Geçenlerde, uzun kısıtlama günlerinin hemen ardından, ilk serbestlikte birkaç arkadaş Moda sahilinde toplaşıp, özlem giderdik. Güneşli bir gün ve güzel bir hava vardı, yedi kişiydik, maskeliydik, tokalaşmamıştık, denize bakıp çene çalarak ruhumuzu dinlendirmekteydik. Sahilin tadını çıkaran, maskeli ve mesafeye dikkatli başkaları da vardı çevrede. Yürüyenler, hafif koşuyla geçenler, kıyıdaki kayalara tüneyip deniz ufkuna dalanlar, bisiklete binenler, elektrikli martı ile hava atanlar, kendilerine ayrılmış yollarda vızır vızır keyifle dolaşıyorlardı. Bir yanı deniz olan yolun diğer yanı yemyeşil çimen ve ağaçlarla sürüp gidiyordu.
Bizim küçük gruptan birkaçımız ağaç altında çimenlere yayıldık, kalanımız da ayakta sohbeti koyulaştırıyordu. Keyifler yerindeydi, ara sıra zırıldayan telefonlarımız bile çevremizdeki sessizliği fazla bozamıyor, tadımıza limon sıkamıyordu.
Ayaktaki arkadaşlardan biri, bu güzel günü fotoğraflamaya başladı. Sonra hep birlikte hatıra resmimiz olsun diye, kendi de kareye girebilmek için, elindeki makineyi, üç bacağını çekiştirip uzattığı tripodun tepesine taktı, deklanşöre basıp hızlı adımlarla aramıza katıldı. Hepimiz objektife bakarak gülümsedik, kameradan gelen çıt sesiyle tekrar dağıldık.
Tam da o anda, bir rastlantı, iki belediye zabıtası yanımızda bitti. Hafif sesle ve kibarca, çekimler ticarî mi, sorusuyla karışık, tripod kullanmak yasak dediler. Şaka gibi algılandı ama ciddi idiler. Sonrası yine alçak seslerle bu uyarının nedeni, saçmalığı tartışılmaya başlandı. Resmi giyimli görevliler, fotoğraf çekimine karışmayız ama tripod olmaz, dediler. Böyle bir olay da gerçek olamazdı ama uzatılmadı, bizimkiler tamam tamam dediler, zabıtalar da kibarca uzaklaştı.
Ne var ki böyle güzel bir günde ve zevkli bir buluşmada fotoğrafa doyum olmuyor, devam edildi. Bu küçük olayımızı uzaktan izleyen genç bir kadın da oradan geçerken lâfa girdi, böyle bir engellemeye yasal hakları yok, diyerek konuşmayı genişletti, arada avukat olduğunu da ekledi. Yine de olan bitenin bize göre ciddi bir yanı yoktu, olamazdı, fazla üzerinde durulmadı. Tripod ile birkaç poz daha çekiliyordu ki, iki zabıta dost, görev promenadından dönüyorlardı.
Bu kez iki kişi onlar, fotoğraflarımızı tripod kullanarak çeken, arkadaşın eşi ve bir de avukat bayan yine hafif sesle konuyu canlandırdılar. Siz bu hakkı nereden alıyorsunuz, tripod ile ilgili bir yasa maddesi mi var gibi sorular, çimenlere yayılmış bize kadar ulaşıyordu. Zabıtalar da, biz bilmiyoruz, bize böyle söylendi diyorlardı, istediğiniz kadar fotoğraf çekebilirsiniz elbette ama tripod kullanmayın lütfen, diye üstelediler.
İyi ki hava güzeldi, bizler daha doğrusu hepimiz yeterince gevşektik, zabıtalar da aynen öyleydi. Avukat hanım yine olabildiğince alçak sesle, konunun yasal imkansızlığını özetleyince görevli dostlar da aynı tonda, hemen şurada çok yakında ofisimiz var, isterseniz gidelim, bu konuyu müdüranımla konuşabilirsiniz, dediler. Avukat elde ettiği sonuçtan memnun kendi yoluna devam etti.
Harika bir doğal ortamı bırakıp, hazzetmediğimiz resmi bir ofise geçmek için kendimizi hiç de heveskâr bulmadık o anda. Ama davet resmî ve ciddî idi. Tripod kullananan arkadaş mecburen daveti kabul etti. Biz çayırda yan gelip yatanların şaşkın bakışlarına aldırmadan, eşim ve yeğenim de tripod ekibine eklenince, iki zabıta üç kadın aralarında mırıldanarak zabıta ofisine doğru ağır aksak yol almaya başladılar.
Birazdan, biz çayıra yayılmış erkekler ekibi de ayaklandık ve bu gayri ciddi tripod serüvenine ister istemez müdahil olduk.
Biraz yürüdükten sonra ofisten gülerek çıkan bizim neşeli tripod ekibi ile karşılaştık. Müdüranım onlara tripod konusunda bir yönetmelik göstermiş ama buna bir anlam veremediğini ancak verilen emirlere uymaya çalıştıklarını söylemiş. Bizimkiler de kıkırdayarak teşekkür etmişler.
Özetle hiçbirimiz bu yaşananlardan bişey anlamamış bulunuyorduk, uzatmadık. Ancak evlere varınca ve de Sedat Peker'in video sunumunu ekranda izleyince, tripodun ne kadar tehlikeli bir silâh olduğu gerçeği ile yüz yüze geldik;
"Bir tripod, bir kameraya yenileceksiniz!" diyordu.