Zaman nasıl da bir çırpıda akıp gitti, inanmak zor! Daha dün gibi, İletişim/Birikim yayın camiasından dostum Tanıl Bora’nın çaldırdığı telefonumda onunla yaptığım konuşma… Ve İletişim-Metis ortaklığıyla Toplum ve Bilim dergisinin hazırlanmakta olan yeni sayısı kapsamında bir “Erkeklik” dosyasına katkıda bulunup bulunamayacağımın sorulması…
Ne kadar heyecan verici ama aynı zamanda karşılanması zor bir teklifti. Bir erkek olarak dünyanın belli bir köşesinde kendi varoluş tecrübem üzerinden ne kadar çok söyleyecek sözümün olduğu; ama aynı ölçüde yaşadıklarımı-deneyimlediklerimi kavramsallaştırma ve kuramsallaştırma konusunda bana kılavuzluk edecek bir literatürün Türkiye özelinde nasıl da yetersiz olduğu bir konu başlığı önerisiydi…
Ne kadar kışkırtıcı ama bir o kadar da ürkütücü-tedirgin edici bir yazı davetiydi!..
***
Sözünü ettiğim 2004-sonu dönemde bu memlekette feminizm, kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları başlığı altında hatırı sayılır akademik ve elbette politik-ideolojik bir birikim oluşmuştu. Ama “erkek/erkeklik çalışmaları-incelemeleri” adı altında değerlendirilebilecek başlı başına Türkçe bir kaynak ya da gerçekleştirilmiş herhangi bir etkinlik bulmak hemen hemen imkânsızdı.
“Kadın çalışmaları” çoktan akademik kurumsallaşma kazanmışken “kadın-sorunu”nun ayrılmaz parçası, aslında kök-ögesi sayılması gereken erkeklik sorunu (“trajedisi”) üzerine o zamana kadar çok ama çok az kafa yorulmuştu.
O dönem elimin altında bir tek Leyla Navaro’nun, içerisinde “erkek olma”nın bedelleri üzerine de psikolojik değerlendirmelere yer verdiği “üçleme”sini hatırlıyorum yerli, “içeriden” kaynak olarak (“Bir Cadı Masalı”, “Tapınağın Öbür Yüzü”, “İki Boy Ufak Pabuç”). Doğrudan erkeklik üzerinde odaklaşan çeviri kaynak olarak da bir elin parmak sayısını dahi geçmeyen birkaç kitap vardı (Lynee Segal, “Ağır Çekim: Değişen Erkekler Değişen Erkeklikler”; David Cohen, “Erkek Olmak”; “Terence Real, “Erkekler Ağlamaz”).
Oysa Batı’da 1980’lerden itibaren feminizm, kadın çalışmaları ve gey politikası/yazını üzerine artan akademik ilginin de bir sonucu olarak kendisini gösteren “erkek çalışmaları” yahut “eleştirel erkeklik incelemeleri” çoktan kurumsallaşmış akademik alanlar olarak karşımızdaydı. Kendi bilim disiplinim olan antropolojide de aynı paralelde ikinci-dalga feminizm (1960’lar) ve “feminist-antropoloji”nin bir yan ürünü olarak çoktandır süregelen erkeğe ve erkekliğe antropolojik ilgiden söz edilebilmekteydi. Türkiye’de bu bakımdan da yok denecek kadar az antropolojik (“etnografik”) ya da sosyolojik çalışma vardı.
***
Böyle bir ortamda Toplum ve Bilim, bir “Erkeklik” dosyası için “Vira Bismillah” diyerek kolları sıvamış ve benden de katkı beklemekteydi.
Aslında çocukluktan yetişkinliğe ve artık yaşlılığın eşiğindeki günlerime kadar ezasını-cefasını çektiğim “erkeklik” üzerine kafa yormaya, onunla yüzleşme ve hesaplaşmaya da ufak ufak başlamıştım. Tanıl’ın bana böyle bir teklifle gelmesinde de onun bu bakımdan bende mevcut “derdi” hissetmesi belirleyici olmuştur diye düşünüyorum.
Çünkü birkaç yıl öncesinde Birikim dergisinde (Temmuz 2001, Sayı: 147) antropolog Roger Lancaster’in Sandinist devrim sonrası Nikaragua’da erkeklik kimliği, maçoluk ve eşcinsellik üzerine gerçekleştirdiği eşsiz etnografik çalışması “Hayat Zor” (Life is Hard: Machismo, Danger and the Intımacy of Power in Nicaragua) üzerinden kaleme aldığım “Maçoluğun Dayanılmaz Ağırlığı” başlıklı bir yazı vardı. Sanırım bu yazı da, sonrasında Milliyet gazetesinin Pazar ilavesi olarak çıkan “Popüler Kültür”de (2003-2004) kaleme aldığım bazı yazılar da gözünden kaçmamış olsa gerek ki Tanıl bana Türkiye açısından çığır açıcı bir başlangıç oolabilecek bu dosyada yer alma teklifinde bulunuyordu.
Sonuçta, hissettiğim tüm zorluklara karşın, konunun-sorunun cezbedici çağrısına kulak verip kolları sıvadım. Kısa süreli bir literatür taraması ile kendi öznel deneyimlerimi ve Türkiye’nin “erkeklik” söz konusu olduğunda toplumsal-kültürel özgüllüklerini etkileşime sokan bir çalışma süreci içine girdim. Bu arada belirtmem gerekir ki Londra’dan sevgili hocam-danışmanım antropolog Nancy Lindisfarne’ın Andrea Cornwall’la birlikte kotardıkları bir kitap da (Dislocating Masculinity – Comparative Ethnographies) elimin altındaydı.
***
Birkaç aylık çalışmadan sonra yazıyı teslim ettim.
Dergi, 2004 Güz sayısı (101) olarak piyasaya çıktı.
“Erkeklik en çok erkeği ezer!” başlıklı yazım, dergideki birbirinden güzel ve değerli çalışmalar arasında yerini aldı.
O gün bugündür aynı konuda çalışma yürüten, araştırma yapan pek çok kişiden yazımla ilgili gurur ve mutluluk verici sözler duydum (daha sonra bu yazı, Çin İşi Japon İşi – Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler adlı kitabım içinde de onun ağırlık merkezini oluşturacak şekilde yer aldı). Fakat kabul etmeliyim ki yazının içeriğinden çok başlığı, “Erkeklik en çok erkeği ezer”, çok daha geniş, yaygın ve popüler bir ilgiye mazhar oldu. Şimdi bile net’te yapılacak küçük bir tarama, bu söylediğimi doğrular sonuçlar verecektir.
Toplum ve Bilim’in bu sayısının Türkiye’de “Erkeklik Çalışmaları”nın siftahını yapmada, önünü açmada, itici gücü olmada tam bir başarıya imza attığını sanırım bu konuya ilgi duyan, üzerine kafa yoran hiç kimse reddetmeyecektir.
***
Dosyanın editörü Semih Sökmen “Sunuş” yazısında, Türkiye’de hatırı sayılır “Vicdani ve Siyasi Redci” olduğunu; çocuk bakımıyla ilgilenmek için yüzünü eve dönen erkekler olduğunu; erkek-kadın rollerini melezleştiren, karıştıran, karan bireyler olduğunu söylese de son tahlilde “Yine de umutlu olunabilecek noktadan hayli uzaktayız” deme durumunda hissetmekteydi kendisini…
Editörlüğünde ilk tohumun atıldığı bir çalışma alanında bugün gelinmiş noktada onun o zaman söz ettiği uzaklığın bir hayli azalmış olduğu düşüncesinde sanırım Semih de benimle hemfikir olacaktır!..
2004 sonbaharından 2019 sonbaharına 15 yılda bu topraklar erkeklik çalışmalarında, tartışmalarında, sorgulamalarında büyük bir mesafe kat etti.
Bir kere inanılmaz bir literatür patlaması, kitap, dergi, tez, rapor, proje olarak karşımızda.
Bunun yanı sıra, elbette LGBTİ+ kültür ve kimlik üzerine çalışmalarla etkileşimsel ve titreşimsel şekilde gerçekleştirilen etkinlikler; sempozyum, konferans, panel olarak gerek akademik-entelektüel, gerekse politik-ideolojik düzlemlerde karşımıza çıkıyor.
Bunları hem büyük bir mutlulukla hem de uzun süredir başka alanlarda meşgale içinde olduğumdan, uzak kalmışlığın gıpta ve mahcubiyeti içinde izliyorum!..
İşte bunlardan biri, bugün İstanbul’da Şişli Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi'nde üç günlük heyecan verici bir etkinlik olarak bizlere sunuluyor.
“Erkeklik Üzerine Eleştirel Çalışmalar İnisiyatifi” (ICSM) tarafından, Özyeğin Üniversitesi, Raoul Wallenberg Enstitüsü ve Research Worldwide İstanbul iş birliğiyle düzenlenen etkinlik, erkeğin “erkeklik” tarafından zaptı ve mahkumiyeti bağlamında en yeni, en taze, en güncel çalışmaları, Yeryüzü’ne Türkiye’den açılan bir yelpazede bir araya getiren eşsiz bir hazine kıvamında.
İnsanı, yaşadığı topraklar adına gurur duymaya sevk edecek mahiyette, erkeğin nasıl insanlığı pahasına, insanlığından eksilerek “erkek” olduğuna ve ataerkil politik-kültürel örüntünün “içeriden” kurbanı olduğuna ilişkin hem farklı bilim disiplinlerinden katkılarla zenginleşen, hem de sinemadan televizyon dizilerine, romanlardan öykülere kadar popüler ilgiye de açık mahiyette bir aydınlanma çağrısı bu.
***
Programın kapsamı içerisinden, zikredemediklerimin affına sığınarak sıralayacağım şu başlıklar bile, sanırım sizleri böyle bir etkinliğe eğer zamanınız varsa veya fırsat yaratabilirseniz sevk etmeye yetecektir:
Sünnet Karşıtı Müslüman Erkekler (Atilla Barutçu); Cinsiyetçilikle Mücadele Sürecinde Muhalif Erkeklikler (Naz Hıdır); Queering Punk Masculinities: Critical Subversions and Performative Reproductions in the Istanbul Punk Scene (Fulden İbrahimhakkıoğlu - Birce Pakkan); Hegemonik Erkeklik Krizi Eşiğinde Annelerin Bakışından Babalığı Anlamak (Sibel Ezgin Ağıllı); Disgraceful Masculinities: Violence, Sexuality and Gender in Yusuf Atılgan’s Motherland Hotel (1973) and J.M. Coetzee’s Disgrace (1990) (Kaan Kurt); A Comparative Criticism of Hegemonic Masculinities in Chronicle of a Death Foretold and Ağır Roman(Süleyman Bölükbaş-Zeynep Özgül); Traumatized Masculinities against the Eternal Now of Neoliberalism: The Case of Broadcast TV Series Kuzgun (Özlem Akkaya); Türkiye’nin Yeni Ders Kitaplarında Erkeklik ve Askerileştirilmiş Vatandaşlık (Canan Aratemur Çimen - Sezen Bayhan); İlk Taşı En Günahsız Olan Atsın: Ayfer Tunç'un Dünya Ağrısı Romanında Erkeklik Krizi (M. Murat Uçar); Mevsimlik Tarım İşçisi Erkekler (Sidar Çınar); Bir Erkeklik Performans Sahnesi Olarak Nargile Kafeler ve Nargile Kafe Erkekliği (Duru Başak Uğurlu); Mağrur, Yaralı, Düşman ve Hoyrat: Yaban’da Kırılgan Erkeklikler (Bülent Sayak); Cinsiyetçi Sosyalleşmenin Bir Etmeni Olarak Çocuk Oyunları: Dokuz Aylık Oyunu Örneği (Tolga Ulusoy); Muhafazakârlık ve Erkeklik: Gaziantep'te LGBTİ+ Seks İşçileri(Gökhan Gökgöz); Conservative LGBTI+ Groups in Turkey: An Analysis of “AK LGBTI” within the Context of Gender (Begüm Selici); Türkiye’de Tıbbi Söylem, Erkeklik ve Cinsellik (Murat Arpacı).
***
Sempozyum’u benim için çok daha özel, hassas ve duygusal açıdan anlamlı kılan bir başka nokta, başta zikrettiğim sevgili hocam-danışmanım Nancy Lindisfarne’ın da bir Keynote Speaker (“Anafikir Konuşmacı”) olarak davet edilmiş olması. Nancy, 14 Eylül Cumartesi günü saat 10-11 arasında The Roots of Sexual Violence (Cinsel Şiddetin Kökenleri”) başlıklı konuşmasıyla Sempozyum’a katkıda bulunacak.
Bu arada yine Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’ndan (SOAS) hocam ve alanın bir başka öncü isimlerinden Dr. Deniz Kandiyoti de aynı şekilde bir Keynote Speaker olarak Mainstreaming Men and Masculinities: Technical Fix and Political Struggle (“Erkekleri ve Erkekliği Anaakımlaştırmak: Teknik ‘Düzeltim’ ve Siyasal Mücadele”) başlıklı konuşmasıyla 13 Eylül Cuma sabahı 10-11 arası katkıda bulunacak.
Bu kadar saygın, bu kadar zengin, bu kadar bereketli bir etkinliği;
Kadın ya da erkek demiyorum, insan olarak;
Kahredici ve kahrolası bir iktidar pratiği olan “Erkekliğin" hayatınızda bıraktığı izleri, yaptığı hasarları, açtığı onulmaz yaraları bir nebze gidermek;
Ya da hiç değilse gelecek kuşakların böylesi izler, hasarlar, yaralar almaması yolunda daha fazla umut biriktirmek üzere;
Mutlaka ve n’olur ama n’olur kaçırmayın!..
(Sempozyum programı için tıklayın...)