Rahmetli Ünsal Oskay Hoca’dan duyduğum sayısız unutulmaz söz arasında bana en derin tesir etmiş olanlardan biri şöyle: “Çocukluk, insanlığın prehistoryasına dönüştür”. Yıllar önce NTV’de yayınlanan ‘4. Nesil’ belgeselinin ‘Çocukluk’ bölümü için düşünme egzersizleri yaparken sevgili Hocamız, en unutulmaz derslerinden birini bize gönüllüce verdiğinde sarf etmişti bu sözleri. Yine unutulmaz, şu değerlendirmesinin bir parçası olarak: “Çocuk, Robin Hood’dur. Para dışındadır çocuk, otoritenin dışındadır. Gelenekleri falan bilmediği için her yaptığı işe istediği için başlar, sıkıldığı anda bırakır. Çocuğun bütün davranışları ‘yarar dışı’dır [yararcılıktan uzaktır]. Sırf kendi içindeki şeyle ilgilenir; sevinmek, mutlu olmak… Çocukluk bir tür insanlığın prehistoryasına dönüştür. Mülkiyetin, otorite farkının olmadığı bir döneme… Doğaya en yakın, bozulmamış halimize… Oysa sosyalizasyon, bunun mümkün olduğu kadar kişiliğin oluşum sürecinde izinin kalmaması için, ileride hatırlanabilecek hiçbir şey olmaması için, çocukluk sürecini kısaltır”. Böyle düşündüğü için (bilenler bilir) Ünsal Hoca hep çocuk kaldı, çocuk yaşadı ve çocuk olarak bu dünyadan ayrıldı. Onun hayatı, ‘yetişkin’liği protesto yolunda bir mücadele olarak geçti de denilebilir. Bu yaklaşımı benimseyen grup ve kurumların olmadığı bir dünyada herkesin böyle yaşamaya şansı olduğu söylenemez. Tersine, Hoca’nın da sözlerinde ipuçlarını verdiği üzere, çocuğu ‘çocuk’ olmaktan çıkarmak yolunda müthiş bir yönlendirme, güdümleme ve biçimlendirme, içinde yaşadığımız sosyo-ekonomik sistemin çocuğa yaklaşımında aslî politik strateji olarak belirir. Bu sistem uyarınca çocukluk, çabucak aşılması gereken bir ‘anomali’dir yetişkin dünyası için. O yüzden bir an önce çocuğa ‘yetişkin kültür’ü aşılamak, öğretmek ve özümsetmek gerekir. Bu da yetişkinlikle çocukluk arasında, yetişkinden yana ve çocuğa karşı asimetrik, yani hiyerarşik, yani eşitsiz bir ilişkinin kurulmasına yol açar. Söz konusu asimetri, yine Ünsal Hoca’nın altını çizdiği gibi, toplumsallaşma (sosyalizasyon) denilen bir süreçle meşrulaştırılır. Bu süreç işlerliğinde, ‘pasif’ bir alıcı konumuna yerleştirilen çocuğa toplumun değerleri, davranış normları aktarılıp benimsetilir. Hâlbuki çocukların kültürü öğrenen varlıklar oldukları kadar, hatta belki ondan daha çok ‘kültür üreten’ varlıklar oldukları göz ardı edilemez bir gerçektir. Bu gerçeğe ilk dikkat çeken ve yukarıda özetlenen hayli kanıksanmış ama aynı zamanda yanlış yaklaşım biçiminin sarsılmasında etkili olmuş isimlerden biri, gelişim psikologu ve düşünür Jean Piaget’dir. O, çocukların düşüncelerinin, yetişkinlerinkinden ‘niteliksel’ bakımdan farklı olduğunu ayrıntılı gözlemlere dayanarak ileri sürdü. Dahası, çocukların yetişkin kavramlarını anlama sürecinin de özgün bir yapılanma içerdiğini tespit etti. Yani çocuklar, büyüklerin düşünüp-söylediklerinin ve yapıp-ettiklerinin pasif alıcıları olmayıp, kendi dünya anlayışlarını kendileri inşa eder! Piaget, bunu söylüyor. Bu yaklaşım, Fransız antropolog Claude Levi-Strauss’un katkılarıyla daha ileri aşamaya vardırıldı. Levi-Strauss, antropolojik ilgiyi insanların anlam üretme süreçlerine yönlendirmiştir. Buna bağlı olarak çocukların, yetişkin yaşamına ilişkin kendi anlama ve kavrama çerçevelerini nasıl yapılandırdıkları konusu gündeme gelir. Sonuçta da çocuğun etkileşime girdiği tüm insanlar tarafından üretilen anlamlardan hareketle kendine özgü bir kavrayış çerçevesi yapılandırdığı görüşü yaygınlık kazanır. Sözün özü: Çocuklar yalnızca kültürü öğrenmez ve onun ürünü olmaz, ama aynı zamanda onu ‘üretirler’. Dolayısıyla ‘kültür’, yani ‘insan olma’ adına çocuklardan da öğrenilecekler vardır. Bu anlayış biçimi çocuğa ve çocukluğa ilişkin bakış açımızı değiştirme yolunda önemli bir eşik. Peki, yaşadığımız ülkede bu eşiğe vardığımız söylenebilir mi? Muhtemelen “Güldürme bizi!” diyorsunuz, ama sıkı durun! Burada tablo, kapkara bir umutsuzluk olarak çıkmıyor karşımıza Türkiye’de… Çünkü 2005 yılında faaliyete başlayıp hayatın içinde tam da yukarıdaki şekilde ‘çocuktan öğrenme’yi ve ‘çocuğu önceleme’yi ilke edinmiş, bu anlayışla çocukların ve çocukluğun üzerine titreyen bir çocuk hakları merkezi var: ‘Gündem: Çocuk!’. Her çocuğun hak sahibi, eşit, özgür ve onurlu bir birey olarak, barış içerisinde, iyi ve mutlu yaşaması için çocukların yararına bütüncül bir dönüşümü ısrarla savunan bir sivil toplum örgütü ‘Gündem: Çocuk!’. Çalışmalarını çocuk hakları alanında yaşanan sorunların temelinde yatan, yukarıda ayrıntılı eleştirisine giriştiğimiz ‘yetişkin-merkezci’ ve çocuklara karşı eşitsizlikçi yaklaşımın değişmesi üzerine odaklaştırıyor. Bu yolda temsilciliğini ve savunuculuğunu yaptığı çocukların Türkiye’de maruz kaldığı ölümcül sorunların üzerine gidip katılımcı programlar düzenliyor; raporlarla kamuoyunun dikkatini bu sorunlara çekiyor. Ama en önemlisi, tüm bu faaliyetlerini ‘öncelikli çalışma arkadaşları’ olarak çocuklarla birlikte sürdürüyor. En son Türkiye’de çocukların maruz kaldığı, ölümle sonuçlanan yaşam hakkı ihlâllerini derleyen raporu bir basın bildirisiyle ilgiye sundu ‘Gündem: Çocuk!’. Rapor, vahim mi vahim: 1 Ocak 2011 - 31 Aralık 2011 tarihleri arasında Türkiye’de en az (basına yansıdığı kadarıyla) 815 çocuk, önlenebilir sebeplerden dolayı yaşamını yitirmiş! Rapora göre çocuklar, toplumsal olaylarda, kara mayınları ve askeri mühimmatlar sebebiyle ya da silahlı çatışmalarda ölüyor; yargısız infaz ediliyor hatta katlediliyor. Eğitim, sağlık vb. alanlarda kamu görevlilerinin ihmalleri de sıklıkla çocukların ölümüne neden oluyor. Devlet, çocukların yaşam haklarının ihlal edilmemesi için tedbir alma yükümlülüğünü yerine getirmediğinden yaygınlaşan şiddet kültürü (aile içi şiddet, namus ve çocuk cinayetleri, akran şiddeti, bireysel silahlanma şeklinde) çocukların ölümüne neden oluyor. Çocuklar intihar ediyor. İhmal nedeniyle de pek çok ölüm vakası var: Trafik kazaları, ev kazaları, kanalizasyon çukuruna, su kuyusuna, göle düşme, ırmakta boğulma, yangınlar, soba gazı zehirlenmesi, besin zehirlenmeleri, elektrik çarpmaları ve doğal afetler çocuklar için adeta ‘olağan’ ölüm sebeplerine dönüşmüş durumda. En kötüsü, pek çok çocuk yaşam hakkı ihlalinde etkin, kapsamlı ve caydırıcı bir soruşturma yürütülmüyor, sorumlular ortaya çıkarılmıyor ve yargılanmıyor. Yani çocuk ölümleri cezasız kalıyor. Böylesi vahim bir tablo karşısında canla başla çalışmayı sürdüren ‘Gündem: Çocuk!’, daha da etkin olabilme yolunda ihtiyaç duyduğu donanımlı bir büroya geçen hafta Ankara’da kavuştu. Başlangıçta bir avuç olan, ama giderek sayısı artan gönüllü çalışanlarının büro açılış buluşmasına katılma onuruna erişen ayrıcalıklı ‘çocuk’lardan biri de bendim. Orada çevremdeki ‘irili-ufaklı’ akranlarımın gözlerinden okunan ışıl ışıl mutluluk, bu âleme çocuk gelip çocuk giden Ünsal Hoca’nın kalbimden hiç silinmeyecek ebedi ışıltısıyla buluştu. Ona layık olma yolunda doğru yerde bulunmanın mutluluğuyla galiba ben de ışıl ışıldım o gece!.. Kaybettiğiniz ‘özgür insan’ halinizi hatırlamak, tazelemek, bir nebze yeniden üretmek isterseniz, bir uğrayın ‘Gündem: Çocuk!’un Ankara’daki bürosuna! Ya da uzaktaysanız eğer, dünyanın neresinde olursanız olun, onun ‘siber âlem’de mevcut mekânını ziyaret edin! (www.gundemcocuk.org) …Ve unutmayın: Çocukluk, özgürlüktür!..