Bugünün dünyasını karakterize eden noktalardan biri, çocukluğun yetişkinlikle buluşmasıdır. Bir başka deyişle çocuklar, “çocukluk duygusu”nu yaşamadan; çocukluğu başlı başına bir kültürel kategori (yaşam dönemi) olarak deneyimlemeden yetişkin yaşamının bir parçası, birer “minyatür-yetişkin” haline geliyorlar.
Dijital kapitalizmin tekno-ekonomik ve kültürel altyapısını oluşturduğu bu durumun biz daha çok olumsuz dışavurumlarına tanık oluyor ve bunları tartışma konusu yapıyoruz. Ancak hayatın akışı, çocukluk kaybı ve ona dayalı olarak çocukların çocuk yaşta yetişkin bir eylemlilik hali içinde olmasının olumlu sayılabilecek örneklerini de çıkarıyor önümüze.
Bunlardan biri, dünyanın her tarafında küresel iklim değişimi felaketine karşı çocuklar tarafından başlatılmış hareket, gösteri ve eylemler.
Devletler başta olmak üzere yetişkin insanlığın yıllardır büyük bir vurdumduymazlık, umursamazlık, duyarsızlık içinde olduğu bu büyük sorun karşısında geleceklerini kaybetmek üzere oldukları idrak ve endişesiyle çocuklar, müthiş bir evrensel kardeşlik şuuru içinde dünya çapında bir hareket başlatmış durumdalar.
“Kadın hareketi”, “Queer hareketi” derken işte size ataerkil yetişkinliğin en çok ötekileştirip örselediği bir diğer insanlık hali içinden yükselen “çocuk hareketi”!
Doğa için, iklim için, hava-su-toprak için, buzullar-ormanlar için çocuk hareketi!..
Doğaya karşı “ataerkil yetişkinliğin” yapıp ettikleri karşısında bu muhteşem çocuk isyanının fitilini İsveç’te 16 yaşındaki Greta Thunberg Ağustos 2018’de ateşledi. Her Cuma “okul grevi”ne giderek fosil yakıt tüketiminin kısıtlanması, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve Paris İklim Anlaşması’nın hükümlerinin dünyanın bütün ülkeleri tarafından yerine getirilmesi talepleriyle İsveç parlamentosu önünde eylemlere başladı
Derslere girmek yerine parlamentolara ders vermeye girişti yani!..
Onun başlattığı eylem, dünyanın her tarafında çocukların desteğini buldu ve Türkiye’de de 11 yaşındaki Atlas Sarrafoğlu, “Ben 11 yaşındayım ve dünyanın sadece 12 yıllık zamanı var” diyerek harekete geçti. Geçtiğimiz cuma günü, 15 Mart’ta Greta’nın İsveç’ten yaptığı küresel okul grevi çağrısına katılmak üzere yaşıtlarını “İklim için adalet” diye seslerini yükseltmek üzere Bebek Parkı’na davet etti.
Dünyanın her tarafında çocuklar, 15 Mart’ta derslikler yerine meydanları, parkları, bahçeleri doldurarak yetişkinlerin hayatın hayhuyu içinde yapamadıklarını yaptılar. Ömer Madra’nın, madrabaz iktidar sahiplerinin kendi hükümranlıklarını sürdürme yolunda ve seçim kaybetme telaşı içinde artık bıkkınlık vermiş uydurma “beka sorunu” retoriğine nispetle çok doğru bir şekilde “gerçek beka sorunu” olarak altını çizdiği küresel iklim krizi karşısında, “önce iklim sonra okul” dediler. Dünyanın 105 ülkesinde; Türkiye’de 10 okulda…
Okul, çocukla muteberdir ve esasen yetişkinliğin çocuğa reva gördüğü bir çocukluk çerçevesi, hatta hepimizin gayet iyi bildiği üzere aslında çoğu zaman da “cendere”sidir.
Dünyada okulun yaygınlaşması, kapitalist ulus-devletlerin (“Uluslar Çağı”nın) insan dünyasında evrensel bir siyasal norm haline gelmesiyle bağlantılı ve uyarlıdır. Bu yüzden, elbette küçümsememek ama aynı zamanda abartmamak da gerekir “okul”u...
Okul, kapitalizm ve onun “bekçisi” ulus-devletlerin aileye “ana kuzusu” olarak doğmuş çocuğu “baba kucağı”ndan alıp onu “Sistem”e uyarlı bir çalışan-yurttaş yapmaya yönelik biçimleme, güdümleme ve koşullamaların gerçekleştirildiği “torna”dır bir bakıma da. (Bu konuda, yakınlarda kaybettiğimiz, daha çok gazeteci-yazar olarak tanınan Kürşat Bumin’in bu performansının gölgesinde kalmış “Batı’da Devlet ve Çocuk” başlıklı akademik çalışması, önemli bir referans olarak önerilebilir.)
Fakat işte diyoruz ki artık çocukluk yok! Çocukları en kısa zamanda yetişkin yaşamının tüketimci çarkının bir parçası yapmaya çalışan bir tekno-ekonomik işleyiş içerisinde okul zaten alabildiğine işlevsizleşmiş durumda hanidir… Sosyal medya, okuldan çok daha başat çocuk yaşamında ve malûm, sosyal medyada “çocukluk” yok! Orada olsa olsa bir “ergen-yetişkinlik” hali var ve çocuklar da bunun bir parçası.
Ama işte şimdi şaşırtıcı bir umutla görüyoruz ki çocukların hepsi böyle değil. Yetişkin dünyasında ne varsa artık çocuğun dünyasında da olmasından dolayı sadece “Acunsal enerji”ye teslim halde “O Ses Çocuklar” veya “Survivor-Minik Kahramanlar”da boy gösteren yetişkin minyatürleri yok. Bir de yıllardır bazı iyi-doğru-güzel insanlardan, büyüklerinden duydukları “çevreye insan zulmü” karşısında bilinç geliştirmiş bu doğrultuda “büyümüş”, “çocuk-yetişkinler” de var.
Bakalım mesela iklim için okul grevine Türkiye’de öncülük eden Atlas Sarrafoğlu’nun söylediklerine ve nasıl örnek alınası, rol-model yapılası, ardından gidilesi bir “büyük olgunluk” içinde hepimizi yetişkinliğinden utandıracak bir performans sergilediğine!..
Yazının bu noktasında Atlas’ın sözlerinden alıntı yapmak için T24’de yapılmış habere bakmak isterken karşıma portala yeni düşmüş bir başka haber çıktı; topuklu ayakkabı giymenin dinen caiz olmadığından dem vurarak kadın öğretmenlere uyarıda bulunan bir okul müdürüne dair… Bu “okul” boykot edilip greve gidilmez de ne yapılır!.. Böyle bir yetişkin dünyasının parçası olmaktan utanıyor ve derhal Atlas’ın “büyük” sözlerine sığınıyorum:
“Şu an iklim değişikliğiyle ilgili bir çizgi roman yapıyorum. Haberlerde gördüğüm kadarıyla adalar deniz seviyesinin altında kalıyor, buzullar eriyordu. Artık 12 yılımız kaldı ve bu çok kısa bir zaman. Ben daha 11 yaşındayım ve bir Z-nesli olarak buna bir dur dememiz gerektiğini düşündüm. Greta’nın eylemini öğrenince Türkiye’de bunun olup olmadığına baktım, olmadığını görünce niye ben yapmayayım dedim. İklim değişikliğinin ders olarak verilmesini istiyorum. Bu çok önemli bir şey ve biz bunu umursamıyoruz. Greta’da da [büyüklere yönelik] söyledi zaten; hep aynı kötü fikirlerle bizi buraya kadar getirdiniz ama artık siz bu işi bırakıyorsunuz, biz bunu ele alıyoruz dedi ve biz bunu büyüteceğiz, Türkiye’de de dünyada da. Ciddiye almamız lazım çünkü bunu. Nasıl devam edeceğimi ben kendim seçmek istemiyorum. İleride olacak protestolarımız, eylemlerimiz, buluşmalarımızı kolektif olarak belirleyeceğiz; 15 Mart’taki protestoya kimler geldiyse, onlarla birlikte düşüneceğiz, tartışacağız, bir daha ne zaman olacağını onlarla birlikte konuşmayı düşünüyorum. Buzulların erimediği, adaların dimdik ayakta durduğu, denizin altında olmadığı, artık insanların fosil yakıt kullanmadığı bir dünya istiyoruz. Paris İklim Anlaşması’nı imzaladık ama henüz parlamentodan geçmedi. Bir an önce bütün ülkelerin bunu yapması gerekiyor, böylece ancak dünya güzel bir yer haline gelebilir.”
Peki bu iklimci, doğa-dostu çocuk hareketi temsilcilerinin büyüklere yönelik “Hep aynı kötü fikirlerle bizi buraya kadar siz getirdiniz” ifadesiyle kastettikleri nedir; biraz buradan ve antropolojik bağlamda devam edelim!..
İnsanlık tarihindeki ilk eşitsizlik, insanın “kültürel” yetkinliği sonucu doğa karşısında ezici, yıkıcı, yok edici bir hâkimiyet kurmasıyla ortaya çıkar. Bu, kadın-erkek eşitsizliğine de “efendi-köle” (ekonomik/sınıfsal) eşitsizliğine de ön gelir.
İnsan önce doğaya yabancılaştı; sonra bir parçası olduğu hayvanlar alemine, ardından kendi türünün diğer üyelerine, nihayet emeğine, bedenine ve benliğine yabancılaştı.
Ama her şey önce doğa ile bağ, onunla uyum, ona saygı ve onun karşısında diğer hayvanlarda olan tevazu (alçak gönüllülük) insanda kaybolduğunda başladı.
Doğa ile uyumun koptuğu, bunun yerini doğayı tüketip bağrını deşmenin; havasını suyunu toprağını kirletmenin; ormanlarını testereleyip, buzullarını eritip ozonunu delmenin aldığı noktada insan, artık bir “kanser hücresi” idi.
Bir parçası, “hücresi” olduğu canlı organizma olan Doğa’nın kanser hücresi…
On yıllar önce Nazım Hikmet, durmaksızın “kâr kâr kâr” diye dönüp duran çarkıyla dünyanın canına okuyan endüstriyel-kapitalizm karşısında bugünleri nasıl da müthiş bir ön seziyle dizelere dökmüştü:
“Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm. Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm.”
“Ölüm”ün dünyamıza inmesine, eğer hâlâ harekete geçilmezse sadece 12 yıl kaldı. İklim değişikliğinin yol açacağı felaketleri sınırlama yolunda acilen bir şeyler yapmak için süremiz bu kadar.
Ondan sonra ne yaparsanız yapın fayda etmeyecek.
Yapılması gereken, en basite indirgemek gerekirse, Paris İklim Anlaşması’nın kurallarına kayıtsız koşulsuz uyularak küresel ısınmanın 2 santigrat derecenin altında tutulması.
Bu amaçla çocuklar okul sıralarında oturmak yerine parklarda ayaktalar…
Atlas Sarrafoğlu, cuma günkü Bebek Parkı buluşmasında demiş ki “Bugün biz gençler olarak geleceğimizden kaygı duyduğumuzu göstermek için buraya geldik. Bugün okula gitmedik. Çünkü okul bekleyebilir ama iklim değişikliği beklemez.”
Bakalım MEB nasıl yaklaşacak bu konuya önümüzdeki dönemde göreceğiz; ama dünyanın bazı ülkelerinde eğitim bakanlıkları öğrencilerin ders bırakıp gösterilere katılmasını yanlış bulduklarını açıklamışlar.
Ben de ömrü 5 yaşından bu yana 50 küsur yıldır “Okul”da geçen bir insan olarak diyorum ki okulun canı cehenneme! Haydi çocuklar greve!..
Son olarak da Atlas’a şunu diyorum: Lütfen duy Bir Tanem, Nâzım’ın “Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm” dizesini bütün kalbinle!..
Oradaki “Gülüm”, sensin çünkü…