"Beton Kötü Değildir" yada başka deyişle, kötü olan beton değil!.. Bu slogan 2004 yılında düzenlenen bir karikatür yarışmasının konusunu oluşturuyordu. TMMOB İnş.Müh. Od. İst. Şb. tarafından düzenlenen yarışma, bugün olduğu gibi o zaman da ezberlere yerleşmiş olan ama doğru olmayan bir söze dikkat çekmeyi amaçlıyordu.
İstanbul’un eski fotoğraflarında, kentin geneli, ahşap evler denizi gibi görünür. Bir sonraki fotoda ise, orada yangın yeri diye anılan boş araziler vardır. Yada Sultanahmet meydanına toplanmış on binlerce insan, yangınlardan kurtarabildikleri yatak yorgan denkleri arasında akıbet bekleşiyorlardır.
Kiralık bir evde oturan Dağıstan göçmeni, Osmanlı teyzemden dinlemiştim artık yaşlanmıştı. Bir zamanlar İstanbul’da iki evleri varmış. Fatih semtindeki ahşap ev bir gün semt yangınında kül olmuş, bir canımızı kurtarabildik, derdi ama neyse ki bir evimiz daha var. Oraya vardıklarında ise, o da diğer mahalleyle birlikte alevler içindeymiş!..
Çok uzak bir kentteydik, çok küçüktüm ama aklımda kaldı. İstanbul’dan teyzemden anneme bir telgraf gelmişti; "annemiz felç oldu arsayı satıyorum." Bir kent yapı tarihi kendi üstüne böyle kapanıyordu.
Zaten eski bir inanca göre, bir insanın evi kendinden daha uzun yaşamamalı, bu ayıptı. Herkes kendi evini kendi ihtiyacına ve kendi imkânına göre yapmalı, denirmiş. Uzun ömürlü taş yapılar ise, uzun ömürlü olması beklenen devlet yapıları oluyormuş.
Laleli’de, Harikzede (yangın mağduru) için mimar Kemalettin Bey’e yaptırlan apartmanlar, hâlâ yerinde duruyor. Adı Tayyare apartmanları olmuş sonradan, her neyse... Bizimkilerin payına zaten bişey düşmemiş.
Lâfı uzatıyorum ama olsun, bugün Pazar.
Beton dediğimiz oluşuma bakarsak… Tarih öncesinden bu yana, Dolmenler, Mısır Pramitleri, Roma İmparatorluğu eserleri, eski Yunan derken zaman ilerledikçe yapı işlerinde işe yaratılan, çok çok büyük tek parça, tonlarca ağırlıktaki taşların, bu uzun mu uzun zaman içindeki kullanımında, her defasında biraz daha küçüle ufala sonunda leblebi boyutuna geldiğinde, onların imdadına çimentonun yetişmesi ve onları yeniden birbirlerine yapıştırması ile ortaya çıkmış sağlamlık sembolü bir inşaat malzemesidir beton. Tek cümlede ifadesini bulan "beton gibi sağlam!" bir oluşum işte.
Agrega denilen bu küçük taş parçaları yerine, bedava deniz kabukları kullanırsan, içinden yapıştırıcı çimentosunu tırtıklarsan, suyunu unutup kurutursan, eh! demirlerini de betonu priz almadan içinden çekip çıkarırsan, bir de iktidarlar teknik denetimi tarafsız uzmanın elinden aldıysa, vay haline!
İşte o zaman, yazının girişinde sözünü ettiğim karikatür yarışmasının çağrı afişine koyduğumuz şu slogan akla geliyor;
"Mühendisin Denetlemediği Yapıyı Doğa Denetler."
Faylar ülkesi memleketimde, depremler ve onların yarattığı felâketler, kayıplar, yıkımlar hiç eksilmez. Yıkımlar kentlerden kasabalara, oradan köylük yerlere uzandıkça, evlerin yuvarlak taşlarla harçsız kuru duvarlarla yapıldığı ve yıkıldığı, televizyon ekranlarından, devlet sorumlularının demeçleri eşliğinde sergilenir durur.
Onlar, acıların sarılacağını yeni evlerin en kısa sürede yapılacağını söylerler, yaparlar da. Sözlerine devam ederler, devletimiz bundan sonra da her felâkette yine yanınızda olacaktır, diye…
Asıl vahamet işte bu ön kabuldedir.
Bilim adamlarının neredeyse yer ve zaman bildirircesine önceden haber verirken, sorumlu devletin de yardım etmesi ve vatandaşını hatırlaması için ille de bu yıkımların oluşması mı beklenecektir?
Beri yandan da her gün, devlet destekli, büyük yapı firmaları, indirimli, peşinsiz, kefilsiz, kredili, taksitli, ödeme kolaylıklarıyla dolu binalar, villa ve siteler yaptıklarını, sattıklarını, özenli ve bıktırıcı reklâmlarıyla duyurur gider.
Bu işler olurken Tv habercisi de, kameraman arkadaşımdan rica edeyim göstersin, diyerek, yoğun yapılaşmaları, çok katlı yüksek siteleri ekrana taşır, uzmanı olmadıkları konularda, haber niyetine telaşla, nefessiz kalıncaya kadar anlatmayı sürdürür, betonlaşmadan söz açar, betonu kötüler gider
Değerli okuyucu dostlar, kendinize iyi bakın, öksürük olmayın ki, sesiniz çıksın…