İlki 2014 yılı Ağustos, ikincisi 2020 yılı Aralık ayında yayınlanmış olan bu yazıyı bir kez daha hatırladım, aynen sunuyorum;
Yardımseverlik, hiç kuşkusuz, insanlığın önde gelen değerlerindendir. Vicdan, erdem, ahlâk, din, şefkat gibi nitelemelerin de bu kavramın içinde olduğu söylenebilir. Burada yardım bekleyenin zorda, yardım etmesi beklenenin de asgarî güvende ve bu imkâna sahip olduğu var sayılmaktadır.
Tehlike içinde ve çaresiz durumda olanları aynı çaresizlikle sadece izlemek çok zor olmalı. Bu tutumun tersi de tatsız, iyi niyetle ve panik içinde yardıma girişmek yardımseverin kendi esenliğini dolayısıyla yardım bekleyenin durumunu da tehlikeye sokacaktır.
Ülkemizde bunun çok tipik ve önlenemeyen bir örneği, her yıl özellikle Şile’de ve pek çok yerde tekrarlanır durur. Denize, göle, dereye, baraja serinlemek ya da yüzmek niyetiyle giren ve boğulma tehlikesi geçiren arkadaşını kurtarmak üzere ardından suya atlayan yardımsever de ne yazık ki onunla birlikte aynı kaderi paylaşır.
Benzer bir tatsız durum da, metro vagonu ekranlarında, yardımsever olmanın tehlikesine dikkat çeken bir animasyonda izlenir. Raylara düşürdüğü telefonunu almaya çalışırken yüksek gerilime kapılan birine yardım eden de aynı elektriğin kurbanı olur.
Sait Faik, adada geçen bir hikâyesinde, sandal iskelesinde yaşanan ilginç bir olayı anlatır. Mealen şöyledir; iskele üstünde kızlı oğlanlı toplaşanlardan uzun boylu, iyi giyimli, yakışıklı, biraz sakar bir delikanlı küçük bir çocuğu kazara denize düşürür. Ardından denize bakakalır. Orada kahvenin önünde oturan bir sandalcı ile bir balıkçı hemen suya atlarlar ve sandalcı, çocuğu denizden çıkarır. Yüzü sapsarı olan balıkçı ise zorla kıyıya çıkar, ayağı filân kesilmiştir. Delikanlı sandalcıya para vermeye kalkar ama kabul edilmez... filân. Bu yardım olayında, bir yardım etmeyen, bir edemeyen ve bir de bunu başarabilen üç kişi, üç durum anlatılıyor.
Doğru yardım etmenin nasıl olması gerektiği en güzel uçak yolcularına anlatılır. Diyelim küçük çocuğunuzla birlikte uçacaksınız, size bu öneri hostesler tarafından uygulamalı olarak hatırlatılır; kritik bir anda, üstünüzde, açılan kapaktan sarkan oksijen maskesini telâşla yanınızdaki yardıma muhtaç küçüğünüze takmaya uğraşmayın. Önce kendinize takın. Böylece başkasına yardım edecek kadar kendinizi güvene aldıktan sonra, yardım bekleyen küçüğe emin bir şekilde artık el uzatabilirsiniz.
Bu uyarı insanı düşünmeye sevk ediyor. İlk anda yanlışmış gibi geliyor. Çünkü insan zihni, fedakârlık yapmaya programlanmıştır. Ayrıca ideolojik eğitim boyunca, bu anlatılmıştır. Birey değil toplum önemlidir. Ben değil biz diyeceksin. Kendini önemseme, başkasına yardım et. Kişisel çıkarını düşünme diğerlerini akla getir. Kahramanlık, hizmetkârlık değerleri de bu fedakârlık anlayışının doğal sonucudur.
Toplumun bekası için canını bile esirgemez olmak güzel bir haslet ama siyasetin yöneticileri bu duyguyu sonuna kadar istismar ediyorlar. Bak ben hizmetkârım, sen de fedakâr olacaksın, gibilerden.
Öte yandan buna karşı, toplum belleği yılların deneyinden süzdüğü uyarıcı mesel ile doludur; “Kendi himmet’e muhtaç bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede.”
Sözü nereye getireceğim? Evvelce benimsediği hâlde, sonradan kendi insanının yoksulluk sorunlarına boşverip, onların parasıyla uzaklardaki başka din kardeşlerine kahramanlık taslayarak oradaki muhtaçlara yardım yetiştirmek ve bundan da içeride siyasî kazanç sağlamaya çalışmak, nasıl bir yardımseverliktir? Diyecektim.