Sayın Erdoğan nisan ayının son haftasında Adana, Azerbaycan-Bakü ve İstanbul'da sekiz toplantıda konuştu; inancını ve izlediği politikaları tekrarladı ve savundu. Bazı politikalarını şimdiye kadar anlamamışım, onlara açıklık kazandırdı; hiç beklemediklerim de vardı içlerinde.
Bu yazıya başlamadan, beş yıldır yazdıklarımı hatırlamaya çalıştım, bazılarını okudum…
Cumhurbaşkanı son hafta içinde sekiz toplantıya katılmakla kalmadı; Hırvatistan’a da gitti, günlük kabullere katıldı, ikili görüşmelerini yürüttü, günlük olayları izledi, soruları cevapladı, talimatlar verdi… Bu koşuşturma sırasında, kimlerle muhatap olmuş, nelerle karşılaşmıştır kim bilir? Bu kadar dolu programı taşımak kolay değil, doğrusu gençlerin bile kıskanacağı enerjisi var!
Sayın Erdoğan’ın son bir haftada söylediklerini, ileri bir adım görebilirim umuduyla okudum; maalesef bir yıldır duyduklarımızın tekrarı…
Okuduklarımdan bir özet vermeden, Sayın Erdoğan’ın 6 yıl önce söylediklerini bir belge olarak okuyucularımla paylaşmak istiyorum:
1 Mart 2010 tarihinde, partisinin il başkanlarına Erdoğan “Bu dünya hayatında gayesini” şu cümleyle anlatmıştı:
“Bundan yıllar sonra o günün nesilleri şunu söylemeli:
Bir Ak Parti iktidarı vardı, işte bir başbakan vardı, geldi geçti; canlarını dişlerine taktılar, Türkiye'yi hak ettiği seviyelere taşıdılar, Türk milletinin alnını ak ettiler, itibarını yükselttiler. Demokrasi dedi, hukuk dedi, insan dedi, millet hakimiyeti dedi...”.
Bir de, son haftadaki sekiz konuşmasının özeti olan cümlelerini okuyalım:
Bu cümlelerde, ne demokrasi, ne hukuk, ne insan, ne de millet hakimiyeti vardır. Bu cümleler halk iradesini, insanı, hukuku ve demokrasiyi reddetmektedir.
İddiaların hepsi savunulamaz iddialardır, bu nutukların hepsi iç politikaya dönüktür, tapınılacak kişi (kült) yaratmayı amaçlamaktadır, iddialı biçimde açıklanan politikaların sürdürülemeyeceği belli olmuştur.
Bugün geldiğimiz yere, önerilen politikaların tutarsızlığı ve yanlışlığı nedeniyle gelinmiştir.
Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olduğumuz doğru değildir.
Osmanlı Ordusu’nun, tüm cephelerde savaşın başından beri savaştığı doğrudur, maalesef her cephede başlanan sınırdan geri çekilen birliklerle mütarekeye oturulmuştur.
Bazı cephelerde zaferler kazanılmış ama o zaferlerin kazandırdıkları korunamamıştır.
Osmanlı iyi kötü yanlarıyla bizimdir, O’nun başarıları ve meziyetleri, cumhuriyetin başarı ve meziyetlerini azaltmaz da, çoğaltmaz da.
İslam dünyasının umudunun Türkiye olduğunu Sayın Erdoğan, herhalde bazı ziyaretlerinde kapalı kapılar ardında duymaktadır. İslam dünyasının umudu nedir ve bu umutların hangisi Türkiye’den beklenmektedir, duyan, bilen var mı?
Sayın Cumhurbaşkanı müsaade ederlerse ben de O’na sesleneyim:
Sayın Cumhurbaşkanım, 78 milyonluk Türkiye’nin umudunun, bir orta eğitim kurumuna bağlandığının söylenmesi, benim gibi Sizi de umutsuzluğa düşürmüyor mu?
Sağa sola bakmaya ihtiyaç yok; bugün geldiğimiz yer, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın otoriter devlet başkanı olma hevesiyle Türkiye’yi sürüklediği yerdir.
Sayın Erdoğan’ın davranışı çelişkiler içindedir;
Konuşmaları, eskisinden daha haşin ve hırçındır! Demokrasiyi ve laikliği hayallerine engel görmektedir.
Ülkemiz bir dar boğazın önüne gelmiştir. Buraya gelinceye kadar çözüm üretmeliydik, üretemedik! Aydınlarımız halkımızdan korktu!
Evet hükümetimiz geçilmesi gereken kapıları açamaz; meclisimiz kritik konularda karar alamaz durumdadır.
Yaşadığımız sıkıntı ciddidir! Ulusal bir tıkanma içindeyiz!
Beş yıl önce başlayan tek adam olma hayali, bilerek veya bilmeyerek, ülkeyi felaketin kapısına taşıdı.
Şimdi ilk görev Sayın Erdoğan’a düşmektedir: Yürüdüğü yolun başarıya ulaşmasının söz konusu olmadığını görüp uyanmalı ve bulacağı yoldan geri dönmelidir.
Kısa bir zamanda bu dönüş görülmezse Ak Parti Grubu duruma el koymalıdır.
Bu ikisi de olmayacaksa, halk bir yolunu bulur, kurtuluruz ama ülke çok şey kaybeder, halk çok acı çeker!