Seçim gecesi yayınlanan yazımın devamını getirmek istiyorum.
O yazıda özetle şunları yazmıştım:
Ülkemizdeki bütün partilerde örgüt lidere bağlıdır, liderin sözü partiyi bağlar. Üye- örgüt-parti merkezi ilişkileri açık ve demokratik kurallarla işleyen bir parti kurulamamıştır.
Diğer ihtiyacımız, “yerinden yönetim" sistemidir. Kamu yönetimimiz kuralları tutarsız karmakarışık bir düzendir.
Yerinden yönetim sistemini kurup çalıştırmadan ve merkezi yönetimi yeniden düzenlemeden, karşılaşacağımız hiçbir sorunla baş edemeyiz.
Yazımı şu cümleyle bitirmiştim: Bizi güdecek bir adam mı arıyoruz, yoksa halk idaresi mi?
Yazımın yayınlanmasını izleyen saatlerde, seçim sonuçları anlaşılmaya başlandı; yürütme gücünü AK Parti liderinin yöneteceği, Meclis koltuklarının dörtte üçünde AK Parti’li ve CHP’li milletvekillerinin oturacakları anlaşılıyordu.
Ülkemizin yeni döneminin başlarında CHP ile ilgili bazı görüşlerimi yazmak istiyorum:
Okuyucularımın bazılarının bildiğini sanıyorum ama bilmeyenler için tekrarlayayım: Ben, 20 yaşımdan 68 yaşıma kadar CHP üyesi olarak yaşadım, 17 yıldır da CHP’ye kayıtlı değilim.
CHP Tüzüğü her Kurultay’da az çok değişmiştir, değişimlerde demokratik partiye doğru gidiş eğilimi görülmemiştir.
Ülkemizdeki bütün partiler tüzüklerini CHP Tüzüğü’ne bakarak yazmışlardır.
Hiçbir parti tüzüğünü demokratik bir parti olalım endişesi ile düşünüp tasarlamamıştır.
Sanıyorum partilerimizin tüzükleri hakkında bilgi vermiş oldum.
CHP Tüzüğü’nün demokratikleşmesi için birkaç kez fırsat çıkmış, bu fırsatlar kullanılmamıştır.
Son girişim 2005 yılında toplanan 31’inci Kurultay’dadır. O kurultayda, muhalif grubun tüzük değişikliği teklifi görüşüldü. Genel Başkan Baykal’ın karşı çıktığı teklif, reddedildi.
Bu kurultaydan sonra Baykal yönetimi Tüzüğü baştan sona değiştirme kararı aldı, Tüzük’ün yanına Program Tasarısı da eklendi ve Aralık 2008’de toplanan 14’üncü olağanüstü Kurultaya sunuldu. Bir günlük Kurultayda Tüzük ve Program teklifleri 3 saatten az bir zamanda kabul edildi.
Parti içi muhalefete hiçbir imkân tanımayan yeni Tüzük; Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin genel başkanca belirlenmesini öngörüyordu. Üyelerden birinin veya daha fazlasının görevine son verilmesi ve yerlerine yenilerinin seçilmesi yetkisi de genel başkana verilmişti. Bu maddenin yürürlüğe giriş tarihinin tespiti Parti Meclisi’ne bırakılmıştı.
Kurultaydan sonra parti meclisi yetkinin kullanılmasını erteledi, Merkez Yönetim Kurulu’nu eskiden olduğu gibi Parti Meclisi seçti. Merkez Yönetim Kurulu üyeliklerine beklendiği gibi Baykal’ın listesi seçildi.
2010 yılı Mayıs ayında, Deniz Baykal istifa edip Kılıçdaroğlu Genel Başkan seçildiğinde, Baykal’ın miras bıraktığı Tüzüğü bütünüyle değiştirip, demokratikleşme devrimini gerçekleştirme için CHP’nin önüne bir fırsat çıktı, maalesef bu imkân kullanılmadı.
Bu yazıyı yazmamın amacı, CHP’ye sunulan yeni bir imkânı okuyucularımla paylaşmaktır:
Son Cumhurbaşkanlığı seçimleri, CHP’nin önüne demokratikleşme devrimi sorumluluğunu bir kez daha getirmiştir. CHP’nin demokratikleşmesi bir görevdir ve bu görevin başarılı biçimde gerçekleşmesi liderlerin sorumluluğundadır. Bu büyük görevi kimse yok sayamaz.
Görev iki liderindir; Kılıçdaroğlu ve İnce. Biri, genel başkanlığı bırakmak için kurultayı toplamalıdır, ikincisi de genel başkan seçilince, halk idaresi, demokrasi ve kalkınmayı sağlayacak yeni partinin tüzüğünün esaslarını kurultayda açıklamaya hazırlanmalıdır.
CHP şimdiye kadar büyük ve tarihi bir görevlerle karşılaşmış, bazılarını başarmış, bazılarını başaramamıştır.
İkinci Dünya Harbi’nden sonra başardığı görevlerden ilki, Türkiye’nin demokrasiye geçme ihtiyacına büyük mücadele ile çok partili seçimlere geçilme kararı vermesidir.
Diğer bir örnek, 1965 seçimlerinden önce “ortanın solu” politikasına geçme kararıdır. Ortanın Solu’nun içi doldurulmayıp, bugün olduğu gibi sloganların tekrarıyla yetinildiği için başarı sağlanamamış, Türkiye darbeye gitmiştir.
CHP önüne gelen parti içi demokratikleşme devrimi fırsatını bu kez de değerlendiremez ise, CHP’nin, halkın ve memleketin hangi sorunlarla karşılaşacağı bellidir.
Yaşadığımız seçimler, CHP’nin seçim kazanabilmesi için, halka umut veren, gerçekçi ve inanılır bir programa sahip olması gereğini kanıtlamıştır. Böyle bir program halkın katılımıyla bütün bir örgütle yapılabilir. Parti içinde demokrasi yoksa, kendini bir yerlere seçtirmek isteyenlerin yönetimindeki örgütün yeni programın hazırlanmasına ve başarısına katkısı sağlanamaz,
Halk, bugünkü iktidarın zaaflarını ve hatalarını görmektedir, ancak CHP’nin söyledikleri ve yaptıklarına güvenmemektedir.
Ülkemizin durumu ve ekonomik sorunları, bugünkü iktidarın taşınmasına imkan vermez.
Yazdığım bu gerçekler, yeni bir partinin yaratılmasını zorunlu kılmış ve son seçimler de bu imkânı vermiştir. Bu imkân önce CHP içinde denenmelidir.
CHP bu görevi yapmazsa halk, çaresini bulacaktır.