Gezi Olayları… Protestoları… Direnişi… İsyanı…
Adına ne derseniz deyin, 2013 Mayıs-Haziran’ında Türkiye’de “patlayan”ın ne olduğu, üstelik hemen başlangıcında, bir İngiliz televizyonu için bu memlekette yaşananları aktaran bir muhabirin sözlerindeki kadar doğru tespit edilmemiştir. Dün gibi hatırlıyorum, “Toplumun seküler segmenti (secular segment of the society) ayakta” diyordu o muhabir…
Gezi’yi “faiz lobisi” diye, Türkiye’deki illegal sol örgütlerin provokasyonları diye ya da darbe-sevici, askeri-vesayetçi kimi odakların son çırpınışı diye açıklamayı tercih eden dinbaz iktidar iradesi de dâhil herkes aslında yabancı basında böylesi kristal berraklığıyla ifade edilmiş bu niteliğin ta en baştan farkındaydı.
İsyanın sebebi addedilen Taksim-Gezi Parkı’ndaki ağaçlar, hanidir patlamaya hazır bir bombanın fitilini ateşleyen alevi oluşturdular aslında.
Daha doğrusu onları kesme ve insanların devasa bir şantiyeye dönüşmüş metropolün ortasında bir yudum nefes alabildiği son noktayı da tahrip etme konusunda hoyrat ve asabice karşılarına çıkan iktidar iradesiydi bu “alev”in kaynağı...
Gezi protestosu, direnişi, isyanı esas 2001 genel seçimleri sonrası süreçte AKP iktidarının Türkiye toplumuna kültürel anlamda bir "yeni don biçme” işine soyunmasının sonucudur.
Yüzde 49,95 oranındaki oyun gözleri kamaştırıp ruhları köreltmesinin sonucu, “Biz artık bu ülkede ne istersek yaparız” kibri oldu.
“Kimin nasıl ne şekilde yaşayacağına da ne yiyip ne içeceğine de nasıl giyinip giyinmeyeceğine de kimle yatıp kalkacağına da sokakta öpüşüp öpüşmeyeceğine de kendi bedenine ne kadar söz geçirip geçiremeyeceğine de biz karar veririz” diyen;
Dinbaz-faşizan pervasızlaşma oluşturdu Gezi’de patlayacak dinamiğin, dinamizmin, “dinamit”in altyapısını.
Dolayısıyla Gezi, bir hayat isyanıydı.
“Dünya dünyevî yaşanır” diye düşünen ve bu düşünce doğrultusunda hayatına yön vermek isteyenlerin isyanıydı.
Ortalaması itibarıyla, hayatında “dinsel duyu”ya kararınca yer vermek isteyenlerin isyanıydı.
Aslında bu topraklarda 200 küsur yıldır Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, padişahlarıyla da siyaset ve devlet adamlarıyla da edebiyatçıları aydınlarıyla da karşılığı olan, dolayısıyla kurumlaşması hiç mi hiç yabana atılamayacak “evrensel” bir yaşam tercihinden vazgeçmek istemeyenlerin isyanıydı.
Tarih de toprak da yerküre de yanında olduğu için doğruydu bu isyan…
O yüzden başarılı oldu. Tarihten, topraktan, yeryüzünden ilham aldı, kendisi tarihselleşti, yerleşikleşti, bu toprağın yüz akı oldu.
Ve yine o yüzden bugün onun 6’ıncı yılını bu ülkenin özgürlük, demokrasi ve umut yolunda en kararlı adımlarından biri olarak idrak ediyoruz.
Dinbazlığın “inşa süreci” derdi
2011 seçim sonucu sonrası bu topraklarda kültürel olarak, yani yaşam-biçimi anlamında toplumu kendi dinbaz kıtlıklarına mahkûm kılmaya dönük bir anlayış ve hareketlilik içine kararlıca giren bir iktidar çıktı karşımıza.
Birileri toplumun yarıya yakınının oyunu almış sayılan lidere, “Sen artık ‘Emîrü'l-Mü'minîn’ oldun; bunun gereğini yap” dedi mi demedi mi bilmiyoruz.
Ama dönemin AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun Nisan 2013’te “Gelecek inşa dönemidir” dediğini biliyoruz. Bu inşa döneminin o güne kadar onlarla “paydaş” olmuş “liberal” kesimlerin istediği gibi olmayacağını eklediğini de biliyoruz!..
“İnşa dönemi”, işte, bu toplumun seküler segmentine “posta konularak” başlatıldı.
“İçki içiyorsan alkoliksindir” dediler.
“İçeceksen git evinde iç” dediler.
“Kızlı erkekli âlem yapıyorlar” dediler.
“Hiç kimsenin kızını bir erkeğin kucağında görmek isteyeceğini sanmam” dediler.
Kürtaj hakkına müdahale edilmemesini isteyen kadınlara “Sen herhalde çok kürtaj oldun ki bunu bu kadar istiyorsun” diye hakaret eder oldular.
Heykellere “ucube” dediler.
Dizilere “Ceddimiz yanlış tanıtılıyor” diye köpürdüler.
Bir kültürel-özgürlük miladı
Bunların üzerine o “seküler segment” isyan etti. “Kimlik, insanın kültürel derisidir” diyoruz ya hani, işte o “deri” adeta yüzülüyormuşçasına çığlık çığlığa bir çırpınıştı aslında bu…
En küçük bir empati göstermediler. Toma oldular, cop oldular, biber gazı oldular ve yağdılar sokakta kimliği, kültürü, hayatı için feryat edenlerin üzerine…
Toplumun diğer “segment”ini de işin içine katmak üzere “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” diye gözdağı verdiler, böylece kutuplaşma siyasetinin önünü açtılar.
Kışkırttıkları o “Yüzde 50”nin içindeki kraldan çok kralcılar, satırlarla palalarla döner bıçaklarıyla döküldü yollara. Çocuklara saldırdılar, onları dövdüler, bıçakladılar, öldürdüler.
Sonuçta şimdi aradan 6 yıl geçti.
Altı yıl önce bugünlerde Türkiye’de Gezi direnişiyle yakılan özgürlük meşalesi şimdi ellerde yükselmeye devam ediyor.
Dinden de dindarlıktan da fersah fersah uzaklaşmış dinbaz bir iktidarın toplumun kendisine ters düştüğünü düşündüğü kesimleri üzerinde oluşturmaya çalıştığı tahakküme dur deme yolunda bir sivil itaatsizlik eylemi olarak Gezi, bugün artık bir “milat” olarak değerlendirilebilecek mahiyet kazandı.
Dinbazla dindarı "tefrik eden" Gezi
Gezi, Türkiye’de “dinbaz”la dindar arasındaki farkı ortaya seren bir “turnusol kâğıdı”dır da aynı zamanda.
Yarın tamamına erdirilecek Ramazan’a hanidir kaybettiği dinde tevazu, kanaatkârlık, dayanışma, yardımlaşma ruhunu yeniden kazandıran “Yeryüzü Sofraları”nı da elbette “Anti-kapitalist Müslümanlar”ın eşsiz yaratıcılığıyla Gezi’ye borçluyuz.
“Camilere ayakkabıyla girdiler, içki içtiler, iskelede başörtülü bacımıza saldırdılar” yalanlarıyla tefrik edilen dinbazlığın daha iyi tanınması da Gezi ile oldu.
Gösteriler sırasında ibadet hassasiyeti olanların kıldıkları namazlarda ve atılabilecek plastik mermilere, biber gazına karşı siper olup onları korumaya alanlarla dindarlık Gezi’deydi.
Açılan iftar sofralarıyla dindarlık Gezi’deydi. Dağıtılan kandil simitleriyle dindarlık Gezi’deydi.
“Başörtülü bacımızı yerlerde sürüklediler” yalanıyla öne çıkan dinbazlık karşısında sayısız tesettürlü kadın göstericileriyle dindarlık Gezi’deydi.
Dinbazlığın kültürel zapturaptına karşı yükselen isyanda dindarlık, toplumun seküler segmentiyle birlikte Gezi’deydi.
Evet, dindarlıkla dinbazlığın ayrım çizgisi de Gezi’dir.
Düzenbaz dindara dinbaz denir.
Gezi, dinbazlığa “panzehir” üretmiş bir harekettir.
En kıymetli işlevlerinden biri de budur.