Barack Obama, kendisine yöneltilen “Bir erkek nasıl olmalı” sorusuna, “İnsan olmalı” diye yanıt verdi.
İnsanlık, daha doğrusu “erkeklik”, bu kadar kısa bir doğru cevaba varmak için yanlışlarla dolu ne kadar da uzun bir yol kat etti!..
Tabii bu cevabı öyle her yerde her “erkek” ağızdan duymak da hâlâ mümkün değil. Hele ki bizim topraklarda!..
Bu coğrafyada cevabı, sorunun içinden vermek tercih seçeneklerinden biri. Yani, erkek, “erkek” olur. Hatta “erkek-oğlu-erkek” olur. (“Maço”nun bir tarifi de budur: Erkek-oğlu-erkek.)
Ayrıca bizde, en kaba dillendirilişiyle, “karı gibi erkek”ten de geçilmez ortalıkta ki işte bir erkeğin “insan” olmaya çalışmasının önündeki en aşılmaz engel de budur: Bu topraklarda erkeğin “insan olma” gayreti, onun “kadın gibi” nitelemesi ile karşı karşıya kalma riskini barındırır.
Mesela Obama, “Bence bir erkek iyi bir insan olmalı” deyip, o “iyi insan olma”nın vasıflarını sıralarken “sorumlu”, “güvenilir”, “çalışkan” dedikten sonra şunları da ekliyor: Nazik, saygılı ve şefkatli (merhametli).
Oldu mu şimdi!.. Nezaket, saygı, hele hele şefkat, bir erkekten beklenecek hususiyetler midir?..
Nazik erkek bizde, olsa olsa “yumuşak”tır.
Saygılı erkek, olsa olsa güçsüzdür.
Ve şefkatli erkek de olsa olsa “yufka yürekli”dir ki…
İşte bu “istenmedik” hususiyetler, erkeği “kadın gibi” yapar. “Kadın gibi erkek(lik)” ise hayata erkek doğmuş biri için “yaşarken ölmek” anlamına gelecek bir durumdur.
Bu sebeptendir ki bizde “insan gibi erkek” diye bir ideal tipleme yoktur.
Erkek, “erkek-gibi” olmak zorundadır. Ve “sapına kadar” erkekliği bir parça insan olmayı da içeren bir vasfa büründürmek mevzubahis ise bu olsa olsa “Adam gibi” olmaktır.
“Adam olun oğlum, adam olun”dur, erkek denen biçareleri insaniyet namına hizaya sokmak isteniliyorsa bizde sarf edilecek söz…
Fakat, heyhat, burada insan anlamında kullanılan “adam” da gayet açık ki aynı zamanda erkek anlamına gelen ve telaffuz edildiğinde dişil değil erillik hali işaret eden bir sözcüktür.
Tıpkı bir zamanlar Anglo-Sakson kültür coğrafyasında erkek demek olan “man” sözcüğünün de insan anlamında kullanılması, bu “kök”ten türetilen “mankind”ın da “insanlık” anlamına gelmesi gibi…
Ama işte oralarda durum değişti ve Obama kendisinden bir erkek olmayı tanımlaması istendiğinde diyor ki “Being a man is first and foremost being e good human” (“Bir erkek olmak, her şeyden önce ve en çok iyi bir insan olmaktır”).
Obama, insanı “erkek” (“man”) olarak kodlamaktan çıkıp erkek olma yolunda “insan” (“human”) olmaya çağrı yapıyorsa işte bunu “toplumsal-cinsiyet eşitliği” bağlamında çağdaş dünyada kat edilmiş yola borçludur. O yolun önünü açan ise feminist mücadele ve kadın hareketi ve buna paralel şekilde “kadın çalışmaları” adı altında başlayıp erkeklik kimliği üzerine sorgulayıcı, eleştirel, özeleştirel yaklaşımları da kapsamına alarak daha geniş bir çerçeveye oturtulduğu söylenebilecek toplumsal cinsiyet çalışmalarıdır.
Erkeğe artık “adam”lığı değil “insan”lığı hedef göstermek, “toplumsal cinsiyet” (gender) başlığı altında antropolojik, sosyolojik, psikolojik ve diğer sosyal bilimsel bağlamlarda araştırma olarak, inceleme olarak, tartışma olarak üretilmiş “akademik” söylem ve pratiğin bir sonucudur.
O yüzdendir ki yine Obama bakın nasıl “erkek olma”nın mahiyetine ilişkin bir “eski görüş”ten de bahsediyor bize:
“Kendinizi bir ‘erkek’ olarak, birilerinin sırtını yere getirmeyi, birilerini düştükleri yerden kaldırmaya tercih etme ile; birilerine destek ve yardımcı olmak yerine, onlar üzerinde tahakküm kurmaya çalışma ile tanımlama anlayışı… Bu eski(miş) bir görüştür. Çok şükür görüyorum ki pek çok genç insan, artık bu görüşü reddediyor.”
İnsanlığın, erkek dendiğinde Obama’nın bu sözlerine gelebilmiş olmasını toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla kat edilmiş mesafeye borçluyuz. ABD’nin önceki başkanını erkek dendiğinde bizde olduğu gibi “Kodu mu oturtur” ya da “Adamdır adam” demekten, nazik, saygılı, şefkatli bir “iyi insan” deme noktasına getiren anlayış, erkeği “iktidar”la, tahakkümle, şiddetle özdeştiren, eşitleyen, muteber (uyarlı) sayan ataerkil anlayışın reddinden istim alıyor.
Bunu “toplumsal cinsiyet eşitliği” temelli düşünsel, bilimsel, akademik, politik, ideolojik çabalara borçluyuz.
Türkiye’de ise malûm, toplumsal cinsiyet “delikanlı” toplumu bozar!..
Ve YÖK Başkanı der ki, “Toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve kabul görmediği hususunun göz önünde bulundurulması gereği ortaya çıkmıştır.”
Ardından da aynı doğrultuda, daha önce YÖK tarafından “Tutum Belgesi” adı altında üniversitelere gönderilmiş bir metinle duyurulan “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi” de durdurulur.
Tabii geçerken not etmek gerekir; YÖK’ten gerçek anlamda “üniversite ve akademi” adına bir şey beklemek abestir. YÖK “resmi” bir organdır. Bir siyasi iktidar organıdır. Doğuşu itibarıyla 12 Eylül darbesine tarihlenen, üniversiteler üzerinde askeri vesayeti temsil etmiş ve hep böylesi bir vesayetçi tahakkümün mercii olmuş bir organdır.
Bugün de dinbaz siyasî vesayetin üniversiteyi boyunduruğu altına almışlığını yansıtan bir organdır.
O yüzden YÖK Başkanı Yekta Saraç, bilimsel-akademik evrensellik bağlamında hicap verici ifadeler eşliğinde “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını, toplumsal değerler/kabullerle “mütenasip olmadığı”nı belirterek bir çırpıda silip atıyor.
“Toplumsal değerler/kabuller”in neye göre, kime göreliğini, yani “kültürel göreliliği”ni ve bu göreliliğin böylesi politik-ideolojik bir toptancı ifade eşliğinde hiçe sayılmasını geçiyorum. Bu ayrı ve uzun bir yazı konusu.
Burada söylenecek şudur: “Toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını reddettiğiniz noktada bugün sosyolojiyi de antropolojiyi de psikolojiyi de iletişim bilimini de eğitim bilimini de reddetmiş oluyorsunuz. Çünkü bütün bu sosyal-beşerî bilim disiplinlerinde “toplumsal cinsiyet çalışmaları” (gender studies) denen disiplinler-arası alanın verileri, katkıları, kavramlaştırmaları olmadan ilerlemek mümkün değildir. Bu bilim disiplinlerinde bugün, toplumsal cinsiyet farklılaşması (gender differentiation), toplumsal cinsiyet tabakalaşması (gender stratification) ve bunlara mukabil de toplumsal cinsiyet eşitliği (gender equality) kavramları kullanılmadan yol alınamaz, eğitim-öğretim gerçekleştirilemez.
O yüzden eğer “toplumsal cinsiyet eşitliği” sözüm ona “toplumsal değerleriniz”le mütenasip değilse, sosyal-beşerî bilimler de sizin için mütenasip değildir!..
YÖK Başkanı, üniversitelerde kadın çalışmalarına yönelik derslerin müfredatını da “Toplumsal cinsiyet eşitliği değil, adalet temelli kadın çalışmaları” anlayışı ile belirlemeye özen gösterilmesi gerektiğini ekleyerek de “son darbe”yi indirmiş.
İndirilen darbe, “kadın-erkek eşitliği” anlayışınadır. YÖK Başkanı, egemen erkek, kendine tâbi kadına adil davranmalı, mesele budur diyerek kestirip atmış.
Bu açıdan YÖK Başkanı, kendi kültürel-ideolojik yapılanmasıyla mütenasip bir politik tutum içinde, toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden çağdaş sosyal-bilim pratiğini katletmektedir.
“Toplumsal cinsiyet” (gender), sadece kadınlık ve erkeklik kimliklerinin, özelliklerinin, hâl ve hareketlerinin kültürel bir seçicilik doğrultusunda inşası demek değildir. Bu seçicilik, ayrıca eşitsiz şekilde ve ataerkil kültürel-politik örüntü doğrultusunda gerçekleşir.
Yani biyolojik olarak erkek ve dişi olarak doğan insan, hayatın içinde nasıl erkek ve kadın olarak yaşaması gerektiğine ilişkin kuralları öğrenip içselleştirirken, aynı zamanda erkek iktidarını ve kadının erkeğe tâbilik ve ikincilliğini de içselleştirir.
Öyle ki “erkek gibi kadın” dediğimizde erkeğe atfedilen özellik, tutum ve pratiklerin bir kadında belirmesi o kadın birey adına olumlanırken, aslında bütünüyle erkek toplumsal-cinsiyet kimliği olumlanmış olur. Ters yönde de bir erkek için “kadın gibi erkek” nitelemesi kullanıldığında kadına atfedilen özellik, tutum ve davranış kalıplarının bir erkekte belirmesi o erkek birey adına olumsuzlanıp aşağılanırken aslında genel olarak kadın toplumsal-cinsiyet kimliği olumsuzlanmış, aşağılanmış olur.
Böyle temel bir tarihsel, kültürel, politik sorundan dolayı “toplumsal cinsiyet eşitliği” tabiri, yaşadığımız hayatın içinde hayati önem taşır. Ataerkil kültürel örüntü, erkekten yana ve kadına karşı bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğini koşulladığı ve yerleşikleştirdiği noktada, buna karşı verilmiş mücadelelerin, politik, ideolojik ve bilimsel kazanımların sonucunda varılmıştır toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına…
O mücadele ve kazanımlardır işte şimdi bugün Obama’yı ataerkilliğin binlerce yıllık şartlandırmalarını kırıp farklı bir “toplumsal değer” çerçevesi içinde “insan gibi erkek” diye konuşturan…
Bizde ise o binlerce yıllık ataerkil kültürel şartlanmışlıklar, “toplumsal değerlerimiz” kisvesi altında, sınırlı olmakla birlikte yine de hiç mi hiç yabana atılamayacak kadın-hakları mücadelesi doğrultusunda toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik kazanımları “resmen” kırıp geçiriyor!..
Buradan elbette erkeğe koca olarak da “sokaktaki adam” olarak da saygıda kusur etmeyen bir kadın ve kadınlık çıkacaktır.
Elbette “tacizci” karşısında bile “saygı”da kusur etmeyecek, etmemesi gereken bir kadın ve kadınlık durumuna doğru yol almaya kadar da varabilecektir işin ucu…
Orada da kadını tecavüzcüsü ile evlendirip “kutsal aile” bağını tesis etmiş ve “adalet temelli kadın hareketi”ni işlerliğe sokmuş olacağız, böylece olacak bitecektir.