“Türlerin Kökeni”nin ilk yayımlanışının üzerinden 160 yıl geçti. Darwin’in, bu kitabıyla “devrimsel” mahiyette önünü açtığı evrim düşüncesinin niceliksel birikimini sağlamaya yönelik çalışma da onun İngiliz HMS Beagle keşif gemisi ile 1831 yılı sonunda denize açılması ile başladı. Ama amaç, evrimi değil İncil’i doğrulamaktı!
İnsanın evrendeki konumuna ilişkin binlerce yıl varlığını sürdürmüş yaygın ve hâkim inancı değiştirecek çok önemli bir dönüşümün ilk adımı, 160 yıl önce atıldı. İrlandalı büyük oyun yazarı, söz ve hiciv ustası George Bernard Shaw, bu dönüşümü o özlü sözlerinden birinde çok çarpıcı bir şekilde şöyle aksettirir:
“Darwin bir dokundu, tüm dünya akraba oldu!..”
(“One touch of Darwin makes the whole world kin”, B. Shaw, Back to Methuselah: A Metabiological Pentateuch, 1929).
Bernard Shaw’un kastettiği, Charles Darwin’in 1859 yılında basılmış ve insanın, dünyanın ve evrenin nasıl var olduğuna ilişkin bin yıllardır kanıksanmış hâkim dinsel açıklamanın sarsılmasına sebep olan çığır açıcı kitabı “Türlerin Kökeni”dir.
Bu yıl Türlerin Kökeni’nin yayımlanışının 160’ıncı yıl dönümü.
Darwin bu kitabı ile insan-merkezci, dünya-merkezci ve güneş-merkezci varoluş anlayışı ve inancının yıkılmasının önünü açmıştır. İnsanı, kâinatın etrafında döndüğü bir “özne” olmaktan çıkarıp onu, diğer (canlı-cansız) varlıklarla aynı/ortak kökenden gelen ve değişime uğrayarak farklılaşmış bir “organizma” olarak “mütevazı” bir konuma oturtmuştur.
Bu bakımdan insana, modern dünyada “hayvani tevazu”ya dönme yolunda ilk “bilimsel” uyarıdır “Türlerin Kökeni”.
Bu “tevazu”ya bir türlü dönülmeyip “Eşref-i Mahlukat” yanılsamasında ısrar edildiği için bugün yeryüzünü, dolayısıyla da kendi türünü bir doğal/biyolojik felaketin, yıkımın, yok oluşun eşiğine getirmiş bir varlık insan…
Darwin’in 160 yıl önce “Türlerin Kökeni” ile niteliksel ve “devrimsel” mahiyette önünü açtığı evrim düşüncesinin, daha çarpıcı deyişle “evrim devrimi”nin niceliksel birikimini sağlamaya yönelik çalışma, onun 5 yıllık bir “doğa tarihi” araştırması için İngiliz “HMS Beagle” keşif gemisi ile 1831 yılı sonunda Davenport limanından denize açılması ile başladı.
Bir pazar yazısında Darwin, evrim kuramı ve şu meşhur “evrimcilik-yaratılışçılık” tartışması, bu tartışmanın çoğu zaman vardırıldığı “bilim-din atışması” üzerine ağır bir içerikle sizleri yormak niyetinde değilim. Bu başlıklar üzerine çok çaşıştım ve yazdım zaten (merak edenler, kitabım Din Hayattan Çıkar [İletişim, 2017-6. baskı] içindeki “Genesis’ten Genetiğe Gidiş-Gelişler: Evrimcilik-Yaratılışçılık Kutuplaşmasına Bir Müdahale Denemesi” başlıklı bölüme [s. 199-240] bakabilirler).
Burada sadece Darwin’in Beagle gemisiyle yaptığı yolculuğun öncesi ve sonrasına ilişkin bazı değinmeler eşliğinde nasıl “evdeki hesabın çarşıya uymadığı” bir sonucun insanlık tarihinin düşünsel akışında önemli bir değişikliğe yol açtığını, ilgi çekici olacağı ümidiyle vurgulamayı hedefliyorum.
Evet, Darwin’in Beagle yolculuğu ve araştırması, “evdeki hesabın çarşıya uymadığı” bir sonuç çıkarmıştır ortaya… “Evdeki hesap”, din, Tanrı ve İncil”dir. Bu hesaba uymayan “çarşı” da doğa, doğal seçilim ve “Türlerin Kökeni”dir.
Açalım: Charles Darwin ne kendisiyle başlamış ne de kendisiyle son bulmuş olan evrimsel düşünce ve yaklaşımı, bir doğa bilimci olarak bol miktarda gözlem ve veri eşliğinde karşılaştırmalı yöntemi işlerliğe sokarak olgusal ve kuramsal yönden besleyip güçlendirmiştir.
Bunu yaptığı 19’uncu yüzyıl Viktorya İngiltere’si, teknolojik, ekonomi-politik ve entelektüel dinamikleri itibarıyla evrim düşüncesinin bir “paradigma” (açıklama anahtarı) haline gelmesi yolunda uygun bir “iklim” sunmaktaydı. Dawin’in evrim söz konusu olduğunda özel bir önemle (ve aşağıda daha detaylı değinilecek Alfred Russell Wallace gibi çok önemli bir başka doğa bilimciye de haksızlıkla) öne çıkarılıp seçkinleştirilmesinin temel nedeni budur.
Darwin, hiç kuşkusuz düşünsel çerçevede evrimin “devrimsel” mahiyet kazandığı bir tarihsel bağlamda doğru yerdedir ve buna aracılık edip temsilcisi/simgesi olmuştur. Fakat bunun ötesinde belirtilmeden geçilmemesi gereken husus, Darwin’in hem kendisini izleyenlerce hem de karşıtlarınca “din-dışı” çerçevede çekildiği uç noktaların hayli berisinde, gayet mutedil ve “mütedeyyin” bir şahsiyet olduğudur.
Açık ifade edelim: Beagle gemisinden içeri adımını atmış olan Darwin, özde dindar bir insandı.
Ve dahası: “Majestelerinin Gemisi” ile 5 yıla yakın bir dünya turuna “doğa bilimci” pozisyonuyla katılan Darwin’in hareket noktası, biyolojik çeşitliliğe ilişkin “Doğa”nın müthiş seçiciliği ve üretimini ortaya sermek değil, Kutsal Kitap’taki “yaratılış mucizesi”ni belgelemektir!..
Yani Darwin, “Kitap”ta yazanın karşılığını “Doğa”da bulma hevesi ve hedefiyle bu araştırmaya koyulmuş, ama işte sonuç bu bakımdan çok farklı ve beklenmedik olmuştur.
Bulgular, “Kitap”ı doğrulamamış, yanlışlamıştır ya da daha “ortalama” deyişle, Darwin, Kutsal Kitap’taki Yaratılış (“Genesis”) anlatısı ile çelişen sonuçlara varmıştır; canlı türlerinin bir kerede ve bugünkü halleri ile yaratılmayıp bir ortak canlılık özünden zaman içerisinde doğanın belirleyici etkisi altında değişme ve farklılaşma ile bugünkü çeşitliliklerini kazandıkları önerisi gibi…
Gezinin başlangıcında söz konusu olan ve İncil’i doğrulayacak, “Kitap”ı bilimsel bulgularla destekleyecek bir araştırma ortaya çıkarma hususunda Darwin, beş yıl boyunca gemide aynı kamarayı paylaşacağı kaptan Robert FitzRoy ile tam bir “hayırlı” mutabakat içindedir. Bir aristokrat ve sıkı bir Protestan olan Kaptan FitzRoy, Darwin’in gemiye kabulü için yapılan seçimden başlayarak onun araştırmasının ilerleyişi, çalışmasının ortaya çıkması, gidişatı ve sonuçlarına kadar her aşamada sürecin içinde olan bir gizli özne, bir isimsiz kahramandır.
Ancak “sonuç” itibarıyla, tüm yaptıklarından bir pişman bir kahraman!..
Bunu da açalım!..
Başlangıçta Darwin ve FitzRoy, “din” adına yararlı ve hayırlı bir iş yaptıkları düşünce ve duygusunu paylaşmaktadırlar. Şu satırlar, bu konuya ilişkin hayli doyurucu bir çalışma olan Alan Moorehead’in Darwin ve Beagle Serüveni (TÜBİTAK-YKY ortak yayını, 1999) adlı kitabından:
“Böyle bir yolculukta gemiye bir doğa bilimci almak olağan bir şeydi ancak FitzRoy’un kafasında başka bir amaç daha vardı; dinsel bir amaç. Ona göre bu yolculuk, İncil’i, özellikle de Yaradılış Kitabı’nı kanıtlamak için çok iyi bir fırsattı. Bir doğa bilimci olarak Darwin, kolayca, Büyük Tufan ve canlıların ilk ortaya çıkışlarına ilişkin birçok kanıt bulabilir, bilimsel bulgularını İncil açısından yorumlayarak çok yararlı bir iş yapabilirdi. Genç rahip adayı Darwin hemen razı oldu. O sıralarda, İncil’deki her şeyin harfi harfine gerçek olduğuna o da inanıyordu; İncil, kabul ettiği, sevdiği dünyanın bir parçasıydı. Bu yönde yararlı bir şeyler yapma olanağı, yolculuğu daha da heyecan verici kılıyordu” (s. 20).
Gerçekten Darwin bir süre doğa bilimlerine yönelme ve rahip olma seçenekleri arasında gidip gelmiştir, ama doğa bilimci olarak gelecek tercihinde bulunduğu noktada da yukarıda belirtildiği üzere, dinsel bir motivasyona (hareket noktasına) sahiptir.
Beagle yolculuğu, insanlık tarihinin akışında çok şey değiştirmiştir; ama esas Darwin’in hayatının akışında son derece radikal, sarsıcı, yakıcı değişimlere yol açmıştır!..
Darwin, beş yıla yakın süren gezi boyunca yaptığı gözlemler, topladığı örnekler doğrultusunda inancıyla çelişen noktalara geldiğinde, buna bağlı olarak ciddi ve sarsıcı düşünsel/ruhsal muhasebelere yöneldiğinde hep “Kaptan” tarafından “dizginlendi”. FitzRoy, Darwin’in kafasını dinsel açıklama bağlamında kurcalayan her soru ve sorunda İncil adına yanıtlar üreterek onun kuşkularını gidermeye çalıştı.
Ama olmadı, yetmedi tabii…
1936 Ekim’inde Beagle, Falmouth limanına yanaşıp Darwin tekrar Britanya’ya ayak bastığında artık bambaşka biriydi. Evet, onda inanç, hâlâ orada bir yerde (kalbinde) idi, ancak aklı/zihni alabildiğine (bilimsel) kuşkuya açıktı.
Sonuçta Darwin, inancıyla bulguları arasında sıkıştı kaldı. Bundan dolayı da bir türlü araştırmasının insanlık tarihinde çığır açıcı olacak sonuçlarını yayımlayamadı.
Belki hiç de yayımlayamayacaktı!.. Ama dünyanın bir ucunda, Pasifik ve Avustralya’da çalışan Galli bir genç doğa bilimci Alfred Russell Wallace, gözlem ve bulguları temelinde Darwin’den habersiz geliştirdiği kuramsal çalışmasına ilişkin bilgileri kendisine göre daha kıdemli olan Darwin’e bir dizi mektupla iletti (1856-57).
Mektuplarda yazılı olanlar, Darwin’in beş yıllık gezideki çalışma sonuçlarıyla hemen hemen aynıydı.
Şimdi, bambaşka bir “rahatsızlık” kaplamıştı Darwin’in içini: İnancının oluşturduğu “fren”le bilimsel emeğini yıllarca bastırmış, ama işte şimdi bir başka doğa bilimci aynı evrimsel tezlerle ortaya çıkmıştı!.. Darwin’de de çevresindekilerde de panik belirgindi. O, yakınında olanlara “Bütün orijinalliğim kaybolacak şimdi” diyerek duygularını ifade etmiştir.
Wallace’ın çok çok uzaklarda ve sürece etki edemeyecek durumda kaldığı bir bağlamda Britanya’nın merkezindeki, Darwin’in de bir parçası olduğu “seçkin” bilim çevrelerinde çözüm, Wallace’ın çalışmasını Darwin’in 20 küsur yıldır yayımlamaktan kaçındığı araştırma sonuçları ile ortak bir bildiri halinde yayımlamak olarak bulundu. Yıl, 1858’di.
İzleyen yıl da Darwin, Türlerin Kökeni’ni alelacele yayımlattı!..
Yukarıda aktarılanlar doğrultusunda, bugün Darwin’e mal edilen evrim kuramını daha vicdanlı ve hakkaniyetli olanlar “Darwin-Wallace Kuramı” olarak adlandırmayı tercih etmektedirler. Ama yine de prestij, Galler’de küçük bir kasabada doğmuş yoksul Wallace yerine, “Majestelerinin Gemisi” ile beş yıllık gezi yapmış zengin ve “seçkin” Darwin’in payına düşmüştür!..
Wallace’a evrim ve “Darwin” adına çok şey borçluyuz.
Ama esas, yukarıda da işaret edildiği üzere, Kaptan FitzRoy’a çok şey borçluyuz!
O, günümüzde “evrimin babası” addedilen zata (180 yıl önce) açtığı kapılardan, sağladığı olanaklardan pişman ve sağlıksız bir ruh haliyle Darwin’in en ateşli karşıtlarından biri olarak hayata gözlerini kapadı. Darwin’in kuramsal katkısının dinsel öğretiye meydan okuma aracına dönüşmesi karşısında hep kendisini suçladı; suçunu telafi etmek için de her fırsatta İncil’in büyüklüğünü, yüceliğini vurgulayan atraksiyonlarda bulundu.
Bunlar arasında en meşhuru, Darwin’ci bilim insanlarıyla kilise papazlarını karşı karşıya getiren Britanya Bilimler Akademisi’nin toplantısında aniden ortaya fırlayıp elindeki İncil’i havaya kaldırarak “Kitap! Kitap!.. Gerçek burada ve başka hiçbir yerde değil” diye bas bas bağırmasıdır.
Beagle’ın kaptanından da geriye baki kalan şu kubbede, işte bu hüzünlü sadadır!..