Kısacık ömrüne sığdırdığı abide çalışması The Venture of Islam ("İslam'ın Serüveni") bunca yıl sonra hâlâ düşünce ufkumuzda pırıl pırıl parlamaya devam eden, İslam'a Avrupa-merkezci ve oryantalist perspektiften uzak yaklaşabilmiş ender Batılı tarihçilerden Marshall Hodgson, zikrettiğimiz eserinin ikinci cildinde tasavvuf, tarikat, halk İslam'ı, yatır, türbe, ziyaretgâh bahsinde söz dönüp dolaşıp camiye geldiğinde hafızamdan hiç mi hiç silinmemiş şu değerlendirmeyi yapar:
"Cami, daha ziyade bir toplanma yeridir. Antik Yunan'dan bir kıyaslamayla cami, mabetten [temple] çok agoraya karşılık gelir" (M.G.S. Hodgson, The Venture of Islam: Conscience and History in a World Civilization, Vol. 2, The University of Chicago Press, s. 218).
Agora, sözlükte (TDK) Yunan klasik devrinde sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan, kısacası "halk meydanı" olarak tanımlanmakta.
Şu ara CHP'li büyükşehir belediyelerinin gündeme aldıkları Alevi cemevlerine ibadethane statüsü kazandırmaya yönelik uğraşlara dinbaz taassup erbabından körü körüne yükselen "İslam'da ibadethane camidiiir" itirazlarını yahut "Buna [tabii ki Sünni!] İslam uleması karar veriiir" heyheylenmelerini duyduğumda ben hep Hodgson'un bu çarpıcı, önemli ve elbette üzerinde durulması gereken cümlesini hatırlıyorum.
Evet, cami bir toplanma yeridir. Sözcüğün kökünü oluşturan 'cem' (cmˁ) toplama, toplanma, topluluk anlamına gelmekte ve bundan türetilen bütün sözcüklerde de kültürel ve siyasal nüanslar saklı tutulmak kaydıyla hep topluluk, birlik, bir aradalık anlamları karşımıza çıkmaktadır: Cemaat, cemiyet, camia, cemahiriye, ve elbette cumhuriyet…
Yine buradan hareketle 'Cuma', toplanılan gün… Cami de topluca bir araya gelinen, yani 'cem olunan' yer, mekân, ev demek.
Sözün özü, cami ne demekse cemevi de o demek. Cami, eşittir, cemevi yani…
Tabii şimdi böyle dedik ya, "Eh, iyi o zaman, cami eşittir cemevi ise ayrıca cemevine ne lüzum var" diyerek buradan da çıkış bulmaya çalışırlar mı çalışırlar. Hayır, dinbaz kurnazlıklara yeltenmenin mânâsı yok!..
Alevilik özgül bir inanç sistemi. Bu inanç sistemini benimseyenler, kendi toplandıkları, bir araya gelip sorunlarını, dertlerini, kederlerini, neşelerini paylaştıkları, ayrıca dayanışma ve yardımlaşma ihtiyaçlarını karşıladıkları, bu arada ibadetlerini de ifa ettikleri yere cemevi demişler.
Ne Aleviliğin bir inanç sistemi olarak İslam-içi mi yoksa İslam-dışı mı olduğunu sorgulamaya, bu yolda yargılamaya gitmeye hakkınız var ne de Aleviliği İslam'a içsel sayıp buradan hareketle "İslam'da ibadetgâh camidir" diyerek cemevlerini sıfırlamaya hakkınız var!..
Ayrıca buna İslam uleması falan da karar veremez. Ulema bir ihtiyaç odağıdır, iktidar odağı değil. Buna inancı yaşayan, deneyimleyen ve hayatına geçiren insanlar karar verir.
Cami ne kadar toplanma yeriyse cemevi de o kadar toplanma yeridir. Ve camide ne kadar ibadet varsa cemevinde de o kadar ibadet vardır.
Dolayısıyla cami ne kadar ibadetgâhsa cemevi de o kadar ibadetgâhtır.
Aslında yukarıda Hodgson'ın "Cami aslında agoradır" tespitine, belki kestirme bir bilgi yetersizliği ve keskin bir fanatizmle ateş püskürebilirlerse de işlerine geldiğinde aynı argümandan hareket etmiyorlar mı, ediyorlar.
Duymuyor musunuz sık sık, "Cami sadece namaz kılınan yer değildir; sosyalleşme, dertleşme, hoşça vakit geçirme, sorunları tartışma-çözme, kıraat etme, tefekkür eyleme mekânıdır da" dediklerini?
Dolayısıyla kendileri de söylüyor, demek ki cami ibadethane değil esasen... İbadet, caminin tabir caizse mütemmim cüzü.
Cemevi de aynen böyle.
O halde yukarıda söylediğimizi tersten de söyleyelim: Cemevi ibadetgâh değilse cami hiç değildir. Fakat, tekraren, camiler ibadethane statüsüne sahipse cemevlerinin bugüne kadar, hele hele böylesi küresel bir dünyada hâlâ bu statüye sahip olmaması çok büyük bir ayıp ve hicaptır.
Bir dinsel ritüel olarak cem törenlerinin Orta Asya'dan taşınmış Şamanik inanç motiflerinin 16'ncı yüzyıldan itibaren Şah İsmail'in (Hatayî) Anadolu'da artan etkisine bağlı olarak Şiîliğin kültik motifleriyle ('Hz. Ali', 'On İki İmam', 'Hz. Hüseyin-Kerbela') iç içe geçmesi, sarmaş dolaş olmasından içerik ve çehre kazandığı söylenebilir.
Yüzyıllarca, özellikle 1514 Çaldıran Savaşı sonrası süreçte Alevi-Kızılbaş kitlelerin Osmanlı coğrafyasında, şimdi çok revaçta tabirle söyleyecek olursak, 'kriminalleştirilmeleri' sonrasında ücra köşelerde gizli saklı gerçekleştirildi cem buluşmaları. Genellikle perşembe akşamları, köylerin bir arada toplanabilecek büyüklükteki evlerinde inanç önderi dedelerin katılımıyla… (Akt. Nimet Okan, Canların Cinsiyeti – Alevilikte Kadın, İletişim Yayınları, 2016, s. 55-60.)
Bugünün dünyasında ve Türkiye'sinde, Aleviliğin yüzyıllar boyu söz konusu içe-kapalılıktan çıkıp dışa dönük hale gelmesi ve elbette bir dizi kırılma, kıyım, yangın eşliğinde, yani hayli acılı ve sancılı şekilde de olsa kamusal alanda temsil imkanına kavuşmasıyla birlikte, artık evlerde yapılan cem buluşması ve ibadetinin 'cemevi' adı altında inşa edilen binalarda daha geniş katılımla gerçekleştirilmesi söz konusu.
Bu, Aleviliğin zamanımıza varışı, intikali.
Camide ne oluyorsa ne olması murat ediliyorsa, cemevinde o oluyor, o murat ediliyor: Dostluklar tazeleniyor, sorunlar tartışılıyor, sohbetler yapılıyor, fikir alışverişi gerçekleştiriliyor ve Alevi kültürünün, toplumsallığının, birlik-beraberlik-dayanışma duygusunun yeniden üretimi yolunda iman tazelemeye gidiliyor. Kısacası, ibadet ediliyor.
Camiye reva, yani uygun, yaraşır, yakışır gördüğünüz her şeyi, cemevine de reva göreceksiniz, ötesi yok.
'Hollywood tapınağı'nın Yıldız Savaşları (Star Wars) kurgusundan çıkış bulup artık toplumsal kabul görmüş, resmen de onaylanmış 'Jedi Dini'nin de bir parçası olduğu 'Yeni Dini Hareketler' adı altında toplanan irili ufaklı bir dolu mistik-kültik inanç formunun ortalıkta söylemiyle-pratiğiyle rahat rahat gezindiği bir dünyadayız.
Böyle bir zaman ve zeminde Orta Asya'yı, Ortadoğu'yu, Anadolu'yu tarihten bugüne "iyi-doğru-güzel" arayışında harmanlamış bir maneviyat örüntüsünün ritüel pratiğini iç rahatlığıyla hayata geçirmesini engelliyor, bunu çok görüyorsunuz öyle mi?
Ne tutunacak dalınız ne de yatacak yeriniz var!..
Çağdaş, demokratik, çoğulcu, bunlara ek olarak sosyal barış ve inanç-hakkı eşitliği anlamında laikliği savunan bir siyasi anlayışla hareket etmesi gereken CHP bünyesinden hayatımızın nabzının attığı büyük şehirlerin kendilerine emanet edildiği belediye başkanlıkları, bu çoktan gecikmiş düzenlemeyi, ne kadar çabuk hayata geçirebilirlerse o kadar iyi olur! İzmir'de önü açılan sürecin, mevcut güçlükler ve engelleyici dinbazlıklar aşılarak diğer belediyelerce de izlenmesi en büyük dileğimiz!..
Efkarlandık, Nesimî'den bir dörtlükle efkâr dağıtarak noktalayalım:
"Ey sofi sen bize Kızılbaş dersinBahçede açılan gül de kırmızıMuhammed Ali'yi daim zikredenAğzının içinde dil de kırmızı…"