“Simülasyon”, olmayan bir şeyi var gibi göstermektir.
Fransız sosyolog Jean Baudrilard’ın, medyanın insan dünyasında merkezileşmesi ve “kültürleme” sürecinin aslî belirleyeni haline gelmesiyle koşut şekilde hayatımızda gerçekliğin kaybını işaret etmek üzere geliştirdiği bir kavram simülasyon… Baudrillard’ı hem tercümeleri hem de telif eserleriyle bizlere takdim etmiş, bu yüzden şükran borcumuzun çok büyük olduğu Prof. Oğuz Adanır’ın dopdolu ama aynı ölçüde de sade anlatım ve aktarımlarıyla biraz daha açalım bu kavramı:
Gerçeğin tüm göstergelerine sahip olduğu halde gerçeğin kendisi olmayan dışavurumlara simülasyon deniyor. Bugün medya sayesinde biz, bir gerçeklik evreninde değil, her şeyin “mış/miş gibi” olduğu bir simülasyon evreninde yaşıyoruz.
Bu evrende toplum bitmiş, toplumsalın içi boş ve anlamını yitirmiş biçimi olarak “kitle” sökün etmiştir.
Kitle, toplumsalın içinde kaybolduğu karanlık bir delik. Havası alınmış bireysel taneciklerin, toplumsal artıkların ve medyatik içtepilerin bir araya gelmesinden çıkar o…
Ve toplumların anlam arayışının yerinde, bir başka deyişle “toplumsal”ın kayıplara karıştığı yerde, kitleler, anlam yerine gösteri isteyerek varlık sürerler.
(J. Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu, Çev. O. Adanır, Ayrıntı, 1991; O. Adanır, Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler, Hayalet Kitap, 2008.)
* * *
Yukarıdaki kavramsal çerçevenin basite indirgenerek gündelik dile çevrilmesi yolunda, popüler kültürle akıp giden hayatımızın neredeyse ayrılmaz parçası olmuş “realite-şov” pratiği üzerinden bir örneklemeye gidilebilir.
Adı üstünde, realite-şov, bir “gerçeklik gösterisi”dir.
Realite-şovun hayatın öznesi haline geldiği yerde gerçeklik kayıplara karışır, onun yerini gerçeklik adına bir illüzyon, bir simülasyon alır.
Böyle bir dünya halinin sonucu, Atlantik’in öte-yakasında “post-truth” (hakikat-aşınımı) kavramı ve Donald Trump’tır.
Böyle bir dünya halinin sonucu, Atlantik’in beri-yakasında, bu topraklarda da “post-İslamizm” ve Tayyip Erdoğan’dır.
Post-İslamizm, İslamcılığın “simülasyon evreni”ne intibakını anlatan bir kavram olarak değerlendirilebilir.
7 Haziran 2015 genel seçimine giderken Mehmet Barlas’ın yönelttiği “yağlı-ballı” soruya Erdoğan’ın yanıtını hatırlarsanız, din, dindarlık, İslam ve İslamcılığın yerinde dinbazlık ve post-İslamizm’i karşımıza çıkaran “simülasyon”la ne kastettiğimiz açıklığa kavuşur.
Barlas’ın deyişiyle, “evde bal gibi tatlı bir adam” olmasına mukabil meydanlarda neden sert olduğu sorusu üzerine Erdoğan, şunları söylemişti:
“Benim o meydanlardaki dilimi halkım çok iyi anlıyor. Bu dili ‘satın aldı’. Tayyip Erdoğan’ın dilini satın aldığı içindir ki muhabbet aramızda…”
İşte mümini “müşteri” sayarak gelinen bu noktada her ne yapılıyorsa simülasyon ve gösteri için yapılmaktadır. (Bkz. T. Atay, Parti, Cemaat, Tarikat: 2000’ler Türkiye’sinin Dinbaz-Politik Seyir Defteri, Can Yayınları, 2017.)
“Yelpaze”nin orta, en tepe noktasında “Reis” Erdoğan varsa, bir ucunda “Nakşi popstar” Cübbeli, diğer ucunda da Ramazan iftar ve sahurlarının aranan “televaiz”i Nihat Hatipoğlu hocamız var.
Ve yine yelpazenin bir noktasında da önceki gün yeni-doğmuş bebeğini bir “mevlit simülasyonu” ile sosyal-medya pazarına açan “Tesettürlü Instagrammer” Büşra Nur Çalar var.
* * *
“Mevlit”in öznesi, Peygamber’dir. Tarihsel olarak tabii…
Mevlitte okunan, bol dua ve salavatla bezeli manzume, Peygamber Muhammed’in doğumunu ve hayatını anlatır.
Bu, Müslümanların Hristiyanlarla etkileşimi sonucu İsa’nın doğumuna yönelik kutlanan Noel’den ilhamla ve özenti ile şekillendirilmiş olması kuvvetle muhtemel bir dinsel senkretizm (bağdaştırma) örneğidir. O yüzden mevlidi “bid’at” (dine aykırı, uydurma yenilik) sayan geniş bir Müslüman kesim de mevcut.
Ama bizim topraklarda resmî İslam’ın da folk İslam’ın da ayrılmaz parçası haline gelmiş bir dinî kutlamadır bu.
Üstelik sadece Muhammed’in doğum günü münasebetiyle (“Mevlid-i Nebi”) kandil olarak kutlanmanın ötesinde, bir çocuğun doğumu, bir yakının ölümü, sünnet veya evlilik gibi insan hayatındaki büyük ve önemli değişikliklere bağlı olarak da mevlit, bir toplumsallaşma pratiğidir bu topraklarda.
Karşı çıkan “Selefi-meşrep” Müslümanlar, bu pratikle (tıpkı Hristiyanlıkta İsa için olduğu gibi) Peygamber’in kutsallaştırıldığını ileri sürerek mevlide ateş püskürürler.
Fakat benim sevgili hocalarım, her ikisi de antropolog Richard Tapper ve Nancy Tapper (daha sonra Lindisfarne) 1980’lerin sonunda Türkiye’de gerçekleştirdikleri alan araştırması gözlemlerine dayanarak, mevlitle yapılanın, Peygamberi kutsallaştırmaktan ziyade “insanileştirmek”; bir başka deyişle, insanların onunla özdeşim kurmasına, onu duyumsamasına imkân vermek olduğunu vurgulamışlardı. (Bkz. T. Atay, Din Hayattan Çıkar – Antropolojik Denemeler, İletişim, 2016.)
Herhalde Richard ve Nancy, bugün “Büşra’nın mevlit-şovu”nu görselerdi, Peygamber’in insanileştirilmesinden öte artık “metalaştırılması”nın söz konusu olduğunu kaydetmek durumunda kalırlardı!..
* * *
“Celebrity baby” tabirini ilk kez Britanya Kraliyeti’nin Prenses Diana’nın ardından en çok göz dolduran ikinci figürü, Cambridge Düşesi Kate’in 2013 yılında doğurduğu oğlan bebek için The Times gazetesinden Eva Simpson’dan duyduğumu hatırlıyorum.
Dönemin başbakanı David Cameron’un da “a brand new baby boy” diyerek “markalaştırdığı” veledin Ada’nın dışında tüm dünyada da haber manşetlerinin başına yerleştiriliyor olmasının nedeni sorulduğunda Simpson, “Çünkü bu, bir şöhret haberi; bu, bir ‘şöhret bebek’ (celebrity baby)” demişti.
Ve artık bu satırları yazan kalemin daimî takipçisiyseniz biliyorsunuz ki “Meşhuriyet Çağı”nın karakteristiği, sıradan insana şöhret vaadinin ve buna bağlı olarak da şöhretin sıradanlaşmasının söz konusu olması.
Bu, “Her canlı şöhreti tadacaktır” dünyası. (Bkz. T. Atay, Görünüyorum O Halde Varım: “Meshuriyet Çağı”nda Kültür ve İnsan, Can Yayınları, 2018).
Dolayısıyla, artık bir “görüntü pazarı”ndan ibaret “Meşhuriyet Çağı” dünyasında, “sözde-şöhret”in, “simülatif şöhret”in önünün ana karnında açılmasında da bir bebeğin doğar doğmaz "Instagram “takdîsi"ne uğratılmasında da şaşılacak bir şey yok.
* * *
Bakın ne diyor Instagram’da “anne&çocuk” kategorisinde “influencer” olmuş Merve İpek Öztürk sosyal medyada fenomenliğe yükseliş hikâyesini anlatırken:
“Hoş, zaten fenomen olan da ben değilim kesinlikle, minik kızım. Önceleri onca zorluk ve mücadeleden sonra anne olma hikâyem, okuyanlarda uyandırdığı merhametle bir sevgi seline sebep oldu. (…) Sonralarıysa iş başkalaştı. Günden güne büyüyen kitle o çok beklenen mucize bebeğin fotoğraflarını görmek istemeye başladı. Kızımın videolarını da yükledikçe iş daha büyük boyutlara vardı. Bir videosuna on bin yorum geldiği zamanlar oluyordu.” (Akt. H. M. Bor – A. Erten, Dijital Çağın Mesleği: Nasıl Influencer Olunur?, Hürriyet Kitap, 2019.)
Tesettürlü Instagram fenomeni Büşra Nur Çalar’ın bebeği için Ihlamur Kasrı’nda dizayn edilmiş “mevlit gösterisi”ne bu perspektif ve yörüngeden bakmak gerekir.
Zaten yeni-doğmuşun mevlit temaşası sonrası hanımefendinin başka “celebrity” performansları da düştü seyrimize: Dinbaz iktidar sahipleri şahitliğinde gerçekleştirilmiş, helâlinden lüks mü lüks düğün töreni; kocasıyla ihtişamlı bir “kitsch-alaturka” sofrada karşılıklı görüntüsü; ve “Süslüman” arkadaşlarıyla arabeskten rap’e açılan kına gecesi videosu…
Dijital kapitalizmin, terkisine Müslümanlığı da almış vaziyette, “Bismillah”lar, “Salat-ü Selâm”lar, “Tekbir”lerle nasıl dört nala yol aldığının çarpıcı örnekleri bunlar.
Sözün özü de karşımızdakinin bir “mevlit simülasyonu” olduğu...
Yani bu, bir mevlit değil, bir “story”; Instagram’a konmak üzere hazırlanıp kotarılıp servis edilmiş bir “hikâye”…
Anasının kucağında ve minicik parmağındaki tek-taş yüzükle seyrimize düşürülen “brand new baby girl”, bu “story”nin görünen aksesuarı.
Ne yazık ki Peygamber de görünmeyen aksesuarı!..