Mimar dostumuz İstanbullu Stefanos Yerasimos, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde öğretim üyesi iken, 2005 yılında çok genç yaşta kaybettiğimiz çok değerli bir araştırmacımızdı. Yayımladığı eserler arasında "Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye" adlı hacimli kitabı çok ünlenmişti.
Yerasimos derdi ki, İstanbul ile ilgili yeni bir proje yoktur. Var olan bütün projeler belediye arşivi çekmecelerinde klasörler, dosyalar halinde zaten vardır. Seçimle göreve gelen her yeni politikacı, onları orada hazır bulur ve içlerinden benimsediklerine sahiplenir.
Osmanlılar zamanında da Marmara'dan İzmit Körfezi ucundan Karadeniz'e bir kanal açmak fikri tartışılmıştı. Sayın Ecevit kısa bir an, bu projelerden etkilenerek olmalı, bu kanal konusunu gündeme taşımış ama kısa sürede de aklı başına gelmiş, unutmuş ve unutturmuştu.
Sayın Erdoğan 1994 yılında seçilip İstanbul Belediyesi Başkanlığına gelişinden bir süre sonra Siirt'te şiir okuyunca başına bir sürü iş açıldıydı. Üç yıl sonunda belediye başkanlığı elinden alındı. Nihayet 2003'te de Başbakan oldu.
Aradan sekiz yıl daha geçti, geldik 2011 seçimleri öncesine.
Bu seçim propagandalarında dikkatleri toplayacak ilginç bir konu, bir vaat aranırken sanırım "Çılgın Projeler" diye adı üstünde, gerçek olamayacak, akla ziyan tasarımlar ilk kez ileri sürüldü.
Bunlardan biri de 13 yıldır akla gelmeyen, Ecevit'in unutulup gitmiş kanal projesiydi. Hemen üstüne konuldu, sahiplenildi ve 2011'den bu yana, on yıl sürecek çılgın söylemlere kapı açıldı. Ancak, Ecevit'in adını asla anmamak şartıyla.
İyi de, bu hatırlama çılgınlığına sebep olan neydi ki? Onu da, önümüze bir harita açarak, cin fikirli düşler kurarak hayal edebiliriz.
Meselâ, haritada mavi renkte görünen ıslak yerleri kısa kanallarla birbirine bağlarsak ucuzundan seçim kazandıracak bir çılgınlığa herkesi inandırabiliriz!..
Öyle ya; Marmara + Küçükçekmece lagünü + Sazlıdere baraj gölü + Terkos gölü + ver elini Karadeniiiz! Zeten hepsi bir hizaya sıralanmışlar. Buna kim inanmaz?
Ne var ki Terkos'un evdeki musluğa bile adını veren İstanbul'un en önemli kadîm su sarnıcı olduğu unutulunca. Daha doğrusu hatırlanınca, oradan çark edilmiş.
Hayalî kanalın Karadeniz ucu da projede hafifçe sağ yana çark ettirilince bu çılgın yarık, kazanma yolundaki seçime yüzde 3,17 hız kazandırmış, 400 metre boyunda düşsel tankerler, yine bu hayal kanalında seçim sandığına doğru gidip gelmeye başlamış.
Ne demiş Yahya Kemal, İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar…
Ne yanıt vermiş Bedri Rahmi, İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe değil, Aziiiz şair, insanları sevdiği kadar yaşarmış...
Medya haklı olarak bu çılgın hayale, o zaman pek inanmamış, ilgi de göstermemişti. Çılgınlık nitelemesinin gölgesine sığınan bu kanal işine canım sıkıldı. İnsanları sevene, sevmeyene bir lâfım olsun istedim, kaleme uzandım.
28 Nisan 2011 de yayımladığım ilk yazı, kısaltılmış haliyle şöyle;
…
Ben karşı değilim bu projeye. Ama ne Türkiye'ye, ne tarihimize ve ne de sayın başbakanımıza yakıştırıyorum. Hemen atalarımıza yaraşan önerimi söyleyeyim, Fatih'in torunları olduğumuzu dünyaya kanıtlayan bir öneri olacak bu benimki;
Tankerleri karadan yürütmek! Tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi. Gülmeyin!..
…
İstanbul kanalının iki yanına yeni bir kent kurulacakmış! Eee!.. n'oldu? Hani Boğaziçi'ndeki kaza ve yangın gerekçesi nereye gitti? Yandı bitti kül oldu. Yeni kentin göbeğinde, tam burnunun dibinde gümleyince tankerler, proje de kanal da yeni kent de paracıklarla beraber berhava!
…
Şimdi projemi biraz açayım; bütün gemiler, tankerler dahil, önce tersanelerde yani karada, kızaklar üzerinde inşa edilir, sonra suya salınırlar. Koca koca gemiler arada bir de havuzlanır, hoop havaya kaldırılır, altı temizlenir vs.
…
Karadeniz ile Marmara arasına güzelce büyük raylar döşenir, sonra gemiler havuz marifeti ile havaya kaldırılır, doğum yeri tersanede olduğu gibi raylar üzerinde kaymaya başlar. Bu iş çok kolay olur. Elektrik enerjisi ile çekilerek çevreye, havaya, keseye zarar vermeden, gemiler kaymak gibi bir denizden öbürüne nakledilir.
Muhtaç olduğumuz kudret de nükleer santraldan elde edilecektir nasıl olsa…