Erkan Kolçak Köstendil için söylenebilecek ilk söz, onun bir "kendini yaratan adam" (self-made-man) olduğudur.
Erkan'ı Türkiye, "Vartolu" olarak tanımakta... Ve "Vartolu", bu topraklarda artık bir "çağdaş mit" dense yeridir.
Erkan, şimdi 3'üncü sezonunda hâlâ büyük ilgiyle izlenen Çukur dizisinde kötü ruhlu/huylu ("antagonist") bir yan rol olarak başladığı "Vartolu Sadettin" temsilini zamanla gerçekten takdire şayan bir yetkinlikle en merkezi, vazgeçilmez rollerden biri haline getirdi.
Dünya dizi film tarihinin unutulmaz yapıtlarından Dallas'ta "J.R. Ewing" karakterinde Larry Hagman ne yaptıysa Erkan da Çukur'da "Vartolu" ile onu yaptı.
Üstelik "Maç"a kaç sıfır mağlup başlamıştı; siz deyin 3, ben diyeyim 5!..
2017 Kasım ayında ekrana gelen dizide "iyi mafya" karşısında, uyuşturucu ticareti yaparak kötünün kötüsü bir mafya reisini, adıyla da aksanıyla da "Vartolu Sadettin" olarak canlandıran Erkan Kolçak Köstendil, daha ilk bölümde Varto ahalisini rahatsız etti. RTÜK'e şikâyet konusu oldu.
Fakat Erkan'ın, elbette senarist-yönetmen ustalığının hakkını da yemeden söylemek gerekirse, "Vartolu" karakterini müthiş bir inandırıcılıkla Vartolular'ın gurur-iftihar kaynağı olacak şekilde içli-kederli-acılı, ama aynı zamanda yürekli-şefkatli bir tipleme ile zirveye taşıması çok zaman almadı.
Erkan, 3-0, 5-0 mağlup başladığı o "Maç"ta şimdi kaç farkla önde yoluna devam ediyor, onu da ne siz sorun ne de ben söyleyeyim!..
Erkan Kolçak Köstendil şu ara da başka bir "Maç"ın içinde o kıta senin bu kıta benim demeden koşturup duruyor!..
Erkan'ın "Kaleci Halim"in insanın içini de göz pınarlarını da kıpır kıpır ettiren dokunaklı dünyasına bizleri çektiği tek kişilik tiyatro oyunu "12 Numaralı Adam", geçtiğimiz perşembe gecesi Bostancı Gösteri Merkezi'nde İstanbullularla buluştu.
İstanbul, oyunun dünyanın bir ucundan öbür ucuna 4 kıta, 11 ülke ve 32 yabancı şehirde, sonrasında Türkiye ve Kıbrıs'ta 12 şehirde seyirci karşısına çıkmasının ardından son durak… Ama şimdilik öyle. Yakında yine yurt dışına yol görünmekte ve dünyayla buluşmaya devam edilecek.
Erkan'ın sahne performansının, ekran performansı ("Vartolu") ile büyülenmiş halde onu izlemeye gelen insanları bir başka boyuta kanatlandırdığı rahatlıkla söylenebilir.
Diziler hiç kuşkusuz oyuncular dâhil herkes açısından endüstriyel kaygıların alabildiğine ön plana çıktığı bir mecra. Tiyatro ise oyuncunun/oyunculuğun ana rahmi ve yapılan işin sanat-zanaat olduğu yer.
Bu bakımdan oyunu izlerken Erkan'ın, kendisini var eden "dölyatağı" tiyatroya borcunu anasının ak sütü gibi helâlinden ödediği bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu da düşünmedik değil!...
Oyun üzerine o kadar çok yazmak istediğim şey var ki! Ama satırlara dökülecek her bir sözcüğün "spoiler" oluşturma riski de o kadar büyük.
Bu hâl ve şart dairesinde kalemi koşturalım, bakalım nereye varacağız.
Küresel-endüstriyel futbolun, her oyuncuya kendi arzu ettiği numarayla sahada yer alma serbestisi tanıdığı bugünlerin çok öncesinde;
Futbolun bu memlekette yeşil çimlerden çok kara-çamurlu toprak sahalarda ve mahalle sokaklarının sağına soluna üst üste dikilen taşlarla kurulan kaleler arasında oynana geldiği geçmişten, günümüze açılan yelpazede;
Yani futbolun bir "ticari şevk" olmaktan çok gönül-işi bir meşakkat olduğu zamanlardan yadigâr bir "12 numaralı forma" ile saha kenarında-kulübede bekleyen yedek kaleci "Halim"in dokunaklı hikayesiyle karşımızda Erkan Kolçak Köstendil…
Elbette "Halim"in hikâyesinin, Erkan'ın gerçek hayat hikâyesinden izler, esinler, etkileşim ve titreşimler taşıdığını hissetmemek mümkün değil.
Ama esas, bu hikâyenin "Halim"in ve dahi Erkan'ın hikâyesi olmaktan öte bir memleket, dünya ve "çağdönümü" hikâyesi olduğunu oyunun akışında hüzün ve ürpermeyle hissetmemek mümkün değil.
Britanyalı yazar Simon Kuper'ın futbola antropolojik-sosyolojik duyarlılıkla yaklaştığı 1994 basımı Football Against the Enemy başlıklı kitabının Türkçe çevirisinin büyük bir yaratıcılıkla üretilmiş "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" başlığını sanırım duymayan yoktur.
Erkan, bu sözü çok daha dip bir noktaya taşıyarak "12 Numaralı Adam"da karşımıza, "Kalecilik asla sadece kalecilik değildir" önerisiyle çıkıyor.
Erkan'ın oyunu, bize, "Kaleci Halim" üzerinden emeğe, fedakârlığa, gönüldaşlığa, kadirşinaslığa ve vefakârlığa artık alabildiğine yabancılaşmış "plastik-toplumsal" halimizi anlatıyor.
"Halim", halimiz aslında! Ekonomik, politik, toplumsal, kültürel ve elbette "ideolojik" bağlamlarda.
Oyunun bize duyumsatmak istediği bu.
Tabii Erkan'ın oyununda, Higuita ve Kiraly gibi futbol üzerinden birer "çağdaş mit" haline gelmiş kalecilerin yanı sıra, kalecilik bağlamında bireysel trajedilerin de ağırlıklı yeri var.
Ömrünü emektarca, fedakârca, gönüldaşça takımına adamış olmakla birlikte vefada ve kadirşinaslıkta ihmale de ihanete de uğramış yerli ve yabancı nice kalecinin hayatından hazin kesitler önümüze konuyor: Beşiktaşlı Fevzi Tuncay, Galatasaraylı Mehmet Duymazer, Fenerbahçeli Yaşar Duran, Vefalı Mustafa Güzelgöz… Ve Türkiye'de forma giymiş yabancı kaleciler; Enke, Simoviç, Taffarel, Schumacher.
Hepsi ne eza-cefa ile o kaleleri korudular ama en küçük bir hatada çektikleri onca eza-cefa "sıfır"la çarpılıp çıkan sonuç, onların varlık hanelerine işlendi.
Yedikleri hatalı goller için kafalarını kale direklerinde çatlatanlar, başarısızlığın hedef tahtasında olmanın psikolojik yükünü kaldıramayıp uyuşturucu batağında kaybolanlar oldu.
Erkan, bunların üzerine hüznü mizah ile sarmalayan bir sorgulayıcı performansla gidiyor. Ve onların, hayatın başarı anlamında da başarısızlık anlamında da süreçselliğini göremeyen idraksiz insanlığımızın kurbanları olduğunu işaret ediyor.
Süreçsel başarıda da ("kaleciler" dâhil!) bir dolu insanın emeği var, ama siz onların hepsini hiçe sayar, son gol vuruşunu yapanı göğün yedi kat üstüne çıkarırsınız diyor.
Süreçsel başarısızlıkta da ("golcüler" dâhil!) bir dolu insanın katkısı var, ama siz yine onların hepsini yok sayar, son dakikada golü yiyeni yerin yedi kat dibine sokarsınız diyor.
Erkan Kolçak Köstendil'in oyunu, bu yanlış, haksız ve acımasız insanlık halimizle bir hesaplaşma. Hüzünlü, iç acıtıcı, vicdanları zorlayan bir hesaplaşma…
Ama aynı zamanda da çatır çatır gerçekçi, sarsıcı ve hepimizin yüzüne tokadı çarpan bir hesaplaşma.
Erkan finalde öyle bir altın vuruşla "ters köşe" yapıyor ki hepimizi!..
Anlıyoruz ki hep ters-köşeye yatırılmasıyla dillere dolanan, makaralara sarılan, geyik muhabbetlerine meze yapılan kalecinin ters köşesi bir başka oluyor.
Çok ama çok dokunaklı oluyor.
Evet, "Kaleci"nin intikamı acı oluyor!..
Yine "spoiler "üretmemeye dikkat ederek anlatmaya çalışalım.
Özdemir Asaf'ın muhteşem dizelerinde en çarpıcı karşılığını bulduğu üzere;
"Güzel çirkinliklerle çirkin güzellikleri // Değerlendiremeyen saraylar kuruluyor // Değerlileri satıp tüm değersizlikleri // Pazara sürmek için pazarlar kuruluyor" denilebilecek bir dünyada;
Duyguların, dostlukların, fedakârlıkların, hatta protesto, direniş ve isyanların dahi "Pazar"a sürüldüğü bir dünyada;
Erkan Kolçak Köstendil, gayet iyi biliyor ki "Kaleci Halim"in hüzünlü, acıklı, ağlatıcı hikayesi de bu "küresel insanlık pazarı"nda hepimiz için anlık bir "satın-alma"nın ötesinde etki ve kıymet taşımayacak.
Sonrasında her şey devam edecek.
Kafalarını kale direklerinde çatlatan kalecileri nasıl unutup, hep "What's next?" ("Sırada ne var?") demişsek yine öyle yapacağız.
O yüzden Erkan, değerlilerin alınıp tüketilip öğütülüp tüm değersizliklerin pazara sürüldüğü şu ahir zamanda, hepimize unutulmaz bir ders vererek, "Yağma yok, 'Kaleci'nin gözü açıldı" diyor.
Futbolun mahalle aralarında dostluğun, arkadaşlığın, dayanışmanın sembolü bir kolektif eğlenme ve "eylemlenme" olmaktan çıkıp, "endüstriyel bahis oyunu"ndan ibaret bir aldatmaca haline geldiği zamanda, geçmişe dönük "Ah neydi o günler" diye naif bir nostalji yapmayı ve yaptırmayı elinin tersiyle itiyor.
Yaşadığı ve hepimize yaşattığı oyunun duygusallığı, hüznü, melankolisi içinde anlık bir vicdani rahatlama yaşamamıza da, "kahramanın trajedisi"ne ah-vah etmemize de izin vermiyor.
Bunların yerine Erkan, oyunun başında dillendirdiği, "Çağımızın hastalığı, hepiniz like'lanmak istersiniz… İşinizi [layıkıyla değil] like'ıyla yapmak istersiniz" şeklindeki iğneli tespitini hepimize en sonda hatırlatırcasına…
"Like'ların dünyasında kahramanlara yer yok…"
Demeye getiriyor!..
Tiyatro, tiyatroyu çekiyor, çağırıyor, çağrıştırıyor! Işıklar içinde olası Kerim Afşar'ın muhteşem performansıyla herhalde 35 yıl önce Ankara Sanat Tiyatrosu'nda izlediğim Brecht'in "Galile'nin Yaşamı" oyununda bir sahne vardı; o gün bugündür hiç aklımdan çıkmaz.
Emek emek ortaya çıkardığı "Dünya dönüyor" gerçeğini Engizisyon baskısıyla geri çekme durumunda kalan Galile'ye asistanı, büyük bir hayal kırıklığı ve öfkeyle der ki:
"Ne yazık ki bu ülkeye, kahramanları yok!"
Galile'nin cevabı, karşısındakini ağır ve derin bir sessizliğe gömecek mahiyettedir:
"Ne yazık ki bu ülkeye, kahramanlara ihtiyaç duyar."
Erkan Kolçak Köstendil'in oyunu bana bu diyaloğu da hatırlattı.
Bugün yeryüzünde kahramanlara ihtiyaç duyulmayan bir noktadayız. Ama bu, Galile'nin (elbette Brecht'in!) bahsettiği anlamda kahramanlara ihtiyaç duyma/duymama meselesi değil.
Oyunda söylenen, kahramanlık ancak kolektif mahiyette hayata geçirilebildiğinde insanların egemenler karşısındaki çaresizliğinin üstesinden gelinebileceğiydi.
Kahramanlığı bireysel değil, ancak toplumsal bir "praksis" olarak hayata geçirmenin doğru olacağı anlatılmak isteniyordu.
Bugünün dünyasında ise kahramanlığa ihtiyaç duyulmaması, kahramanlığa inanan bir insanlığın kalmamasıyla ilgili bir durum.
Yani yok olan, "Galile'nin asistanı" cinsinden insanlar ve insanlık halimiz.
Bugünün dünyasında kahramanlığın karşılığı, sadece "like"lar arasında bir "like" olmaktan öte bir şey değil!..
O yüzden "like"ların dünyasında kahramanlar, kitlelerin önünde iddialı değil, "İddaa"lı olmayı tercih ediyorlar!
Çünkü biliyorlar ki mevzubahis olan "bahis"se, vefa teferruattır!..
Erkan'ın oyunu bende benden içeri, bunları da çağrıştırdı.
(Aman dikkat: Yukarıdaki cümlede "teferruat" olarak nitelendirilen vefa, futbolun endüstri olmaktan çok zanaat olduğu zamanların unutulmaz takımı ve şimdilerde hâlâ maziden bir yaprak gibi varlığını sürdüren, Erkan'ın da kaleci mevkiinde yer aldığı, İstanbul'un tarihî Vefa'sı değil. O Vefa, hâlâ "vefa"!)
"Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" yazarı Simon Kuper, yakınlarda yayımlanmış The Football Men ("Futbol Adamları") adlı kitabıyla ilgili yaptığı bir değerlendirmede de şunları kaydetmekte:
"Birer oyuncu olarak Messi'yi Messi, David Beckham'ı David Beckham yapan nedir? Ben, onları yalnızca sıra dışı alışılmadık şöhretler olarak değil, bir zanaatın pratisyenleri olarak görmeye çalışıyorum."
Eğer siz de Erkan Kolçak Köstendil'i ekranlardan tanıdığınız kadarıyla sıra dışı bir şöhret olmanın ötesinde bir "zanaat pratisyeni" olarak görmek istiyorsanız, Türkiye'nin neresinde olursanız olun, ne yapın edin "12 Numaralı Adam"ı mutlaka izleyin!..