Nihat Hatipoğlu hocamızın performansı üzerine düşüncelerim gelgitli bir seyir arz eder. Kendisi bir yönüyle dinin “modern” ve “seküler” yüzünü temsil etmektedir. Hakkında bir “seküler-İslam figürü” diye yazmışlığım var. Bu vesileyle tanışmışlığımız, selâmlaşmışlığımız, sohbet etmişliğimiz de var.
Hatipoğlu, o çok alışıldık olduğumuz katı, talepkâr ve buyurgan tavır içinde gelenekçiliğini güncellik-dışılıkla (“anti-modernizm” de denilebilir) harmanlayarak insanı dine çekmekten ziyade dinden kaçırabilecek “kapasite”deki ulema tipinden farklı bir hoca. Güleç, sevimli, sıcak, yumuşak ve her daim neşeli o…
Bu çerçevede dini takdim ediş tarzı, tam da televizyonun aslî isterleriyle uyarlı: Gayet eğlenceli, daha doğrusu hoşça vakit geçirtici bir üslubu var Nihat Hoca’nın… Elbette bu, hiçbir zaman sulu-sepken noktalara varmayan bir “eğlendirme” (entertainment) performansı.
Ayrıca kutuplaştırmalara uzak, “melezleşme”lere açık bir stratejiyi öne çıkardığı söylenebilir Hatipoğlu’nun… Mesela yıllar önce ekranda yine ramazan programında bir soruya cevaben şöyle demişliği var: “Bir bayanın başını açması onu dinden çıkarmaz. (…) Karışmayalım! Örtünen-örtünmeyen, biz bunları ayırmayız. Burada bakın birçok kardeşimiz açık. Hepsi başımızın tacı…”
Dolayısıyla, "dini-bilgi iktidarı" temelinde insanlar karşısında üst perdeden hitabet tarzına sahip, herkese had bildiren ezici, otoriter, “huşunet” üzre ulema profilinden ayrışan; “rıfk” (yumuşaklık) ile yol alan; bu doğrultuda ekranın en çok ihtiyaç duyduğu “seküler psikoloji”ye de karşılık veren bir karakter Nihat Hatipoğlu.
Bu, elbette madalyonun bir yüzü.
Öteki yüzde, medyanın-içi ile mescidin-içi arasında, dinin öznesi olan “kutsal”la kurulan/kurulacak ilişki açısından söz konusu farkın yarattığı sonuçlar var. Ve bunlar hayli sorunlu olup eleştirel bir çözümleye gitmeyi hem hak hem de talep ediyorlar.
Dinin tabii ki “zahirî”, yani görünen, yüzeyde olan, “dışrak” bir yanı var. Ancak, özellikle “kutsal”la ilişki kurma bağlamında din, esas itibarıyla “bâtınî”dir (içrek ve derunî). Bu yüzden “Allah’la buluşma” alanı olan ve manevî-uhrevî duyarlılıklara kapı açan mescit, içe-dönüktür.
“Mâsivâ”, yani dünya ile buluşma alanı olan maddî-dünyevî ve nefsanî itkilere kapı açan ekran ise dışa-dönüktür.
Ekranda din ne mescitteki gibi deneyimlenebilir ne de orada “kutsal”, mescitteki gibi duyumsanabilir.
Ekranda din, diğer her şey gibi seyre, gösteriye, şova dönüktür.
Ekranda din, kültür endüstrisinin bir alt-kolu olan “inanç-endüstrisi” çerçevesinde alınır-satılır bir “meta”ya dönüşür.
Ve ekranda din, mabedin tevazuuna değil, medyanın taşkınlığına yatkınlaştırır inananları... Bu da kulluk şuurunu değil meşhurluk arzusunu kamçılayan bir dinamiktir.
O yüzden yıllardır Sultanahmet Camii’nin yanı başından yayınını izlediğimiz “Nihat Hatipoğlu ile İftar” adlı televizyon programında karşımızda, neresinden bakılırsa bakılsın, ibadetten ziyade ticarete endeksli bir etkinlik vardır.
Yine o yüzden yukarıda Hatipoğlu’yu karakterize etmek üzere sıraladığımız; güleçlik, sevimlilik, sıcaklık, yumuşaklık ve neşelilik gibi hususiyetlerin arasına elbette şu da eklenmelidir: Zenginlik…
Hiç kuşkusuz bir televizyon programı, “profesyonel meşgale”dir. Ve bir programa yönelen seyirci ilgisi (reyting) ister dizi, ister yarışma, ister futbol, ister magazin, ister güldürü ve isterse din dolayımıyla olsun, yabana atılmaz bir maddi kaynak üretir.
Nihat Hatipoğlu da yıllardır yaptığı programların onun "dünyalığı"na kattığı payı sanırız inkârdan gelmeyecektir.
İşte böyle eğrisiyle doğrusuyla karşımızda olan Hatipoğlu Hoca, geçtiğimiz günlerde iftar programında hepimizin seyrine mazhar şekilde, 13 yaşında Arthur adlı bir Ermeni çocuğunu canlı yayında Müslüman yaptı. Ona Kelime-i Şehâdet getirterek alkışlar arasında bir ihtida (din-değiştirme) seremonisi gerçekleştirdi.
Üstüne üstlük, tabii Arthur’un talebiyle, ona kendi adını da verdi; öğrendik ayrıca, “Nihat”, Farsça “iyi huylu” demekmiş!..
Anladığım kadarıyla buna benzer ihtida “gösterileri” daha önce de olmuş; ben ilk kez tesadüf ediyorum. Ama yıllardır Hatipoğlu’nun bu program formatı içerisinde, program kutsala yakınlaşma adına gerçekleştirilse de özde ve belki farkında olunmaksızın ondan uzaklaşmaya yol açan görüntülere değindim; Kuran okunurken cep telefonu kulağında ekrana el sallamalar gibi… Ezan okunurken selfi çektirmeler gibi…
Yine de bunlardan mümkün mertebe Nihat Hoca’yı mesul tutmamaya gayret ettim; nihayetinde onun niyeti ile meydandakilerin niyeti aynı olmayabilir telkininde bulundum hep kendime…
Şimdiki görüntü karşısında böyle yapamıyorum!..
Sayın Nihat Hocam, Arthur’u “Nihat”ladığınız bu televizüel gösteriye nasıl bu kadar “rahat” geçit veriyorsunuz?!
İman, “göstermelik” midir?..
Yıllardır bu “iş”in içindesiniz. Eminim pek çok eleştiriyle de "inanç tacirliği” ve benzeri nahoş değerlendirmelerle de karşı karşıya kalıyorsunuzdur.
Sizin deneyim ve olgunluğunuzda birinden beklenen, böylesi bir ihtida talebi, üstelik 13 yaşında bir çocuktan geliyorsa, özellikle psiko-pedagojik bir duyarlılıkla onu daha mütevazı şekilde ve ekranda gözler önünde değil de mescidin huzurlu sükunetinde İslam dairesine sokmak olmaz mıydı?..
Diyorsunuz ki “Müslüman olmak için babaya-anneye sormaya gerek yok, ama biz yine de küçük olduğu için Arthur’un isteğini onun annesiyle konuştuk, onayını aldık, onun bilgisi dâhilinde Arthur’u Müslüman edeceğiz”.
Hocam, anneyle konuşmaktan ziyade keşke pedagoglarla, çocuk psikologlarıyla, ergen psikolojisi uzmanlarıyla konuşsaydınız!..
Siz Arthur’u Müslüman değil “meşhur” ettiniz Hocam…
Bu çocuk Allah’a değil, ekrana kul olur Hocam…
Bu çocuk, Muhammed’e değil medyaya aşkla bağlanır Hocam…
Bu çocuk, dinini camilerde-mescitlerde değil, televizyon stüdyolarında sosyal medya platformlarında yaşamak ister Hocam…
Ve yakında daha nice Arthur’lar (sahicisiyle-düzmecesiyle) kapınızı aşındırıp birer “ihtida-şov” da kendileri için tertip etmenizi isterler Hocam…
Ve Hocam, bir de bakmışsınız tıpkı “BBG Evi”, yani "Biri Bizi Gözetliyor” benzeri bir program formatında bir araya getirir realite-şov simsarları bu çocukları ve “Mühtediler İslam’ı Öğreniyor” gibisinden bir başlıkla oturtuverirler hepimizi ekranın karşısına!..
Olmaz demeyin Hocam, neler gördük; olmaz olmaz bu “Meşhuriyet Çağı”nda…
Ama sizin yaptığınız olmadı Hocam…
Bir daha yapmayın Hocam!..