ve vakıf üniversitelerinde çok sayıda mühendislik bölümü açıldı. Ancak onların pek çoğunda; akademisyen, laboratuvar, atölye ve kütüphanelerin yetersiz olması eğitim sorunu yaratıyor. Zaten PISA sonuçları da gençlerin üniversite yerine giriş sınavlarına hazırladığını gösteriyor. 2020 yılında yapılan bir araştırmaya göre OECD ülkeleri arasında eğitimden memnuniyet oranının en düşük olduğu ülkeyiz.
Uluslararası kuruluşlar ve URAP tarafından yapılan çalışmalar, üniversitelerimizin küresel rekabette arka sıralarda kaldığını gösteriyor. Üniversitelerimizde üretilen az sayıda bilimsel yayın, patent ve faydalı model, iş dünyasına katkı sağlamıyor. Artık, neler yapılması gerektiğini tartışmanın zamanı geldi.
Üniversiteler ve meslek yüksek okulları
129 devlet ve 75 vakıf üniversitesinde kayıtlı 8 milyondan fazla öğrencimiz var. Bu sayı, benzer nüfusa sahip ancak ekonomisi ülkemizin dört katı olan Almanya'nın öğrenci sayısının yaklaşık 2,5 katı. Doğal olarak bizde diplomalı işsiz sorunu oluşuyor. Buna karşılık, Almanya'da doktora öğrencileri bizdekinin iki katı. Onların büyük bir kısmı da mezun olduktan sonra sanayide çalışıyor. Benzer tablo, dünyada en çok doktoralı mezun veren Çin'de de görülüyor.
Üniversitelerimizdeki 68 rektörün hiçbir uluslararası yayını olmadığı ve 71 tanesinin de yayınlarının hiçbir atıf almadığı ortaya çıkmıştı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, bir veterinerin hukuk fakültesine dekan olmasından dolayı rahatsız olduğunu söylemişti. Bu tablo, üniversitelerin akademik kalitesi hakkında ipucu veriyor.
Günümüzde küresel rekabeti belirleyen, robotik, biyokimya, elektronik gibi alanlarda laboratuvar kurmak çok pahalıya mal oluyor. Katma değerli ürün ve hizmetlere dönüşebilen yayın ve patentlerin üretilmesi için, akademisyenlerle birlikte çok sayıda lisansüstü ve özellikle de doktoralı uzmanların çalışmaları gerekiyor.
Türkiye'deki sınırlı araştırma-geliştirme kaynaklarını, küresel ölçekte başarılı olabilecek seçilmiş araştırma üniversitelerine yönlendirerek mükemmeliyet merkezleri oluşturmak gerekiyor. Bu nedenle, üniversite sayısının en fazla 50 civarında olması gerektiğini düşünüyorum. Diğer üniversiteler de ara kademe teknik eleman ihtiyacını karşılayacak şekilde meslek yüksekokullarına dönüştürülebilir. Bölgesel sanayiye yönelik uzmanlaştıkları takdirde, diplomalı işsizlik sorunu da çözülebilir.
Üniversitelerde verilen eğitimin kalitesini denetlemek üzere YÖK tarafından kurulan sistem yeterli olamadı. 2000li yılların başında İTÜ, Amerikan üniversitelerinde yaygın olarak kullanılan ABET kalite denetim sisteminden onay aldı. Bu dönemde, Mühendislik Dekanları Konseyi tarafından eğitim kalitesini denetlemek üzere kurulan MÜDEK de denetim yapmaya başladı.
Üniversite sayısının fazlalığı giriş puanlarının düşmesine neden olduğu için, hazırlıksız öğrenciler de mühendislik bölümlerine girebiliyor. İş dünyasındaki ihtiyacın çok üstünde mezun verildiği için işsiz kalan mühendisler sanayide ara kademelerde çalışıyor.
Mühendislik bölümlerinin sayıları belirlenirken, başta iş dünyasının ihtiyacı olmak üzere, akademisyen sayısı, laboratuvar, atölye imkânları yeniden değerlendirilmelidir. Mühendislik müfredatındaki derslerin de iş dünyasındaki gelişmelere göre güncellenmesi gerekiyor. Ancak akademisyenler bu ihtiyaçlara uygun konularda ders vermedikleri için eski müfredata devam ediliyor. Ayrıca öğrencileri kariyer alternatiflerine hazırlayacak seçmeli dersler de yetersiz kalıyor.
Üniversiteler için en önemli sorunların başında yeterli akademisyen bulunmaması geliyor. Akademisyenlerin büyük bir kısmı, birkaç büyük şehirdeki üniversitelerde yoğunlaşıyor. Onların pek çoğu da lisans eğitimi aldığı kuruluşta, yüksek lisans, doktora, doçentlik ve profesörlük seviyelerini tamamlayıp emekli oluyor. Bu bölümlerde profesör sayısı artarken doktoralılar ve araştırma görevlileri azalıyor. Bu şekilde, teknolojik yeniliklere mesafeli durağan meslek anlayışı hâkim oluyor.
Yabancı dil bilgisi yeterli olmayan akademisyenler yurt dışında çalışma yapamıyor ve iş birlikleri oluşturamıyor. Bazı akademisyenler de terfi edebilmek için önemsiz dergilerde yayın yapıyor.
Akademisyenlerin ve öğrencilerin İngilizce seviyeleri yeterli olmadığı zaman, İngilizce yapılması planlanan dersler Türkçe veriliyor. Bu durumda, yurt dışından gelen öğrenciler dersleri takip edemiyor.
Yabancı dil bilen akademisyenler ise ücret farkı, araştırma imkanları ve öğrenci kalitesi nedeniyle yurt dışına gitmeye çalışıyorlar. Mühendislik bölümlerinin sayısı azaltılarak mükemmeliyet merkezlerine dönüşmesi durumunda, akademisyenlere sağlanacak imkânlar iyileştirilebilir. Bu durumda akademik beyin göçü tersine döndürülebilir.
Yapay zekâ, robotik, oyunlaştırma, animasyon ve simülasyon gibi teknolojiler artık mühendislik eğitim ve uygulamalarında kullanılıyor. Bu konularda yeterince bilgi sahibi olmayan akademisyenlerin de eğitilmesi gerekiyor.
Mühendislik bölümlerindeki sorunlardan biri de akademisyenlerin iş dünyasında uygulamalı projelerde yani fabrikada, şantiyede veya madende çalışmış olmamaları. Bu deneyime sahip olmayanlar, iş dünyası ile iş birliği yapmak konusunda yetersiz kalıyor. Akademisyen seçiminde, iş dünyasında deneyimin talep edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu amaçla, endüstriyel sorunların çözümüne yönelik doktora çalışmalarının yapılması faydalı olabilir.
Mühendislik öğrencilerinin staj yaparak iş dünyasını tanımaları beklenir. Aslında mevcut staj uygulamaları bu konuda yetersiz kalıyor. Bu sorunu çözmek için Prof. Dr. Mustafa Özcan tarafından geliştirilen, "İş Yerinde Üniversite" kavramı ve COOP uygulamalarından yararlanılıyor. ETÜ'deki "Ortak Eğitim" yaklaşımı, üniversite ile iş dünyası arasında köprü oluşturmak için iyi bir örnek. Uzun staj uygulamaları, mühendislik müfredatı ile iş deneyimini birleştirme fırsatı yaratıyor.
Aslında, iş dünyasında mesleklerin geçirdiği dönüşüme göre, derslerin içeriğinin güncellenmesinde yarar var. Bu şekilde mezunların mesleki başarı şansı artabilir.
Almanya ile kıyaslandığında Türkiye'de 5 milyon civarında fazladan üniversite öğrencisi var. Onların ülkeye ve ailelerine yıllık maliyeti onlarca milyar doları buluyor. Çalışmadıkları için kaybedilen ekonomik değerin de benzer boyutta olduğu tahmin edilebilir. Aslında bu öğrencilerin, orta öğrenim aşamasında meslek liselerine veya meslek yüksek okullarına yönlendirilmesinde yarar var. Bu şekilde sanayideki teknik eleman açığı kapatılabilir.
Mühendislik eğitimine hazır olmayan öğrencilerden bazıları, derslerde başarılı olmak için kopya çekiyor. Onlara tez ve ödev yapmakta uzmanlaşan şirketlerde akademisyenler bile çalışıyor. Artık, noter tasdikli sahte diplomaların adrese teslim edildiği söyleniyor.
Türkiye'deki en iyi üniversitelerden mezun olan mühendis ve doktorların beyin göçü de bir sorun. Bu da ciddi bir insan kaynağı ve mali kayıp anlamına geliyor. Buna karşılık, ülkemize göç edenler arasında eğitim seviyesi yüksek olanlar Avrupa veya Amerika'ya gidiyor. Kalanların çoğu vasıfsız işçi olarak çalışıyor.
Gelişmiş ülkelerde mühendislik, hukuk ve tıp mezunları için yeterlilik ve yetkinlik sınavları kullanılıyor. Ülkemizde de tıp ve diş hekimliğinde uzmanlık eğitimi alabilmek için TUS ve DUS sınavları uygulandığını hatırlamakta fayda var. Türkiye'de de mühendisler için "Yetkin Mühendislik" kavramını tartışmanın zamanı geldi.
Aynı üniversiteden birlikte mezun olan mühendisler, meslek yaşamlarında farklı performans gösterebiliyor. Ben de başarısız olan bazı arkadaşlarımın farklı mesleklere geçiş yaptıklarına şahit oldum. Öte yandan, üniversiteler ve bölümler arasındaki farklar arttıkça, mezun kalitesi büyük çeşitlilik gösteriyor. Sadece diplomaya bakarak, gençlerin mesleki bilgi ve becerisi seviyesini ölçmek mümkün olmuyor.
Bu nedenle, ABD'de geliştirilen "Profesyonel Mühendis" (PE) kavramı, mühendislik hizmetlerinde asgari kalite standardını sağlamayı hedefliyor. Bu model, Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerde de uygulanıyor. Türkiye'de de İTÜ tarafından "Yetkin Mühendis" belgesi için bir uygulama başlatılmış olmasını ben önemli buluyorum.
"Yetkin Mühendis" belgesine sahip olmak isteyen yeni mezunlar, ilk aşamada "Temel Mühendislik" (Fundamentals of Engineering, FE) sınavına giriyor. Başarılı olanlar, sektörde dört yıllık mesleki deneyim edindikten sonra "Yetkin Mühendislik" (Principles and Practice of Engineering, PE) sınavı alıyor. Başarılı olanlara, yerel ve uluslararası projelere imza atma yetkisi verilebiliyor.
Mühendislik hizmetlerinde kalite standardının oluşturulması ve uygulanabilmesi için, sadece Yetkin Mühendis olanlara projelere imzalama ve denetim yetkisi verilebilir. Böylece yakın dönemde yaşadığımız mühendislik felaketlerini tekrar yaşamamak üzere, yapılacak projelere daha fazla güvenebiliriz.
Sahte diploma ve diploma kiralama gibi tartışmaların gündemde olması nedeniyle, Yetkin Mühendislik konusunda meslek odalarının görev alması gerektiğini düşünüyorum. Gerekirse, yetkin yerine uzman, kıdemli veya profesyonel mühendis gibi daha çok beğenilen bir unvan da bulunabilir. Her hâlukârda, TOBB önderliğinde Yetkin Mühendislik kavramının yaygınlaşması ve "Yetkin Mühendislik Mesleki Kalite ve Etik Kurulları" oluşturulması gerekebilir. Yetkin Mühendisler, yeni mesleki eğitimler alarak imza yetkilerini devam ettirebilirler.
Temel Mühendislik ve Yetkin Mühendislik sınavlarında başarılı olamayan gençlere diploma veren üniversitelerin de gözden geçirilmesi gerekir. Eğitim kalitelerini yükseltmedikleri takdirde Meslek Yüksek Okuluna dönüştürülmeleri düşünülmelidir.
Son Söz: Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için "yetkin Mühendisler" yetiştirmek gerek
Cumhuriyetin ilk yüzyılının sonunda yaşadığımız felaketler, mesleki sorumluluklarını yerine getirmeyen mühendislerin, müteahhit ve yetkililerin hatalarına göz yumduklarını gösteriyor. Kaliteli mühendislik olmadığı zaman felaketler ve can kayıpları artıyor. Artık, mühendislik eğitiminin ve uygulamalarının mercek altına alınması gerekiyor.
Ülkemizdeki 200'den fazla üniversitede, iş dünyasının ihtiyacının çok üstünde mühendislik kontenjanı açılıyor. Yeterli akademisyene ve laboratuvarlara sahip olmayan bölümlere, mühendislik eğitimine hazır olmayan öğrenciler kaydoluyor. Sonuç olarak, diplomalı işsizlik sosyal ve ekonomik bir soruna dönüşüyor.
Ülkemizin kaynakları, küresel ölçekte başarılı olabilecek 50 civarında üniversiteye odaklandığı takdirde, onların mühendislik alanlarında mükemmeliyet merkezlerine dönüştürülmesi mümkün olabilir. Diğer üniversiteler de iş dünyasında ihtiyaç duyulan ara kademe teknik eleman yetiştirmek üzere meslek yüksek okulları şeklinde yeniden yapılandırılabilir.
Yaşamsal önemi olan alanlarında, "Yetkin Mühendislik" standardına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yeni mezunlar, meslek yaşamına başlamadan önce Temel Mühendislik sınavında başarılı olmalıdırlar. Bu aşamadan itibaren dört yıl mesleki deneyim kazandıktan sonra Yetkin Mühendislik sınavından geçmeleri durumunda, projelere imza atmak ve denetim yapmak yetkisi alabilirler.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında karşımıza çıkabilecek felaketlere karşı "Yetkin Mühendisler" yetiştirmenin zamanı geldi. Ancak bu şekilde, gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke teslim edebiliriz.