“Hangi İslam?” benim bir gazetede yayımlanmış ilk yazımın adı; 9 Şubat 1995’te, o dönem hayli revaçtaki Yeni Yüzyıl’ın “Perspektif” başlıklı yorum sayfasında çıkmıştı. Sonrasında aynı başlık altında farklı zamanlarda başka yazılar da kaleme aldım.
Bu, hiç eskimeyecek bir başlıktır! İnsanın dini "yaptığı" öncülünden hareket ediyorsanız eğer, bu öncülü temellendirme yolunda farklı zamanlar ve farklı coğrafyalar size aradıklarınızı bol bol sunacak ve bağlantılı olarak bu başlık da her daim elinizin altında bulunacaktır.
Tabii buna eşlik edecek ve yine pek çok vesile ile yazılarımda işlerliğe soktuğum bir ikinci başlık da “Gerçek İslam?”. Ama dikkat, sondaki soru işaretini de okumayı ihmal etmeyin! Aslında en çok da o sondaki soru işareti okunmalı!..
Dinde “İlah”a değil “İnsan”a bakıyorsanız, bu başlıkları kullanmanız kaçınılmazdır. Mesele şu ki dinde ilah ya da ilahlara bakanların da, yani “antropolojik” değil “teolojik” zaviyeden yol alanların da aynı soru setini bir şekilde karşılarında bulmaları kaçınılmaz oluyor. Ama onlar, bu kaçınılamaz soru setinden hünerlice kaçmayı kendi “bizmerkezci” (etnosantrik) itki ve yönelimleri doğrultusunda beceriyorlar. Soru cümleleri, onlar tarafından yargı cümlelerine dönüştürülüyor: “Gerçek İslam, o değil bu; yani bizimkisi!..” Ya da “Hangi İslam da ne demek?! Elbette bizim yaşadığımız; yani bizimkisi!..”
Mevzubahis ettiğimiz sorular Müslümanların bireyler, gruplar, cemaatler, cemiyetler, kavimler ya da milletler gibi değişik düzey ve ölçeklerde kendilerini “Müslüman” olarak nasıl tanımlayıp yapılandırdıklarıyla, ne yapıp ettikleriyle bağlantılı şekilde ortaya çıkarlar.
İslam, eğer “değişmez bir öz” olarak tanımlanmakta ısrar edilecekse, bu olsa olsa sadece bir “söylem” olarak ileri sürülüp savunulabilir.
İslam’ın “pratik bir gerçeklik” kazandığı her yerde karşımızda “Müslümanlıklar” vardır. Bu pratiklerden hareketle İslam’ın “ete-kemiğe büründüğü”, görünür-gözlemlenir olduğu, yani “tecessüm” ettiği her yerde de artık İslam, çoğuldur.
Bunun reddine gidildiği ve herkesin kendi pratiği doğrultusunda çoğul değil de “tek ve gerçek İslam” telkininde bulunduğu yerde de din, bir “savaş hali”nin karşılığı olmuştur.
O yüzden Diyanet İşleri eski reisi Mehmet Görmez'in 2014 yılında yaptığı bir konuşmada belirttiği üzere, dünya üzerinde öldürülen Müslümanların yüzde 90’ı yine bir başka Müslüman tarafından öldürülmekte/katledilmektedir.
Çünkü, “İslam”da anlaşamıyor Müslümanlar.
Çünkü “İslam”daki “insan” faktörünü fark edemiyor, idrak edemiyor ya da kabul edemiyor Müslümanlar.
Çünkü “İslam”ın zamanla-mekânla bağlamsallığı, durumsallığı ve dönüşümselliğini idrak edemiyor Müslümanlar…
İşte bu yüzden ne “Hangi İslam?” sorusu, ne de “Gerçek İslam?” sorusu hiç mi hiç eskimiyor, aksine hep çok daha zinde, dinamik ve geçerli sorular olarak karşımızda durmaya devam ediyorlar.
Söyleyin bakalım mesela, “Hangi İslam?” sorusunun karşılığı, Binali Yıldırım’ın Avcılar’da bir ailenin iftar davetinde, büyükçe bir yemek masası ile sandalyeler kenarda dururken onların yamacında bir örtü üzerinde sözüm ona yer-sofrasında “yerli mi yerli” bir şekilde çöküp iftar açmasında tecessüm eden mi?
Yoksa yeni başlayan realite-şarkı-yarışması “Benimle Söyle”de İsrailli şarkıcı Mor Karbasi ile özdeş “Judia”yı ve bir diğer “yabancı” şarkıyı etkileyici şekilde okuyarak gündeme gelen imam-hatip mezunu tesettürlü kadın yarışmacı Eftalya Fettahoğlu Emirmiran’ın performansında tecessüm eden mi?
Yoksa “Nihat Hatipoğlu ile İftar” adlı “şov” programında İslami/İlahi-rap performansı sergileyen gence, Nihat Hoca da dâhil olmak üzere 7’sinden 70’ine, ergeninden ninesine kadar açılan yelpazede ileri-geri sallanıp aşağı-yukarı, sağa-sola kafa oynatarak eşlik eden “hâzırun”la tecessüm eden mi?..
Peki, ya “Gerçek İslam”ı neye göre, neyi ölçüt kılarak belirlemeli bu coğrafyada?.. Acaba şimdiki Diyanet reisi Ali Erbaş’ın (pedagoglar ve çocuk psikologlarının çığlık çığlık sakıncalarını vurgulamalarına rağmen) “Elhamdülillah, 4-6 yaş arası Kur’an kursuna devam eden çocuklarımızın sayısı 150 bini aştı; ağaç yaşken eğilir” diye övünmesini mi temel almalı?
Yoksa, bir dönem “Saray’ın fetvacısı” denile gelmiş Prof. Hayrettin Karaman’ın, “Son yıllarda okullara Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı ve İslam Bilgisi dersleri kondu. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bu ülkede bu dersleri seçen insan sayısının azlığı ibretlik bir olaydır” diye dövünmesini mi?..
Veya, yine, “Kadından imam olmaz” diyen Ali Erbaş mı “gerçek İslam”ın temsilcisi?
Yoksa Danimarka’da 2016’da açılmış bir camide kadın imam ve müezzin olarak hizmet veren Müslüman kadınlar mı temsil ediyor “gerçek İslam”ı?..
“Müslüman kadın da güzel görünmek ister” diyen tesettür modacısı Rabia Yalçın ve birbirinden çekici kreasyonlarıyla tesettürü farz olmaktan “tarz” olmaya ilerletmiş tesettür firmaları, Modanisa, Modamerve, Modaselvim, Modasena, Modaebva, Modahira, Sefamerve, Nurtuba ve daha niceleri mi İslam’ın temsilcisi?..
Yoksa yine, bunları “örtülü açıklar” diye üzülerek ve tepkiyle karşılayan Hayrettin Karaman mı?..
Yukarıdakilerin hangisi “gerçek” İslam”? Yani, hangi İslam?..
Cevap belli: Hepsi, ama tek tek hiçbirisi…
Binali Yıldırım’ın, evde sofra masası olsa bile yer-sofrasında yemeye dayalı “gelenekçi” inadı da…
Batı popunun meşhur parçalarını bir televizyon şovunda seslendirip bir anda “şöhret şerbeti” içen Eftalya’nın “modernist” ısrarı da…
4-6 yaş arası 150 bin çocuğa Kur’an ezberletmeyle göğsü kabaran Ali Erbaş’ın övünmesi de…
Kimse çocuğuna Kur’an, Peygamber, İslam dersi seçtirmiyor diye karalar bağlayan Hayrettin Karaman’ın dövünmesi de…
Erbaş’ın “kadından imam olmaz” taassubu da…
Müslüman kadınların kendi imamlıklarında cami açma tasarrufu da…
Modanisa da, Modaselvim de, Modamerve de, Modasena da…
“Bu Nisa’lar, Selvi’ler, Merve’ler, Sena’lar Müslüman değil, Süslüman” demeye getiren Karaman koyuluğu da…
Hepsi İslam… “Gerçek” İslam!..
Din adına, “din-i İslam” adına bu “kaotik” sosyolojik gerçekliğin böylesine kristal berraklığıyla karşımızda olmasını da AKP’te borçluyuz biz!..,
AKP’nin en büyük başarısı, bu ülkede bunca yıllık “dinbaz” siyasi performansı eşliğinde, bu dinbazlığın doğrudan bir sonucu olarak dinin “mâsivâ” (“yalan dünya”) ile hemhal olmasına, yani dünyevileşmesine, yani sekülerleşmesine yaptığı büyük katkı…
Tabii istemeye istemeye ve de aksini isteye isteye; yani dünyayı “dünyevi” yaşamaktan hepimizi menetmek isteye isteye yaptığı büyük katkı!..
Dolayısıyla AKP’nin bu başarısı, aynı zamanda en büyük yenilgisi... Onun hem trajedisi hem komedisi bu.
AKP’yi esas bu “başarı” bitirdi çoktan!..
İstanbul’u türlü çeşit dinbazlıkla tekrar gasp edecek olsalar bile bu sonuç değişmez.