Asya ve Avrupa'dan birbirine doğru uzanan iki yarımada İstanbul'da burun buruna gelir, öpüşür. Çanakkale'de el ele tutuşur.
İşte bu topraklarda yaşayan ve sevişen insanlar, şu sıralar, üzerinde anlaştıkları ve kurallara bağladıkları bir devleti aralarından kimlerin yöneteceğine karar verecekler. Yoksa, ille ben, daha ben, hep ben diye yırtınanlara mı onay verilecek? Olana rıza ile yeniye güven arasında hangisi işime gelir? Tartılacak olan, hemen her zaman, işte bu iki yönelimdir. Olan eskir, olan bıktırır, olan rehavet verir ama emniyetli de gelir. Yeni tazedir, yeni merak edilir, diri tutar ama acaba kuşkusu taşır. Klâsik demokrasilerde, eski yada yeni ötesinde, seçmene sunulan seçenekler nettir, kolaylık sağlar. Meselâ Muhafazakâr, Liberal, İşçi partileri gibi. Çünkü birbirinden farklı yaşama modelleri önerirler. Seç seç al. Muhayyerdir üstelik, beğenmezsen iade edersin. İçinde değiştirme kartı vardır. Yalana, dolana, adam kazıklamaya yer ve gerek duyulmaz. Oysa, ortak değerleri, erken davranarak, kapmaca ile kendine mal edip parti tabelasına isim yapmak, seçmene kolaylık getirecek farklılığı sağlıyamıyor. Çünkü hepsi aynı ekonomik modelin savunucuları. Fark, ben daha iyi yaparım, onlar yapamaz söyleminde. Olur mu öyle şey?.. O zaman da yalan, dolan, palavra, yırtınma, suçlama, aldatma, yutturma, korkutma, iftira, kibir, şiddet ve hile vazgeçilmez politik enstrümanlar oluyor. Yazık değil mi?.. Kimin umrunda?.. Vatana, millete hizmet sloganı sadece bana özeldir, o kadar!.. Bu dayatma, aslında kendime hizmet gerçeğini örtmek için tekrarlanır durur. Oysa... Oysa gizlememek gerekir, çünkü demokrasilerde doğru olan budur. Herkes kendi çıkarını açıkça savunur. Orta yol bulunur. Concensus dedikleri sen sus değil, budur!
Saçımız kesilip önümüze düşünce göreceğiz, ak mı kara mı? Yoksa boya mı?..