Milattan önce 10 bin civarında buzul çağının sona erdiğini ve Avrasya kıtasının tarıma uygun hale geldiğini biliyoruz. Son yıllarda geliştirilen bilimsel yöntemlerle milattan sonra iki defa önemli soğuk dönemler yaşandığına dair ölçümler yapıldı. Karanlık Çağın Buzul Çağı olarak isimlendirilen ilk soğuk dönemin MS 4. yüzyıldan başlayarak 9. yüzyıla kadar devam ettiği anlaşılıyor. Bu dönemde tarımsal üretimin azalması ve kıtlık ile birlikte Jüstinyen vebası olarak bilinen salgınının yaşandığı biliniyor. Nüfus kayıtlarının güvenilir olmaması nedeniyle, o dönemdeki salgın ve kıtlık kaynaklı kayıpların boyutu hâlâ tartışılıyor.
MS 900 ile 1300 yılları arasında birkaç yüzyıl boyunca ısınma görüldükten sonra Avrupa'da Küçük Buzul Çağı'nın, 13. yüzyıldan itibaren yaşanan soğuk dönemde kıtlıklar ve vebanın yaygınlaşması kayıtlara geçiyor. Kara Ölüm olarak isimlendirilen yaygın veba salgınının Avrupa'da 70 milyon civarında kayba neden olduğu tahmin ediliyor.
Küçük Buzul Çağı'nda Osmanlı'nın en çok etkilendiği zaman 16. ve 17. yüzyıllar oldu. Bu dönemdeki sıcaklık düşüşünün Güney Amerika'da Avrupalılar tarafından neden olunan kıyım ve hastalıklar sonucunda azalan nüfustan kaynakladığı düşünülüyor. Bu şekilde azalan tarımsal faaliyetler Fransa kadar geniş bir bölgenin hızlı bir şekilde ormana dönüşmesine yol açmıştı. Bu şekilde atmosferde azalan karbondioksitin küresel soğumaya neden olduğu iddia ediliyor.
Bu dönemde veba ile ilgili kayıtların incelenmesi sonucunda Osmanlı'da salgının sıklığının ve verilen kayıpların giderek arttığı görüldü. Azalan tarımsal üretim ve kıtlık, göçlerle birlikte salgının daha da yaygınlaşmasına neden oldu. Bu gelişmeler Anadolu'da genç işsizliğinin artışına ve buna bağlı olarak Celali olarak adlandırılan isyanların çıkması ile sonuçlandı. Köroğlu ve Kiziroğlu Mustafa Bey ile ilgili türküler ve hikâyeler bu dönemdeki isyanlardan miras kaldı.
Kaçgunluk olarak isimlendirilen dönemde tarım alanlarının terkedilmesi ile köylerdeki nüfus azalırken insanlar şehirlerde ve dağlarda yaşamaya çalıştı. Yeniçeriler ile isyancılar arasında yaşanan mücadeleler ordunun sefere çıkmasını engelleyecek noktaya geldi. Osmanlı dirlik ve düzeni hasar gördü. İklim değişikliği ve isyanlarla mücadele edilen bu dönem Osmanlı'nın zayıflaması ile sonuçlandı. Güçlenmeye başlayan Rusya ve Avrupalı devletler karşısında daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkacak olan zaafların bu dönemde yaşanan krizlerle ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca, Karlofça ve Pasarofça'ya giden yolun taşları bu dönemde döşenmeye başlamıştı.
16. yüzyıldan itibaren Uzak Doğu ile kervan yolları üzerinden yapılan ticaretin de azaldığını hatırlamakta yarar var. Deniz yolu ile taşınan ürünlerin Avrupa pazarlarına daha kolay ulaştırılması Osmanlı ticaret gelirlerini kısmen de olsa etkiledi. Avrupa ülkeleri tarafından keşif ve icatlara yönelik çalışmaların artışı da bu döneme rastlıyor. Avrupalılar sıcak denizlere ve geniş sömürgelere yönelerek stratejik bir açılım gerçekleştirmişti.
Bu dönemde tek teselli Amerika kıtasından getirilen mısır, patates ve fasulye gibi bazı bitkilerin kıtlıkla mücadelede faydalı olmasıdır. Mısır üzerinden Anadolu'ya ulaşan mısır darısı ve patates çeşitli iklim şartlarında üretilerek Osmanlı için önemli ürünlere dönüşmüştür. Patates Avrupa'da fakir halkları kıtlığa karşı koruyan bir gıda maddesine dönüştü.
Küçük Buzul Çağı'nın 18. yüzyıldan itibaren etkisinin giderek azaldığı görüldü. Son iki yüzyılda hızla yaygınlaşan sanayi devriminden dolayı küresel iklim değişikliği sıcaklık artışı ile netleşti. Bilim insanları bu defa iklim değişikliğinin insan eliyle yapılan faaliyetlerin sonucunda ortaya çıktığını kanıtladı ve alınması gereken önlemleri sıraladı.
Günümüzde devam eden iklim değişikliği nedeniyle buzullardaki erime ve doğal afetlerdeki artış tehlikenin boyutlarını işaret ediyor. Ülkemizde de göllerin kuruması ve sel felaketlerinin sıklığı gelen tehlikenin ilk işaretleri olarak görülebilir. Buna karşılık acaba gerekli tedbirler alınıyor mu?
Uluslararası kuruluşların iklim değişikliği konusundaki çalışmaları özellikle ekvator civarındaki ülkelerde ve Güney Avrupa gibi pek çok bölgede çölleşme ve su sorunları yaşanacağını işaret ediyor. Türkiye için yapılan kapsamlı çalışmalarda 21. yüzyıl sonuna kadar ülkemizde bu gelişmelerden bölgelerin nasıl etkileneceği ortaya çıktı. Kısaca Türkiye genelinde azalması beklenen yağışlar nedeniyle su kaynaklarının ve içinde bulundukları havzaların büyük bir kısmında sorun yaşanacağı görüldü. Yağışların daha az kar şeklinde olması bekleniyor. Doğu Karadeniz dışında bütün ülkede su temin sorunu olacak. İlave olarak kışın 4 derece ve yazın 6 derece kadar sıcaklık artışı olması durumunda su sorununun daha da önemli hale geleceği tahmin edilebilir. Bu nedenle, tarım ürünlerinde yüzde 15-25 arasında verim kaybı olması bekleniyor.
Sınır ötesi su kaynakları konusunda komşu ülkeler ile yapılan anlaşmalar Doğu Anadolu bölgesinden Fırat ve Dicle nehirleri için asgari debi garantisi verilmesini gerektiriyor. Toplam yağış miktarında azalma olması durumunda Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yerel su tüketimi konusunda sınırlamalar gerekecektir.
İklim değişiklikleri çekirge gibi istilacı türlerin ortaya çıkması ve salgınların artmasına da neden olabilir.
Öncelikli olarak tarımda su kullanımını sınırlayan damla sulama teknolojisinin yaygınlaşması gerekiyor.
Kuraklığa uygun bitki türlerine geçiş ihtimaline yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Orman ve meraların korunması ve kuraklığa dayanıklı bitki örtüsü ile genişletilmesi planlanmalıdır.
Atmosferde yükselen karbon dioksit seviyelerinde daha fazla ürün verecek bitki türlerine geçiş planlanmalıdır.
Yüzey ve yeraltı su kaynaklarının yönetimi için su toplama havzalarına yönelik yerel stratejiler geliştirilmelidir. Atık suların geri kazanımı ve tarımda kullanılması planlanmalıdır.
Organik atıklardan biyogaz elde edilmesi ve kompostlaştırma sonucunda elde edilecek gübreler toprakların organik içeriğinin artırılması ve su tutma özelliğinin geliştirilmesi için kullanılmalıdır.
Madenler, yerleşim alanları, tarım, hayvancılık ve sanayi kuruluşları için bölgelerin belirlenmesinde iklim değişikliği faktörü göz önüne alınmalıdır.
Enerji tasarrufunun önemi vurgulanmalı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzı belirlemeliyiz.
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti'nde yaşanan iklim değişikliği sorunlarından alınacak dersler var. O dönemdeki tarım ürünlerindeki azalma, açlık ve salgınlar gelecek yüzyıllarda yaşanacak sorunların temellerini atmıştı. Benzer bir kaderi paylaşmamak için bir seferberlik ilan edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde ülkemizin bir beka sorunu ile karşılaşması ihtimali var.
İklim değişikliğinin aşama aşama 21. yüzyılın sonuna kadar devam edeceği bekleniyor. Bu dönemde nüfus artışının ve şehirleşmenin devam etmesi durumunda hangi bölgede ne kadar su ve gıda temini gerekeceği hesaplanmalıdır. Bu çalışma ile birlikte alınması gereken önlemler bir yol haritası üzerinde ulaşılması gereken hedefler ortaya çıkmalıdır.