Kurban Bayramınız geçmiş olsun. Sağ kalmayı başardınız, kutluyorum!..
Bugün dünya medyasını sürekli işgal eden yaygın çatışma ve kaygının ve onca sığınmacı hareketinin bir dünya savaşının açık görüntüsü olduğunu anlamak için tepenizde bomba patlaması mı gerekiyor?.. Patlıyor ya işte!.. Siz de olanı anlamak yerine, onu bunu suçluyor, ona buna kızıyor, öfkeleniyor, küfür sallayıp duruyorsunuz ya. Harp'de kızmak anlamsızdır, gerekli olan karşı tavır almaktır. Olanlara kızıyorsunuz, çünkü barış ortamında olduğunuz sanısı içindesiniz. İyi hoş da durum dediğiniz gibi ise, bu barış istekleri, çığlıkları, özlemleri nereden kaynaklanıyor?.. Savaşların en civcivli zamanlarında bile insanlar, sanki her şey yolunda imiş gibi günlük kaygılarından vazgeçmiyorlar. Harplerin en berbat yanlarından biri de insanları vurdumduymaz, duyarsız hale sokmalarıdır. Bu durum kendini korumanın temel içgüdüsünden başka bir şey olmamalı. Çünkü savaşların tanığı olmak dayanılır bir şey değildir. Ancak tivilerde haberleri izleyebilir, vah!.. vah!.. diye hayıflanabilirsiniz. Zafer nâraları, kahramanlıklar her şey bittikten sonra olan bitene verilen isimlerdir sadece. Çünkü geçmiş ile ilgilidir. Harplerin sefilliğini örtmek için ve de geleceğin savaş korkusunu bastırmak içindir. Bunda başarılı da olunur ama... Ne derler, korkunun ecele faydası yoktur! Geleceğin savaşları yine de gelir zaten... Zaman ilerledikçe de bu kahramanlık, şehitlik değerleri hep artarak yüceleşir, devleşir. Yine bunlar da, bir içgüdüsel davranış olmalı. Türün devamını garantiye almak adına, geleceğin muhtemel savaşlarını doğal kabul etmek ve zafere duyulan güvence ve kahramanca duruşlarla onu karşılayabilmek için.
Buna doğmamış çocuğa don biçmek derler, ama öyle işte. Bunun opoziti de olsa olsa, barış…barış, diye bağrışmak mıdır, acaba? Burada dikkat isterim, asla barışmak değildir dillenen, zafer'in üstünlüğünde rahat etme özlemidir.
Bir dünya savaşının tüm belirtileri yüzümüze vurmaya başladığında, yok canım, olamaz, daha neler, nerden çıkarıyorsunuz böyle şeyleri, gibi düşünceler de yüzümüzde ifade kazanıyordu. Ayıptır söylemesi, 2004’de İzmir'de slaytlarla sunduğumuz bir gösteride Dördüncü Dünya Savaşı'na dikkat çekmeye çalışmıştım. İlginç ve fantezi bulunmuştu. Bu savaş savlarını daha sonra birkaç kez daha, yazarak yine tartışmaya çalıştım. Olaylar beni doğrulamaya başlayınca da, yanılmayı ne kadar şiddetle arzuladığımı fark ettim.
Çok kısa alıntılarla hatırlatmaya çalışayım;
“(…)
Birincisi, ikincisi geçildi. Üçüncü Dünya Savaşı (Soğuk Savaş) 1961'de Berlin Duvarı'nın inşaası başlamış, 1969'da Filistinli Leylâ Halit'in ilk kez uçak kaçırmasıyla hızlanmış ve 1989'da duvarın yıkılmasıyla da son bulmuş ve bu dünya savaşını ABD kazanmıştı.
2001'de New York'taki "İkiz Ticaret Kuleleri"nin, kaçırılan Amerikan yolcu uçaklarıyla vurulmasıyla da artık netlik kazanan "Dördüncü Dünya Savaşı" başlamış oldu. Sarah Hassing adında 19 yaşında New York’lu bir genç kız, sorduğu soruyla ve G.W.Bush da savaş söylemleriyle bunu teyidettiler. Bütün bunlar olurken ortada dolaşan laflar, teröre karşı savaş veriliyor, biçimindeydi.
Ama savaşın tarafları olur, terör taraf değildir, yöntemdir. Sosyal adaletsizlik sosyal öfkeyi tetikliyor. Sosyal adalet arayışı iddiasında bulunan ve terörü yol olarak seçen ve aynı yolda kullanılan güçler giderek tüm kıtalarda savaşıyor ve izleniyor artık.”
Meselâ IŞİD, onu işitmeyen kaldı mı dünyada?
Nihayet bu sosyal gerçeklik, sığınmacı milyonların yollara düşmesiyle, bu gün dünyada yeniden hatırlanmaya başlandı.
Türkiye ise bir başarı istisnasıydı. Yıllarca yönetimin dışında tutulan mütedeyyin üretici güçler iktidar ortağı olmuş ve yıllarca şiddetle dışlanan etnisite kesimlerle barış gündeme gelmiş, onlar da siyaset sahnesinde belirip, meclise girmişlerdi. Ama Türkiye bu ayrıcalıklı konumunun farkına varamadı, kendine gelemedi... Başarılı politika güdenler, her kesimden destek gördüklerinde, bunun değerini bilemediler. Tâ ki kişisel güvencelerini parasal miktarlara bağlama gibi zayıflıklara düşene ve onları kıskananların da bu sefilliği deşifre etmelerine kadar. Sonrası ucuz öç alma itiş kakışlarıyla ve yerinde tutunma takıntılarıyla, anlamsız ve yazık bir savaş'a doğru sürüklenmenin öyküsüdür.
Dünya savaşına katılmak bu kadar mı önemliydi? Bu ülke ki ve bu devlet ki kapısının önüne kadar gelmiş bir dünya savaşını teğet geçmeyi becerecek bilgi ve tecrübeye sahip idi. Bu halk ki “Yurtta sulh, cihan da sulh” şiarını pek sevmiş görünür idi.
Yazıklar olsun!..