Geçenlerde bay başkan, gençlerde özgüven eksikliğinden söz ediyordu. O dediği kırk yıl öncesi, gençliğinde kendinin ve çevresinin yaşadığı bir duygudur. Çözümü de onun dediği gibi, sadece Topkapı Sarayı ile ilgilenmek değildir. Bu günün genç insanlarında özgüven patlaması var, eksikliği yok. Ülkedeki işsizliğin sonucunda, dünyanın her köşesine dağılıp şanslarını sınıyorlar.
Çok ciddi yüzlü bay başkan ile her daim gayri ciddi yüzlü yardımcı elemanı, her gün sadece olumsuz, takıntı halinde herkesi suçlayan söylemlerini, hamasi nutuklarla da paketleyerek, dinleyende umut, moral, yaşama sevinci, dingin bir ruh hali ve özgüven bırakmıyorlar. Kimseye güvenmiyorlar, insanların düşünmesinden, fikir üretmesinden ödleri kopuyor gibi, dinleyeni yoran panik ve kültürel zaafiyet içinde görünüyorlar.
On altı adet, tarihten hortlatılmış asker figürünün on altı Türk devletini kurduğu iddiası var. Bu aynı anlamda, bu askerlerin mensup oldukları devletleri yok olmaktan koruyamadıkları gerçeğini de sergiliyor. Aklı başında insanlar, bildiğim bileli bu yorum yaparlar. Eğer başka ülkelerde görüp imrendikleri uygulamayı yapmak istiyorlarsa, neden TC'nin kuruluşunda emeği geçen ve üstelik gösterişli kılıkları da olan, efeler, zeybekler ve o zamanın görkemli erleri tercih edilmiyor?
İşte, özgüven eksikliği, mukallit olmaktan öte, yaratıcı özgünlüğe ve özgürlüğe izin vermiyor da ondan.
Yaratıcılık, irade dışı bir zihin faaliyetidir. Belki bir şeye niyetlenirsiniz ama o kadar, gerisi beynin işidir. Bir jimnastik antremanında atlet, defalarca denediği halde zor bir hareketi bi türlü başaramıyordu. Çalıştırıcısı, uğraşma, dur, dedi; başarılı hareketi hayalinde birkaç kez canlandır. Atlet gözlerini kapadı, herhalde zihninde olayı canlandırdı ve kendini serbest bıraktı. İstenen hareket kusursuz başarıldıydı.
Bütün bunlara ilham deniyor, esin deniyor, vahiy deniyor, kendine güven deniyor, düşünme yap deniyor, irticalen deniyor, doğaçlama deniyor, spontane deniyor ve hepsi de şaşırtıcı nitelikte birer mucizedir.
Kişinin ya da toplumların önünde, ne tür aşılmaz engeller biriktiyse işte, düşüne taşına bunları aşmaya güç de yetmiyorsa eğer, zihinler endişe ve sıkıntı üretmeye koyulur. Onu özgür bırakırsanız da, durup dururken, hiç akla gelmeyen yaratıcı çözümler ortaya koyabilir. Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler. Kristof Kolomb'un yumurtası da başka bir örnektir buna. Yada Arşimed'in hamam sefası. Belki de seçim sandıkları, kim bilir? Kimi sanatçılar ya da bilimciler, hatta siyasetçiler okullarda öğrendiklerini tüm kurallarıyla birlikte kusursuz biçimde uygular ve bir sonuç ortaya koyarlar, bu mümkündür, ama adı üstünde işte yapma bir iştir. Ben de yaparım n'olmuş dercesine. Zaten olan birşeyin, tekrarıdır bu. İzleyenlerde beklenen etki oluşmaz. Yapan da onlara öfkelenir, izleyicilerini suçlar, anlamıyorlar diye. Meselâ dünya beşten büyük diye efelenen kişi, kendini dünyanın yerine koyuyordur, ya biri de ona, beş de birden büyük derse... Politika mı bu, kültürel noksanlık mı?..
Oysa hakiki yaratıcılık zaten, ne derlerse desinler iradî düşünceye değil, ruha, kalbe, içe, duygulara hitap eder denir. Bunu herkes hisseder, yaratımın sahibi de kimseyi suçlamaz. Ama tuhaftır, çoğunlukla beklenmeyen tuhaf işler çıkardığı ve kabul gördüğü için bu kez yaratıcı suçlanır. Hapse bile atılır!.. Özetle, iradî düşünce ile yaratım olmaz, yapım olur, mükemmel yapım olur vb. Oysa yaratım denilen mucize, öncesi ve sonrası olmayan bir olgudur. O nedenle kıymetlidir. Burada zihin özgürlüğünden söz ediyorsak, bu etrafa boş boş bakmak değil elbet, konuşmak, tartışmak, onu beslemek ama hep ona zaman tanımak ve kendi halinde serbest bırakmayı becerebilmek demek.
Hatta denenmiştir, çok iyi bilinir, yaratıcılık isteyen ama bir türlü çözümlenemeyen zor ve çıkmaz sorunlarla uğraşanlar, bazen sabah uyandıkları anda zihinlerinde çözümün pırıldadığını görürler. Çünkü beyin, sahibinin telaşlı denetiminden azade, sükûnet içinde bol zamanlı kendi işine soyunmuştur. İşini bitirip o da dinlenmeye geçmek isteyecektir. Yeterli veri birikmişse eğer sonucu yakalar, belleğe 'save' eder ve o da rüyalar âlemine dalar. Sabaha sürpriiiiz!...
Sanatta, bilimde, sporda, siyasette de, kısaca hayatta yararlı, özgün ve mutluluk getirici, kısaca yaratıcı olmak için zihinsel özgürlük gerekli ve şarttır. Buna ülkemizde “düşünce özgürlüğü” deniliyor ve "ifade özgürlüğü" diye de tamamlanıp ifade ediliyor. Geçen gün Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinin düzenlediği "ifade özgürlüğü" paneli zihin açıcı ve umut vericiydi. İfade kısıtlanıyorsa eğer, düşünceler de eksikli kalıyor, özgürleşemiyor ve özgünleşemiyor!.. İnovasyon ve AR-GE hapı yutuyor!.. Geriye kalan hep yalan, kurnazlık, kurgu, hesap, taklit, zorlama yada daha önce denenmiş kısa yollar. Bunlar yaratıcılığı tetiklemez, çünkü ona ihtiyaç bırakmaz, ne kurulduysa o kadarı olur. Ne yazık ki?.