İkbal Gürpınar’ın geçen hafta Hindistan’ın ‘kutsal travestiler’i ‘Hicre’ler (Hijra’lar ya da) üzerine homofobik bir ceht ve ‘ümmî’ bir cesaretle sarf ettiği berbat sözler, Dersim tartışmaları arasında kaynadı gitti. Gürpınar, malûm, sabah programlarında uzun yıllar TRT ekranlarından süregelmiş sunuculuk macerasını şimdilerde ‘dini bütün’ vaziyette Kanal 7’de sürdürüyor. İhtimal kendisi TRT zamanlarında da dindardı, ama o zamanlar dini, hayatına şümullü biçimde hâkim kılmadığını, ‘hicab’sız bir dünya hayatı sürdüğünü hatırlıyoruz. Bilemediğimiz onun ‘gönül penceresi’ni açıp hicaba bürünmesine neyin sebep olduğu; tabii Allah’ın hikmetinden sual olunmaz. Buna mukabil bilebildiğimiz, İkbal Gürpınar’ın geçen haftaki programında Hindistan’ın geleneksel dinsel-kültürel yapısının en renkli parçalarından birini oluşturan ‘Hicre’leri malzeme yaparak eşcinsellik, daha doğrusu heteroseksüalite-dışı farklı cinsellikler üzerine hayli hakaretamiz bir değerlendirme yaptığı… Şu sözler ona ait: “Bir de tabii çok enteresan bir haber; Estağfurullah el azim diyerek okumak istiyorum: Hindistan’da Hicre denilen, yani kendini üçüncü cinsiyet olarak kabul eden, ne erkek ne kadın olan, ikisini birden taşıdıklarını söyleyen insanlar bir festival yapıyorlar… Ve çadırda çıkan yangında 15 eşcinsel ölüyor. Arkadaşlar rica ediyorum olur mu? Eşcinsellikle de ilgili… Lût kavminin başına neler geldiğini Kur’an-ı Kerim’i açın ve okuyun! Bu bir tercih değil; bu bir hastalık ve buluğ çağındaki bütün erkek çocuklarının, kız çocuklarının hormonlarının test edilmesi gerektiğini herkese hatırlatmak istiyorum. Eğer bir hormonlarda eksiklik varsa, buluğ çağında tedavi oluyor. Ondan sonra, o piyasada hani sanatçı diye dolaşan birileri var ya, onlar gibi birileri çıkıyor ortaya, eğer tedavi ettirmezseniz… Allah korusun! Rica ediyorum!..” Video için tıklayın...Heteroseksist/homofobik söylemin bu ‘müteneffir’ dilini seferber eden zihne, eşcinselliğin bir hastalık değil farklılık, cinselliğin de yekpâre değil ‘yelpaze’ olduğunu bu daracık köşede anlatmanın imkânı olmadığı gibi yararı da yok. Ama ‘din’ adına lânetlendiği söylenen insanların da dinle, kutsalla ve ilâhî olanla içtenlikle ilişkilenebileceğine dair bazı ‘kültürel’ bilgileri paylaşmak, en iyisinden kör gözlere ışık, en kötüsünden kem gözlere şiş olabilir. İki ‘etnografik’ bilgi kümesinden konuyla doğrudan ilişkili olan birincisiyle, ‘Hicre’ler üzerine bildiklerimi paylaşarak başlayayım! Aslında yazacaklarım yeni değil. Yıllar önce ‘Milliyet Popüler Kültür’de (28 Eylül 2003) 'anonim' olarak yayımladığım bir yazıdan aktarma yapacağım. Tabii hâlihazırda hükmünü icra eden ‘cehalet’, basını biraz titizlikle takip edebilseydi ta yıllar öncesinde bu konuda bilgilenmiş olup bugün daha ihtiyatlı değerlendirmelere gidebilirdi demek de geliyor insanın içinden… Neyse, “Cehalet geldi cihane // Baş ağrısı bahane” diyerek Hicre’lerin ‘iç yüzü’nü aktaralım: Amerika Yerlileri'nden Okyanusya kabilelerine, Afrika'dan Hindistan'a kadar yeryüzünün pek çok bölgesinde 'Batılı dil'in 'travesti' dediği insanlar geçmişten bugüne itibar gördüler, hatta büyük manevi güce sahip olduklarına inanılarak yüceltildiler. 'Ne erkek ne de kadın' veya 'hem erkek hem de kadın' oldukları için lanetlenmek yerine kutsallaştırılan bu 'üçüncü cins'in günümüzde varlıklarını zor da olsa sürdüren en ilginç örnekleri, Hint Yarımadası'ndaki 'Hicre’lerdir. Erkek olarak doğan ama kadın gibi yaşayan Hicre’ler, Hint toplumunun en canlı ve renkli üyeleridir. ‘Hicre’ olmaya karar veren biri, cerrahi operasyonla erkekliğinden olur. Ama bu, onu kadın yapmaz. Yani cinsel bir arayış, söz gelimi transseksüel olma isteği söz konusu değildir burada. Amaç, asıl olarak dinseldir. Hindu bereket tanrıçası 'Bahuchara Mata'nın takipçisi olan ‘Hicre’ler, tanrıçaya tapınmayı yaşam amacı haline getirmiştir. Bıçak altına yatmalarının ve kadın gibi giyinip yaşamalarının nedeni budur. Onlar, hadımlaşarak tanrıçanın doğurganlık ve üretkenlik gücünün kendilerine geçtiğine inanmaktadırlar. ‘Hicre’lerin Hint toplumunun geleneksel törenlerinde hayli önemli işlevleri vardır. Doğumlarda veya düğünlerde, Tanrıçalarının 'doğurganlık' ve 'üretkenlik' gücünün taşıyıcıları olarak bulunur ve Tanrıçaya, bebeği bereketinden mahrum etmemesi, yeni evli çifte refah ve mutluluk getirmesi için dua ederler. Onlarsız yapılan törenlerin uğursuzluk getireceğine inanıldığı için, varlıkları, 'olmazsa olmaz'dır. Sözün özü, ‘Hicre’ler cinsel değil ‘dinsel’ bir topluluktur. (Bu bilgiler, Hicre’ler üzerine eşsiz bir etnografik alan araştırması gerçekleştirmiş antropolog Serena Nanda’nın şu kitabında ayrıntılarıyla bulunabilir: Neither Man nor Woman: The Hijras of India, 1998.) Ama şimdi de denilecektir ki bu, Hindistan ve Hinduizm içinden çıkan bir verdir, dolayısıyla da İslâm’ı bağlamaz. O halde yine yeni olmayan ama önceki yazı kadar da eskiye gitmeyip T24’te Müslüman eşcinsel ‘Al-Fatiha’ örgütü üzerine 15 Mart 2010’da yazdıklarımı tekrar zikretmek külfetine, tabii ki severek katlanayım! O tarihte Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan olan Selma Aliye Kavaf’ın eşcinselliği aynen şimdi Gürpınar gibi hastalık olarak tariflemesi üzerine şu bilgileri aktarmıştık: Türkiye’de hâlihazırda ne ‘kitabî İslâm’ın ne de ‘kültürel İslâm’ın mahiyet itibarıyla eşcinselleri bağrına basacak bir ‘yorum performansı’ sergileyebileceğini düşünmek mümkün… Ama bu, evrensel ölçekte bakıldığında böyle değil. Bu memlekette gerek dini bilen âlimler, gerekse dini bütün ahali açısından sarsıcı olabilecek örnekler var dünyada. Müslüman eşcinsel hareketi ‘Al-Fatiha’, bunların en başta geleni… 1997’de Pakistan asıllı Amerikalı Müslüman Faisal Alam tarafından kuruldu Al-Fatiha. Üyeler arasında önceleri e-posta yoluyla sürdürülen iletişim, 1998’de Boston’da bir tanışma toplantısı ile yüz yüze hale geldi. 1999’da Toronto’da düzenlenen eşcinsel yürüyüşüne Al-Fatiha üyeleri ‘yeşil renkli bayrak’larıyla katıldılar. İslâm’da çeşitliliği vurgulamak amacıyla bayrakta yeşilin yedi farklı tonu kullanılmakta. Hareket, İslâmiyet’te eşcinsellik konusunda yeni bir sayfa açma hedefinde olduğu için Kuran’ın açılış suresi olan ve ‘açış yapan’, ‘açan’ anlamına gelen ‘Fâtiha’dan alıyor adını… Al-Fatiha, tabii ki cinsel ve dinsel tercihlerinin uyarlılığını savunma yolunda muazzam bir muhalefete karşı mücadele veriyor. Bu yolda Kuran ve Hadisleri yeni bir yoruma tâbi tutarak eşcinselliğin İslâm’da lanetlenip yasaklandığı, ölüm cezasıyla yaptırımlandığı şeklindeki değerlendirmelere karşı fikirler ileri sürüyorlar. Kendi ‘tefsir’lerini var etmeye çalışıyorlar yani… Tüm bunlar, www.al-fatiha.org sitesinden izlenip incelenebilir. Karşımızda Allah’a inanan eşcinsel insanlar var ve var olmaya, üstelik İslâm üzere var olmaya devam etmek istiyorlar. İnandıkları, ‘sevgi dolu’ Allah’ın kendilerine cinsel tercihleri yüzünden, söylenildiği kadar acımasız olamayacağını düşünüyorlar. Ahirette ilk sorulacak sorunun kimle cinsel ilişkiye girildiği değil, Hakk’a inanılıp inanılmadığı ve İslâm’ın beş şartının yerine getirilip getirilmediği olacağını vurguluyorlar. Sonuçta da eşcinselliğe duyulan İslâmî nefretin ‘İlâhî’ değil ‘içtimaî’ olduğunu söylüyorlar… İşte böyle… ‘Estağfurullah El Azim’ diye başladığı eşcinselliğe yönelik nefret konuşmasıyla tribüne oynayan İkbal Hanım, belki bundan sonra biraz da her ‘Fatiha’ okuduğunda kendi dinselliğiyle farklı cinselliğin yollarının nasıl kesişmiş olduğunu hatırlayarak istiğfar eder.