“Dindar nesil” yetiştirmek, memleketi bir İmam-Hatip Türkiye’sine çevirmek ve hayatın her milimetrekaresine dini nüfuz ettirmek isteyenlerin devri iktidarında dindarlık oranı düşmüş bu ülkede.
Konda’nın önceki hafta kamuoyu ile paylaşılan 10 yıllık toplumsal değişim raporu üzerine bazı yerli-yabancı yayın organlarının soruları oldu ve görüşlerimizi o mecralarda kısaca paylaştık. Ama daha kapsamlı bir değerlendirmeye gitmek kaçınılmaz çok önemli veriler barındıran bu rapora ilişkin…
Elbette çok farklı kesitleri var, ama Konda raporu esas olarak AKP Türkiye’sinin eski deyişle “zahir”i ve “bâtın”ını, yani hem görünür yüzünü hem de iç yüzünü ortaya seren sonuçlarla farklılaşıyor, seçkinleşiyor.
Şöyle ki 2008’den 2018’e kadar son 10 yılda Türkiye’de dindar olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 55’ten yüzde 51’e gerilemiş. Buna karşılık 2008’de bu toplumda kendisini ateist olarak tanımlayanların oranı yüzde 1 iken sonrasında yukarıya doğru belirgin bir kıpırdanma kendini göstermiş ve yüzde 3 oranına varılmış. “İnançsızlar” oranında da aynı doğrultuda değişim var: 2008’de yüzde 1 olan oran şimdi yüzde 2.
Böyle devam ediyor: Oruç tutanların oranı yüzde 77’den yüzde 65’e gerilemiş. Kendisinin “sofu” olduğunu söyleyenlerin oranı da düşmüş, yüzde 13’ten yüzde 10’a.
Tabii bir insana “Sofu musun?” diye nasıl sorulduğu da ayrı bir husus. Böyle bir soru dosdoğru mu yöneltildi (ve soru yöneltilen kişiden bu durumda nasıl bir cevabi tepki beklendi?!.); yoksa dolaylı olarak mı “sofuluk” işareti sayılabilecek özelliklere ilişkin sorularla yol alındı, bilemiyoruz…
Ayrıca böylesi “survey” (anket) temelli niceliksel bir araştırmada hem “sofuluk”la ilgili soruya, hem de “dindarlık” ya da “inançlı olmak”la ilgili kritik sorulara kaynak kişilerin genelde “ideal” bilgiyi verme eğilimini de unutmamak lazım. Yaşadığınız toplumu biliyorsunuz; böyle bir toplumda karşınıza birdenbire çıkan birine “dindar değilim” demek zordur!..
Yani dindarlık, “inançlılık” gibi konularda “gerçek bilgi” ancak daha uzun erimli ve derinlikli gözlem ve görüşme teknikleri ile elde edilebilir. Dolayısıyla yüzde 50’lerde seyretmekte gibi görünen dindarlığın “gerçek” oranı hakkında da ancak o zaman bilgi sahibi olunabilir.
Neyse, devam edelim! Araştırma verilerine göre “inançlı” olduğunu söyleyenlerin oranı da artmış ve 10 yılda yüzde 31’den yüzde 34’e çıkmış. Tabii bunun içinde son dönemdeki “Deizm” patlamasını da unutmamalı! Yani bu sadece İslam’a mal edilebilecek bir olgu değil.
Ve elbette inançlı (“believer”) olmak ayrı, dindar (“religious/pious”) olmak ayrı…
“Modernite”nin insanın önünde açtığı imkânlar kadar, onu yalnızlığa, yabancılaşmaya, umursanmazlığa (sevgi-güven yokluğuna) maruz bırakan işleyişinin Batı dünyası dâhil hemen her yerde gerek kurumsallaşmış tarihsel formları gerekse yeni, sentez ve melez oluşumları ile dinsel inançlara rağbeti artırdığı bilinmedik değil. Bu yüzden, söz gelimi “Yeni Dini Hareketler”i, moderniteye itiraz ve reddiyeden çıkış bulan “postmodernite”nin inanç patentli karşılıkları olarak tanımlamak uygun olur.
Dolayısıyla bugün dijital-sanal kitle kültürünün “kalabalıklarda yalnızlık” dünyasında inancın ve muhtelif inanç sistemlerinin yükselişte olduğu hanidir tespit ve teslim edilen bir nokta.
Fakat tabii ki Türkiye, özellikle son 15-16 yılı itibarıyla dünya ölçeğindeki bu genel tablonun yanı sıra çok önemli bir farkla hayatın devam ettiği bir coğrafya. Ve işte bu nedenle Konda verileri bize çarpıcı bir sosyopolitik realiteyi tartışmaya açma imkânı sunuyor.
Çünkü, tüm dünyada dinin, inancın, maneviyatın yukarıya doğru hareketlilik içinde olduğu bir zamanda kendisini dinle, imanla, İslam’la özdeş diye takdim ederek kitlesel desteğe ulaşmış bir siyasi hareketin devri iktidarında dindarlık oranı düşmüş bu ülkede…
“Dindar nesil yetiştireceğiz” diye bas bas bağıranların devri iktidarında oruç tutanların oranı düşmüş bu ülkede…
Memleketi bir “İmam-Hatip Türkiyesi”ne çevirmek; her okulu imam-hatip yapmak, her köşe başına cami dikmek ve hayatın her milimetrekaresine dini nüfuz ettirmek isteyenlerin devri iktidarında ateistlerin ve inançsızların oranı artmış bu ülkede.
Bu neden böyle diye soracak olanlara, söylenecek çok söz olmakla birlikte kestirmeden ve özet mahiyette başlıktaki cevabı verelim:
Dinbazlık arttıkça dindarlık azaldı bu ülkede!..
Yukarıda moderniteden postmoderniteye “kırılmış” dünya bahsinde kısmen kaydedildiği üzere, insanlar hayatın içinde dine duygusal, varoluşsal ya da "anlamsal" ihtiyaç duydukları noktada toplumun da nesillerin de dindarlaşmasından bir sosyolojik olgu olarak söz edilebilir.
Ama bir siyasi yaptırımlar setini toplum üzerinde işlerliğe sokarak “dindar nesil” yetiştirmeye kalkıştığınızda, işte ancak insanları dinden-imandan çıkmaya, yaptıklarınızla “Olmaz olsun böyle din” diye tepki göstermeye sevk edersiniz.
“Dindar nesil”, kültürel-psikolojik ihtiyaçlar söz konusuysa ancak, yetişecekse yetişir.
“Dindar nesil”, dinbaz politik-ideolojik yaptırım, baskı ve zorlamalarla yetişmez.
Kemalizm’in ve resmi devlet laikliğinin etkin olduğu dönemde gördüğü rağbeti dahi göremez olur imam-hatipleriniz…
Deizme yönelir İslami dinbazlığınızdan bunalan imam-hatipli çocuklarınız…
Başını örtse de orucunu tutmaz tesettürlü bacılarınız…
Evet, ortaya çıkan tablo gerçekten küçümsenmeyecek ve tartışılmayı hak eden verilerle dolu.
Çünkü 2008 ve sonrası, malûm, AKP iktidarının ve Erdoğan otoriteryanizminin toplumun üzerine din diye diye en çok abandığı dönem… Öncesi, yani AKP’nin 2002-2007 iktidar dönemi için bu derece bir “dinî mühendislik” uygulamasından söz edilemez.
Ve Erdoğan’ın başbakan olarak “Biz dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” dediği 2012 başından bu yana geçen yıllarda Türkiye’de dindarlık artmamış, azalmış.
Konda verilerinde yaş gruplarına göre bir dağılım yok. Ama tabii aklıma geleni, sezgilerimde öne çıkanı Konda Genel Müdürü, kıymetli dostumuz Bekir Ağırdır’a sordum ve ondan doğrulama da aldım: Dindarlık oranındaki azalmanın müsebbibi, genç kuşaklar!..
Yani Erdoğan’ın dindarlaştırmak istediği nesil, sayelerinde, dinden uzaklaşmış!..
Bu tablo bir yandan da Humeyni-sonrası İran’da ortaya çıkan ve “post-İslamizm” olarak ayırt edilen toplumsal gerçeklikle bağlantılı ve benzeşik ele alınabilecek mahiyet de arz ediyor.
İran’da İslami siyaset yapılandı, kurumsallaştı, pekişti, ama özellikle genç kuşaklarda dinsellik ya da dindarlık hiç de rejimin istediği noktalara var(a)madı. Ve işte en son geçen yıl bu zamanlar gündeme geldiği üzere, İran’daki sokak gösterileri belli ekonomik politikaların eleştirisi olarak başlasa da giderek rejim karşıtı protestolara, İslam Cumhuriyeti’nin son bulması yolunda çığlıklara kadar vardı.
Çünkü sosyolog Asef Bayat’ın “post-İslamizm” olarak karakterize ettiği Humeyni (1989) sonrası İran, hızla bireysel tercih ve özgürlük isteklerinin arttığı; hem cinsiyet eşitliğinin tartışmaya açıldığı, hem de seküler taleplerin tanınıp onandığı bir rotaya girdi. Bugün ortada, “İslam Cumhuriyeti” diye içi boş bir siyasi kabuk, bu rejimin sahibi mollalar ve onların gardiyanı Devrim Muhafızları’ndan başka bir şey yok.
Halbuki Humeyni de 1979’daki devrimin hemen ardından, tıpkı 2012’de Erdoğan’ın yaptığı gibi diyordu ki “Gençlerimiz İslami değerleri, görgü ve âdetleri bilmiyor; İslami talebeler yetiştirecek üniversitelere ihtiyaç var”.
Bu doğrultuda mevcut üniversiteler kapatıldı ve İslami çerçevede şekillendirilip yapılandırılmış yeni üniversiteler açıldı İran’da.
Ve sonuçta İran’da da “dindar nesil” diye diye yürünen yolda tam bir fiyasko ortaya çıktı. İslami yönetici elit yetiştirmeyi hedefleyen üniversitelerde bile, sınavları tamamlanmış “Fıkıh” gibi derslerin kitaplarını yakıp yanan ateş etrafında dans eden öğrencilere rastlandı (Saeid Golkar, “Black Crow to Barbie: Changing Student Norms in Islam”, ISIM Newsletter, No. 16, 2005).
İşte bizde de şimdi imam-hatipteki çocuk diyor ki “Ben deist olucam”.
İşte bizde de şimdi başörtülü genç kız diyor ki “Ben oruç tutmuycam, namaz kılmıycam”.
Ve işte bizde de şimdi millet diyor ki “Siz böyle dinbazlığa devam ettikçe ben inançlı olsam da dindar olmuycam”!..
İran’da olup bitenlerin adı “post-İslamcılık” olarak kondu. Bizde olup bitenlere ise “post-mortem İslamcılık” dense yeridir! “Ölüm-sonrası İslamcılık”, yahut daha amiyane deyişle, “mortu-çekmiş İslamcılık” yani!..
Ve işte böyle “post-mortem” bir İslamcılık “gösterisi” (“şov”u) ile yol aldıkları, dinî telkin, teşvik ve tahkimat konusunda da bunca etkin oldukları bir dönemde dindarlık bu ülkede artmak şöyle dursun, azalıyor.
Tabii Konda araştırmasının dinsellikle ilişkili veriler dışında bu topluma dair sunduğu diğer önemli sonuçlar da var başka yazılarda ele alınması gereken… Mesela bunlardan biri, sosyal medya kullanımındaki büyük artış: Oran, 10 yılda yüzde 38’den yüzde 72’ye çıkmış. Neredeyse iki katına yani…
Bence bunun da dindarlığa ilişkin ortaya çıkan sonuçta bir diğer etki dinamiği olarak payı tartışılmalıdır. Mesela şöyle “hipotetik” bir soru eşliğinde: Acaba bu memlekette” küresel-dijital” iktidar, yerli-dinbaz iktidarı tuş etmiştir denilebilir mi?!..
Çünkü siz istediğiniz kadar imam-hatipleri çoğaltın; ilk ve orta öğretim kurumlarında “din dozajı”nı artırın; böylece gençlerin dünyasını diyanete bağlamaya çalışın, ne yaparsanız yapın, çocukların kafasından Whatsapp’ı, Twitter’ı, Facebook’u, Instagram’ı, Youtube’u söküp alamıyorsunuz.
Bu gençlikle bir parça hoca-öğrenci ilişkisi çerçevesinde etkileşimde olduğumuz için gayet iyi biliyoruz. Bu gençlik, Diyanet TV’nize değil, Youtube’daki “TikTok”a rağbet ediyor!
Bu gençlik imam-hatipten çıkıp eve gelince gece ekranda “Ufak Tefek Cinayetler” dizisini izleyip oradaki kadın karakterlerle özdeşime giriyor.
Bu gençlik cazibeyi “takva”nın, teşhiri hicabın, ifşayı mahremiyetin önüne geçiren online tesettür alışveriş sitelerinde sörf yapıyor!..
Bunların olduğu yerde elbette arzu ettiğiniz çerçevede “dindar nesil” olmayacaktır.
Olsa olsa “başörtülü Barbie-bebek”leri model almış “dindarımtrak” bir nesil var etmenin övüncü düşecektir payınıza!..