Abdullah Öcalan’ın geçen hafta (13 Mayıs 2011) basına yansıyan ve önümüzdeki dönemde gidişatın nasıl olacağına dair kendi açısından yaptığı ayrıntılı değerlendirme pek çok bakımdan ilgi ve analizi hak ediyor. Türkiye’nin politik geçmişi ve bugününde izi olan figürlerden (Menderes, Özal, Ecevit, Erbakan, Mustafa Suphi, Mahir Çayan) fikirlere (Kemalizm, sosyalizm, Türkçülük, Hizbullah); olaylardan (Şark Islahat Planı, Kore Savaşı, 27 Mayıs) oluşumlara (AKP, MHP, CHP, KCK, DTK) pek çok konuda hem geçmişe dönük serimlemeler hem de geleceğe yönelik öngörülerde bulunmuş Öcalan… Fakat onca sözün arasında ben onun ABD’ye yönelik “devir değişti” uyarısının ardından sarf ettiği, “Kürtler eski Kürtler değildir, ben de Şeyh Said değilim” sözlerine takılıp kaldım. Daha önce pek çok yerde dile getirdiğim hatta yazıya döktüğüm bazı görüş ve iddiaları acı bir tebessüm eşliğinde çağrıştırdı bana bu sözler… Öcalan’ın işaret ettiği nokta muhtemelen şu: Kürtlük söz konusu olduğunda genelde Türkiye sathında ama daha ağırlıklı olarak Türkiye’nin Kürt coğrafyasında hem kitlesel düzlemde hem de liderlik düzeyinde 20’nci yüzyılın başıyla kıyas kabul etmez bir sosyopolitik bilinç dönüşümü mevcut… Gerçekten ne Kürtler, eski Kürtler ne de Öcalan, Şeyh Said… Ama söylenmeyen söz de Kürtlerdeki ve “önder”deki değişimin esasen bir “Türk marifeti” olduğu!.. Daha çarpıcı ifade edelim: “Apo”, tam mânâsıyla bir “Cumhuriyet çocuğu”dur. (Aynısı Tayyip Erdoğan için de geçerlidir, ama onu tartışmayı başka bir yazıya bırakalım.) Biz, Abdullah Öcalan’ı “Cumhuriyet”e borçluyuz! PKK da 90 yıla yaklaşan “Türk modernleşmesi”nin bir yan ürünüdür. Belki “istenmedik” bir yan üründür o, ama sonuçta öyledir işte. Ne demek istediğimi ana hatlarıyla anlatmaya çalışayım!.. Türk modernleşmesinin en büyük derdi, millet inşası ve milletleşmeyi sağlamaktı. Modern Türk ulus-devletine aidiyetin gereği olan Türklük kimlik ve bilincinin insanlara kazandırılması yolunda bir seferberlikti Cumhuriyet… Örgün eğitimle, basın-yayın yoluyla, Halkevleri, vb. oluşumlarla dünyaya bakışı, kendini tanıma ve tanımlaması "köylülük” ve “kulluk”la malûl Türkiye insanını “modern yurttaş” yapmak için onlarca yıl çaba harcandı. Ama bu çaba, Türk kimliği ve bilincinin kazanılması yolunda topyekûn bir toplumsal hareketlilik sağladığı ölçüde, beklenmedik (ve “istenmedik”) bir yan ürün olarak Kürtlük kimlik ve bilincinin de önünü açtı. Kürt kimliği de Türk kimliği gibi modernleşmenin ürünü oldu. Çünkü Kürtlerle meskûn coğrafyada insanlar yüzyıllarca "birincil bağlılıklar" denilen ve modern-öncesi dönemin kırsal/geleneksel aidiyetleriyle tanımladılar kendilerini. Kurmanci, Zaza, Gûrani gibi dilsel; Şafiî, Alevî, Yezidî, Nakşî, Kadirî gibi dinsel; Alikan, Beritan, Oramari gibi kabilesel kimlik kategorileri bir "üst-kimlik" kategorisi olarak "Kürtlük"de buluşmayı ve birleşmeyi engelledi. Bu nedenledir ki Cumhuriyet döneminin ilk Kürt kalkışması olan “Şeyh Said İsyanı”nda kitlesel mobilizasyon din temelinde sağlandı. Evet, Kürt “soylu”su, eliti, entelektüeli 19’uncu yüzyıldan itibaren “zamanın ruhu”yla uyarlı milliyetçi ideolojik yönelim, pratik ve örgütlenmelere sahipti belki. Ama Kürt kitleleri henüz böylesi bir modern bilinç dönüşümüne uğramış değildi. "Ekseriyet" kendisini Kürt değil, Müslüman olarak tanımlıyordu o dönemde. O yüzden Kürtler, Şeyh Said tarafından Kürtlük adına değil "Allah" adına ("Hilafet"i kaldıran rejime karşı") isyana çağrıldı. Yüzyılın başındaki Şeyh Said İsyanı"ndan farklı olarak yüzyılın sonundaki PKK isyanı, yukarıda sıralanan kırsal, geleneksel, feodal kimlik kategorilerinin ötesine, tamamen değilse de büyük ölçüde geçti. En azından "ilkesel" temelde bir üst-kimlik olarak “Kürtlük"de buluşmayı sağlayabildi. Ve kimse kızmasın, bu, Türk modernleşmesinin sonucudur! Modernleşme sürecinin gereği olarak eğitimin örgünleşmesi, "Türkçe" okur-yazarlığın kitleselleşmesi ve millileşme yolunda ("Türküm, Doğruyum, Çalışkanım", "Ne mutlu Türküm diyene", vb.) "etnosentrik" vurgular, Kürt doğan, Kürtçe konuşan, kendini Kürt bilen zihinlerde bir "kıyas"ı kaçınılmaz kıldı. Aynı zamanda Türk modernleşmesinin eğitim, iletişim, ulaşım, meslek edinme, dünyaya açılma gibi imkânlarından yararlanan, yani "modernleşen" bu zihinler, söz konusu "kıyas cenderesi”nden Kürtlük kimlik ve bilincinin savunucusu olarak çıktılar. İktisadi yetersizliklerle birleşen, Kürtlüğü inkâr, yok sayma, daha da öte "suç sayma" yönünde uzun süre seyreden siyasal tasarruflar da Türk modernleşmesinin istemeden uyandırdığı ve "tetiklediği" Kürtlük bilincini PKK’ya sermaye yaptı. Sözün özü, Türk modernleşmesi, ulus-devletin ihtiyaç duyduğu Türklük bilincini yayma yolunda çaba harcadıkça Kürtlük bilincini aktive etti ve PKK’ya giden yolu açtı. Dolayısıyla PKK’yı kimilerince vurgulu biçimde iddia edildiği şekilde Türkiye’ye düşman saymak söz konusu olabilir belki, ama onu Türkiye’ye “dışsal” bir olgu olarak düşünmek mümkün değildir. Öcalan da "modern” Türkiye’de kültürlendi, sosyalleşti, politize oldu, dağdaki genç de, Meclis’teki vekil de... Hepsi "Cumhuriyet modernleşmesi"nin dışından değil içinden çıktılar. Ve istesek de istemesek de Öcalan, Türkiye sayesinde Şeyh Said değil, “Serok Apo” oldu.