Bugün 3 Şubat; Avrupa’da 15’inci yüzyılda matbaa makinesini kitlelerin hizmetine sokan Gutenberg’in 1468 yılında öldüğü gün... Onu, onunla adlandırılmış bir dünyanın, “Gutenberg Galaksisi”nin de zamana yayılan ölümünü an be an gözlemleyip deneyimlediğimiz bir dönemde anıyoruz!..
“Gutenberg Galaksisi”, Kanadalı düşünür ve iletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın 1962’de yayımlanmış çığır açıcı eserinin adı. Kitabın alt başlığı daha da açıklayıcı: “Tipografik İnsanın Oluşumu”.
Tipografi ile kastedilen “yazı”; daha esnek bir yaklaşımla, “yazılı kültür”. Dolayısıyla “tipografik insan”ı da gündelik hayatı yazılı kültürle yoğrulan, okur-yazar olmaktan öte, “okumadan duramayan insan” olarak tanımlamak mümkün; hayatının merkezinde kitabın, daha geniş anlamda “matbuat”ın yer aldığı insan olarak…
Bunu, Almanya’nın Mainz kentinde, Kutsal Roma (Cermen) İmparatorluğu topraklarında doğmuş (1400), yaşamış, çalışmış, üretmiş Johannes Gutenberg’e borçluyuz.
Demircilik ve kuyumculukla uğraştıktan sonra matbaacılığa merak sararak insanlık tarihinin akışını değiştiren “devrimsel” bir yeniliğe imza atmış Gutenberg, “Modern Çağ”ın en temel kazanımlarına altyapı oluşturan tarihsel şahsiyet olarak tanımlansa bu, abartı olmayacaktır.
Gutenberg, matbaayı “bulan” ve hayata geçiren kişi değil tabii ki. En eski ahşap baskı araç-gereçlerine ve yazılı-basılı ürünlere Çin’de 7’inci yüzyıl ortalarından itibaren rastlıyoruz. Fakat bunlar, kitlesel kullanıma dönük olarak işlerlikte değillerdi.
Gutenberg’in yaptığı, kendisinden yüzlerce yıl önce Çin’de ortaya çıkmış bu “teknik” uygulamayı geniş insan kitlelerinin yaygın kullanımına sokması, böylece bir “kültürel devrim”in önünü açmış olmasıdır.
Dolayısıyla, çokça yapılan bir yanlıştan uzak durarak “Matbaanın İcadı”nı değil, ama “Matbaa Devrimi”ni Gutenberg’le özdeşleştirmek gerekir.
15’inci yüzyıl Avrupa’sında Gutenberg’in gerçekleştirdiği bu matbaa devrimi, “Modern Dünya”yı ortaya çıkaran üç “kültürel devrim”in ikincisidir. Birincisi, 11’inci yüzyılda Orta-Kuzey İtalya’dan başlayarak “tüccar”ı başıboş, serseri, yersiz-yurtsuz bir insan türü olmaktan çıkarıp tarımsal feodalitede bulunduğu alt seviyelerden toplumsal merdivenin en üst basamaklarına taşıyacak sürecin önünü açan “Ticaret Devrimi”ydi (Carlo M. Cipolla, Neşeli Öyküler, Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2000, s. 4-5).
Üçüncüsü ise, o tüccarın artık Avrupa’da “yeni” hayatın nabzının attığı şehirlerin efendisi (“burjuvazi”) haline gelmesi sonrasında hem onu hem de “meşgale”sini (kapitalizm) bütün yeryüzüne hâkim kılacak dönüşümün önünü açan “Endüstri Devrimi”dir (İngiltere).
İşte bunların arasında, çok kritik önemde, 15’inci yüzyıl ortasında Gutenberg öncülüğünde gerçekleşmiş “Matbaa Devrimi” yer alır.
Gutenberg’in 1439’dan itibaren belirginleşen, 1450’de yoğunlaşan matbaacılığa “teknik” yönelimi nihayet 1455’te her sayfasında 42 satırdan oluşan, 180 kopya bastığı, tanesi 30 florinden satılan İncil’i (“Gutenberg İncili”) kitlesel tüketime sunmasıyla çok önemli bir toplumsal-kültürel “sıçrama”ya zemin oluşturmuştur.
Kitap, yüzyıllardır olduğu üzere el-yazması formunda sadece bir seçkin azınlığın değil, halkın da sahip olabildiği bir üründür artık ve saraydan/kiliseden çıkıp “Pazar”a girmiştir. Adına “matbaa kapitalizmi” denilen sürecin önü böyle açılır.
Tabii aynı zamanda “okur-yazarlık” da artık bir seçkin azınlığın ayrıcalığı olmaktan çıkıp giderek kitlesel nitelik ve yetkinlik, insan olmanın temel bir koşulu haline gelecektir. Süreç, eğitim ve okulun insan toplumsallığının ayrılmaz, “olmazsa olmaz” bir parçası olduğu noktaya doğru ilerlemiştir.
İlk basılan İncil’dir. Ancak dinî metinlerin, kilise bildiri ve broşürlerinin seri halde basılmasını şiir, masal, destan, efsaneler gibi “folklorik” (halka ait) sözlü kültür ürünlerinin basılmasının izlemesiyle matbaa, “uhrevi” olmaktan öte insanların gündelik yaşamını dolduran bir dünyevi sunum çerçevesinde işlerliğini artırır.
Bu, artık hayatın dünyevileşmesinin, yani sekülerleşme/laikleşmenin de önünü açan bir işlerliktir.
Aynı doğrultuda dinin (Hristiyanlığın) Papalık ve Vatikan merkezli Katolikliğin tekelinde ve bir “ekonomi-politik” iktidar aracı olmaktan çıkarılması yolunda Protestan Reform hareketini de matbaa devriminin tetiklediği rahatlıkla söylenebilir.
Hayli çarpıcıdır, Gutenberg’in ilk bastığı metinler arasında Katolik Kilisesi’nin insanlara ölünce cennete gitme yolunda günahlarının affedildiğine dair belli bir bedel karşılığı verdiği (sattığı) “endülijans” (“cennet tapusu") belgeleri de vardı. Fakat Protestan Reformizminin lideri Luther’in endülijans-karşıtı pozisyonunu açıklayıp bunu dinen haklılaştırdığı bildirilerin kitlelere ulaşması da matbaa sayesinde mümkün olmuştur.
Ayrıca Protestanlık, Katolikliğin Latince dolayımıyla İncil üzerindeki tekelini kırabildiyse bunu da matbaaya borçludur ki bu aynı zamanda Orta Çağ’ın lingua franca’sı Latince karşısında yerel (vernacular) dillerin önem kazanıp öne çıkmasına itici güç oluşturdu. İncil’in Latince dışında diğer Avrupa dillerinde basılarak yayım ve dağıtım sürecine sokulması, bir yandan Katolik Hristiyanlığın “evrensellik” iddiasına dayalı tekelini kırıp dini “yerel-bölgesel” çerçevelere oturturken, izleyen süreçte uluslaşma ve milliyetçiliğin kitlesel yaygınlaşmasının altyapısını da hazırlamıştır.
Demek ki Reform hareketine olduğu kadar uluslaşma ve ulusçuluğa da Gutenberg’in matbaa devrimi ile sağladığı imkânlar alan açmıştır. Aynı doğrultuda insanı ve aklı öne çıkaran Rönesans ve Bilimsel Devrim’in itici gücü de matbaadır.
Bütün bunlara bakıldığında Gutenberg’in matbaa devriminin, tohumları 11’inci yüzyılda ticaret devrimi ile atılmış bir hayatın geri dönüşsüz biçimde insan dünyasının yeni ruhu, çehresi ve gerçeği olmasındaki asli “yapıcı” etkisi belirginlik kazanır.
Bu nedenle hep söylediğim üzere, yaşadığımız toprakların tarihi açısından 1453-İstanbul’un Fethi’nin önemi kuşkusuz büyüktür; ama kendimizi evrensel-insanlık halinin parçası sayıp “dünya-tarihsel” bir perspektiften baktığımızda 1455-Matbaa Devrimi’nin önemi çok ama çok daha büyüktür.
Çünkü “1453” bir başarıdır, ama “bitmiş bir hayat”a talip olma yolunda bir başarıdır.
“1455” ise “yeni bir hayat”ın önünü açan bir başarıdır!..
Dolayısıyla Nazım’a sığınarak, onun “Anlamak gideni ve gelmekte olanı” dizesinde en çarpıcı karşılığını bulan anlayışla “1453” ve “1455”e bakmak ve onları değerlendirmek gerekir!..
“Gutenberg Galaksisi” yazarı Marshall McLuhan da matbaanın Batı dünyasında “Modern” dönemin pek çok ayırt edici dinamiğini imkân dâhiline soktuğunu kaydeder; bireycilik, demokrasi, Protestanlık, kapitalizm, milliyetçilik gibi…
Ancak başta da vurguladığım üzere, bugün biz “Gutenberg Galaksisi”nin bitişine, tükenişine, sönüşüne şahitlik ediyoruz.
Elbette “Gutenberg Galaksisi” tabiri, bir metafor (mecaz) ve buna iki tane de biz ekleyip, insan toplumsallığının dünden bugüne akışına ilişkin, “iletişim” değişkenini merkeze koyarak şöyle bir dönemlendirmeye gidebiliriz:
Başlangıçta “Homeros Galaksisi” vardı. “Gutenberg Galaksisi” onu kıyıya itti.
Şimdi de “Bill-Gates Galaksisi”, “Gutenberg Galaksisi”nin yerini alıyor, onu devre dışı bırakıyor!..
Homeros, malûm, elimize ulaşan en eski sözlü kültür ürünleri İlyada ve Odysseia destan-şiirlerini borçlu olduğumuz, günümüzden 3 bin yıl önce Antik Yunan’da yaşamış ozan… Onunla simgesel karşılığını işaret etmeye çalıştığımız üzere, insanlık tarihinde sözlü kültür ürünlerinin gündelik hayatın akışına hâkim olduğu uzun dönem boyunca masallar, mitler (efsaneler), destanlar, hikâyeler, şiirler, türkülerle sarmalandı dünya…
Masal anlatıcısının, destancının, halk ozanı âşıkların hem hayatın hem hayalin hem de “haber”in temsilcisi, taşıyıcısı, aktarıcısı olduğu bir dünya idi bu. Yazılı eserler bu dünyada yok değildi, ama el-yazması mahiyette olup hayli sınırlı kullanımda ve bir seçkin/soylu azınlığa mahsustular.
“Gutenberg Galaksisi”, matbaanın dönüştürücü gücüyle “Homeros Galaksisi”ni sönümlendirerek sözlü-anlatı ve anlatıcının yerinde kalemli-kâğıtlı yazarı ve kitabı öne çıkardı.
Miladi 15’inci yüzyıl ortalarından 20’nci yüzyıl ortalarına kadar 500 yıl, denilebilir ki “Gutenberg Galaksisi”nde nefes alıp veren bir insanlık vardı ortada (dünyanın farklı bölgelerinde farklı derecelerde tabii).
1950’lerden itibaren televizüel görsel medyanın insan yaşamının önemli bir parçası olmaya başlaması “Gutenberg Galaksisi”ni sarsıntıya uğratmakla birlikte yine de onun ışığını çok fazla söndürmedi. (Değil mi ki bu “Galaksi”yi bize takdim eden Marshall McLuhan’ın kitabı da her ne kadar o, bir “elektronik çağ”ın insanlığın ufkunda göründüğünü atlamasa da 1962’de yayımlanmıştır.)
Fakat 1990’lar-2000’lerden itibaren yeni (dijital) medya teknolojileriyle içine girdiğimiz, öncü karakter olarak Bill Gates’i işaret edebileceğimiz ve hepimizi “siber-uzay”da nefes alır hale getirmiş kültürel iklim, şimdi “Gutenberg Galaksisi”ni tarihe havale etmekte görünüyor.
Artık “tipografik insan”ın yerinde “dijital insan” var!..
Artık yazının yerini “yazılım”ın aldığı bir dünya var.
Ve artık “Bill-Gates Galaksisi”nde, kitabın yerini ekranın alabildiğine doldurduğu bir hayat var.
Elbette yazılı kültürün ortaya çıkması, sözlü kültürle hayatını sürdüren insanlık için sarsıcı etkilere yol açmış ve sözlü kültürü temsil eden, taşıyan kişiler açısından hazin mi hazin sonuçlar doğurmuştu.
Şimdi görselliğin, seyrin, görünme-seyretme refleksinin öne çıktığı evrede de yazılı kültürle, kâğıt-kalemle, kitap-gazete ile hayatını geçirmiş insanlar için sorunlu bir tablo var ortada.
Hiçbir şey eskisi gibi değil. Günde 6 saat internette, 3-4 saat televizyon ekranı karşısında vakit geçirirken sadece birkaç dakika kitap okuyan bir insanlık çıktı ortaya.
Evet, Gutenberg bugün öldü!
Peki, yaşasın Bill Gates...
Diyebiliyor musunuz?..