Akşam kitap okuyorum. Günün yorgunluğu göz kapaklarıma oturmuş, aşağı doğru itiyor, ben açık tutmaya, hiç olmazsa biraz daha okuyup, bölüm başına gelmeye uğraşıyorum. Telefon çaldı, yurt dışından arkadaşım arıyor. Çöken sosyal medya platformlarına dair üç, beş muhabbet. Tam telefonu kapatacağız, “Osman Kavala en çok neyi özlemiş biliyor musun?” dedi. “Yooo” dedim. “Yağmurun sesini duymayı”. Kapattık telefonu. Kitabıma dönemedim. İnternette araştırdım. Tam olarak şöyle demiş: “Yağmurun sesini dinleyeceğim ve hayatın nasıl bir mucize olduğunu bize işaret eden gök kuşağını görmeyi bekleyeceğim” …
Dört yıla yakındır hapiste Osman Kavala. Uykum kaçtı, kitaba da dönemedim. İçimde derin bir sıkıntı. Salondaki koltukta oturmuş ayaklarımı pufa uzatmış vaziyetteyim. Az önce sıcak bir ıhlamur içtim. İstediğim her şeyi yapabiliyorum. İnternetim var, sabah çıkıp köşedeki büfeden çift kaşarlı tostumu alıyorum, bazen kafede oturup çay içiyorum. Özgür olmamanın ne demek olduğunu bilmiyorum. Oturduğum sıcak koltukta Osman Kavala’nın yağmurun sesini özlemesini düşünüyorum. Bilgisayarı açtım, belki sekizinci kere izlediğim 'Yüzüklerin Efendisi'ni seyretmeye başladım, geceyi bitirebilmek için. Koltukta uyuya kalmışım.
Rüyamda mahkeme salonu gibi bir yerde sanık sandalyesinde otururken buldum kendimi. Karşımda ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmindeki büyücü Gandalf. Gri pelerini, başında kocaman şapkası, bir elinde asası, bir elinde piposu bana bakıyor. Suratı asık, hatta biraz kızgın görünüyor. Ben neden buradayım acaba diye düşünürken Gandalf sert bir sesle sordu:
Eyvah, senin gibiler yüzünden dedi. Ben ne yapmış olabilirim ki, yani ne alakam var Osman Kavala ile? Sanki davanın savcısı, hâkimi benmişim gibi konuşuyor. Gandalf asabi asabi sormaya devam etti.
Gandalf sinirleniyordu. Yok yere bana patlayacak iş. Saçma sapan nedenlerle hapiste tutuyorlar işte, beni ne zorluyorsun diyeceğim ama, sesimi çıkaramıyorum. İyi saatte olsunlar falan duyar. Gandalf’de ciddi ciddi ifademi alıyor.
Gandalf gözlerini gözlerime dikti, asasını bana doğru uzatarak:
Beni çarpacak ne yapayım, doğruyu söylesem başıma gelecekler var, söylemesem asayı uzatmış burnumun ucuna şimşeği salacak bedenime. Sözler ağzımdan çıkıverdi.
Laf ağızdan çıktı bir kere. Ya Büyük Abi kim derse? Beni de kısa yoldan Osman Kavala’nın yanına yollayıverirler. Geziye pet şişe takviyesi, yaprak sarma, su böreği falan, illaki bulunur bir bahane.
O soruyu sormadı. Beni orada öylece bırakıp gitti. Tam çıkarken arkasını döndü.
“Osman Kavala senin yüzünden hapiste” dedi.
- Sen ve senin gibilerin yüzünden. Bir kişi için hukuk katledilirse herkes için katledilir. Buna karşı çıkmazsanız, protesto etmezseniz elinizde yaşanacak bir ülke kalmaz. Mordor’dan* beter olursunuz. Sizler bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenlerdensiniz. Ama yılanın ömrü o kadar uzun değil. Yılan gider bu diyarlardan, Osman Kavala da çıkar, yağmurun sesini dinler, yağmurda ıslanır gönlünce ve Boğaz’ın üstünde yükselen gök kuşağını seyreder, ama sen, senin gibiler bu utançla yaşarsınız. Geziye katılan, daha önce hiç politik faaliyeti olmamasına rağmen yaşam tarzları değiştiriliyor diye biber gazı yemeyi, coplanmayı göze alan çocuklarınızın gözlerinin içine bakamazsınız. Büyük Abi, bu kararları veren hâkimler falan hikâye. Onlar siz sustukça, sindikçe, katledilen hukuk karşısında sesinizi çıkartmadıkça varlar, anladın mı, Osman Kavala senin yüzünden hapiste.
Uyandım. Tere batmışım. İş yerindeki arkadaşlarımı, beraber tatile çıktığımız, yemeğe gittiğimiz dostlarımı düşündüm. Gandalf haklıydı. Osman Kavala bizim yüzümüzden hapiste.
* Mordor: Yüzüklerin Efendisi romanında, şeytani karakter Sauron’un memleketi.