Ömrünü eğitim-öğretim etkinliğine adamış biri için en büyük mutluluk öğrencilerinin hayata...
Ömrünü eğitim-öğretim etkinliğine adamış biri için en büyük mutluluk öğrencilerinin hayata atılıp başarılı pozisyonlarda karşısına çıktığını görmektir. Bir hoca için bu, “Ölsem de gam yemem gayrı!” noktası olarak telakki edilebilir. Böyle bir “mutluluk noktası”na önceki hafta bulunduğum Kars’ta vasıl oldum ben… ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nden mezun öğrencim Hüseyin Tutar, Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı illerinde faaliyet gösteren Serhat Kalkınma Ajansı (SERKA) Genel Sekreteri olarak beni Ajans bünyesinde bir eğitim semineri vermek üzere Kars’a davet etti. Ajans’ta görev yapan, fen bilimleri ile sosyal-beşeri bilimlerin değişik alanlarından mezun bir uzmanlar kadrosuna kültürün tanımı, özellikleri, kültürel çeşitlilik ve kültürel antropolojik araştırma yöntemi üzerine bildiklerimi aktardım. Benim için 30 yılı aşkın antropolojik birikimimi temize çekmek gibi de bir şey oldu bu… Kalkınma ajansları Türkiye’de bölgeler arası eşitsizliklerin azaltılması ve bölgesel kalkınmanın sağlanması için DPT koordinatörlüğünde oluşturulup 26 bölgede işlerliğe sokulmuş “özerk” kamu kuruluşları… Özerklik hâlinin altı çizilmeli! Çünkü bu, malumunuz, Türkiye’de devlet geleneğinin aşina olduğu ve kolay kolay cesaret edip önünü açabildiği bir pratik değil. Bunun yerine yerel inisiyatifi hiç arzu etmeyen, merkezden sıkı bir yönetim ve denetim anlayışıdır resmi çizgiyi oluşturan…
Türkiye’de devlet, Cumhuriyet’in başından beri “yerel”e hiçbir zaman güvenmedi. “Yerel”i sevdiği de pek söylenemez. O yüzden üniter-merkeziyetçi bir bürokratik tutum, çoğu zaman “yerli-oryantalizm”in dilini konuşarak, daha da kötüsü bir “yerli-kolonyalizm” tavır ve edasıyla belirmiştir “yerel”in karşısında… Ancak devlet, Türkiye’de kalkınmayı merkeziyetçi bir anlayışla “uzaktan kumanda” vaziyette yürütemeyeceğini artık anlamış olsa gerek ki bunu “yerinden ve yerelden” gerçekleştirme noktasına zor da olsa gelmiş görünüyor. Kalkınma ajanslarının aslî görev tanımında geçen “yerel potansiyel”in açığa çıkmasını sağlama ifadesinin tam da bu yeni ve “âdemimerkeziyetçi” oryantasyona işaret ettiği söylenebilir. Bu potansiyeli açığa çıkarma yolunda ajanslar kendi sorumluluk bölgelerinde mülkî amirler (valilikler), yerel yönetimler (belediyeler), sivil toplum kuruluşları ve iş çevrelerini ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşüm yolunda işbirliği, diyalog ve dayanışma içine sokma işleviyle ayırt edilmekteler. Bunu nasıl yorumlamalı? Belki şöyle denilebilir: Türkiye’de devlet, kapitalizmin “direktör”lüğünden vazgeçip giderek “moderatör”lüğüne soyunmakta. Doğrudan “yönetici” olmaktan, dolaylı “kolaylaştırıcı” olma noktasına çekilme hâli de denilebilir buna… Taşıyıcı güç olmak yerine destek güç olmaya geçiş de… Mesela Hüseyin Tutar’ın Genel Sekreterlik (bu, ajansların icra organı) koltuğunda oturduğu SERKA, yukarıda belirtilen dört ili kapsayan bölgede doğal ve kültürel varlıkların korunmasına; bölgenin beşeri sermaye ve maddi kaynaklarının etkili ve verimli kullanılmasına; ihracatın, istihdamın ve rekabet gücünün arttırılmasına yönelik faaliyetlere destek vermeyi öncelikli politika saymakta… Amaca ne ölçüde ulaşılabildiğini söylemek için henüz erken. Çünkü SERKA faal yaşamının daha birinci yılını yeni dolduruyor. Yalnız benim gözlemlediğim ve hem çok önemli bulduğum hem de bana ikinci bir mutluluk yaşatan nokta şu ki Tutar, Türkiye’nin, özellikle de görev yaptığı bölgenin kültürel ve düşünsel çeşitliliğiyle son derece uyarlı, çoğulcu niteliğe sahip, bünyesinde çok sesliliğin mevcut olduğu “demokratik” bir kadro oluşturmuş. Aralarında mühendislerin, mimarların, iktisat, toplum ve iletişim bilimcilerle hukukçuların bulunduğu bu kadro, hayranlık verici bir uyum içerisinde gece-gündüz çalışıyor. Benim dikkatimi çeken diğer önemli husus, söz konusu kadronun tüm “modernist” kalkınma girişimlerinin en büyük zaafını oluşturan “elitist-oryantalist” takıntılardan haberdar ve bu bakımdan deyiş yerindeyse “teyakkuz”da olması… Kendi konumları üzerine “öz-eleştirel” bir yaklaşım geliştirerek çalıştıkları bölgede “Yaban” olmamaya özen gösteriyorlar. Özellikle de “sosyal mühendislik”ten alabildiğine kaçınmayı ve “sosyal antropolojik” hassasiyet içinde olmayı hedeflemiş görünüyorlar. Bu son noktanın anlamı şu: İnsanların hayat bilgisini ve hayat hikâyesini bilmeden hayata müdahale önerilerinde bulunmamak! Ben de biraz o yüzden aralarındaydım zaten… Onlara bir toplumun/kültürün hayat bilgisi ve hayat hikâyesini çıkarmak demek olan “etnografik” yöntem ve tekniklerini tanıtmak amacıyla… İyimser biçimde yorumlama yolunu seçerseniz Kars’taki görüntü, her yerde her şeye kadir, toplumu kendisine tâbi sayan pederşahî devlet anlayışının Türkiye’de dönüşmeye başladığını düşünmeye el veren, üstelik de “içerden” işaretler olarak değerlendirilebilir. Bu topraklarda hep devletin bir toplumu oldu. Hatta devletin toplumu “sahiplenmesi” bazen o düzeylere vardı ki toplum adeta devlette “eridi”. Öyle ki bunun neredeyse “toplumsuz bir devlet” olma noktasına vardığı dahi ileri sürülebilir. Kars’taki SERKA örneği, Türkiye’deki “devlet-toplum sarkacı”nın şimdilerde “devletin toplumu” olmaktan “toplumun devleti” olmaya doğru bir salınıma geçtiği yolunda ümitlenmeyi bir parça da olsa teşvik ediyor.