“PKK’nın Nakşî Açılımı” başlıklı geçen haftaki yazımızın mürekkebi kurumadan Nakşibendîliğin adı, seçim sathı mailinde olduğumuz şu günlerde siyaset yelpazesinin tâ öteki ucuyla bağlantılı bir başka haberle düştü basına… İstanbul’daki meşhur İskenderpaşa Nakşî çevresinin şeyhi Nureddin Coşan, müritlerine seçimlerde MHP’yi desteklemeleri konusunda “online” tebliğde bulundu. Ve dün de Nurcuların “Yeni Asya” kolunun seçimde DP’yi destekleyeceklerine dair açıklaması geldi. Heyhat Dünya, sen nelere kâdirsin! Bu işler Kemalist “Birinci Cumhuriyet”te kapalı kapılar ardında, gözlerden ırak, gizli-saklı konuşmalarla olur, kamuoyuna da hayli dolaylı şekilde yansırdı. Post-Kemalist “İkinci Cumhuriyet” Türkiye’sinde alenen, kamuoyunun gözleri önünde, basına açık bildirilerle oluyor artık bu işler… Gelinen nokta, tarikat ve cemaatlerin fiilen sivil toplum kuruluşu statüsü kazandıklarını düşündürmekte… Dinin, dinselliğin, dinsel motivasyona dayalı sosyo-politik eylemliliğin nasıl olağanlaşıp alışıldık hale geldiğinin farkında mısınız? Bundan 10 yıl önce bir seçim atmosferinde böyle gelişmelerin bu kadar rahat, sere serpe olacağını tasavvur edebilir miydiniz? Tasavvur etseniz de öyle bir ortamda “Şeriat geliyor”, “Laiklik elden gidiyor” seslerinin yükseleceğini düşünmez miydiniz?!. “Kemalist Türkiye”de özel alanda marjinalleştirilmiş din, “Post-Kemalist Türkiye”de kamusal alanın merkezî bir bileşeni haline geldi. Bu iyi mi oldu kötü mü, onun üzerine şimdilik bir değerlendirme yapmıyorum; sadece olguya işaret ediyorum ve yorumu/yorumları size bırakıyorum. Bu aşamada benim söz konusu olgu üzerinden işaret etmek istediğim başka bir husus var. İktisadî liberalizmin dinsel muhafazakârlık eşliğinde hayata geçtiği Türkiye’de ortamı hanidir totalize etmiş bir “ittifak” karşısında bazı stratejik girişimler ivme kazanmakta gibi görünüyor. Bunların birinden geçen hafta Murat Karayılan’ın Süleymaniye Nakşîliğinin Kürtlükle irtibatını vurgulayan sözlerinden hareketle bahsettik. O yazıda ben, Karayılan’ın, Kürt coğrafyasında Gülen Hareketi inisiyatifiyle ve AKP rezonanslı sürdürülen mobilizasyon karşısında muhtemel bir mevzi kaybını önlemek üzere Süleymaniye Nakşî şeyhi ile “stratejik” bir diyaloga girdiğini öne sürmüştüm. Gelen bazı yorumlar, yazımın ana odağı dışında kaldığı için ihmal edilmiş noktaları hatırlatarak beni yanlışlamaya çalıştı. Oysaki PKK’nın modern bir ulusçu isyan hareketi olup ağalık-şeyhlik, aşiret-tarikat gibi geleneksel (“premodern”) kurumların zayıflaması, etkisizleşmesi yolunda etki yaptığını daha önce başka yazılarımda ben de üstüne basa basa belirtmiştim. Ama İslâm, Kürt coğrafyasında sosyolojik ve sosyo-politik anlamda tamamen sıfırlanabilecek bir noktaya gelmiş de değil. Hizbullah bunun en önemli göstergesi. Keza, Gülen çevresinin etkinlikleri de ortada… Böyle olunca Murat Karayılan’ın coğrafyaya içsel ve özgün, üstelik yakın tarihte bir başka Kürt-ulusçu isyanın ateşleyicisi olmuş Nakşibendîliği yukarıda belirtilen dinsel mobilizasyon odaklarına karşı dalgakıran niyetine aktive etme girişiminde bulunması aslî politik stratejisiyle uyarsız değil. İstediği kadar daha önce Kürtleri “Zerdüştlemiş” olsun, şimdi durum neyi gerektiriyorsa onu yapıyor, o kadar… İskenderpaşa Cemaati adına gelen açıklama da bir başka “mevzi kaybı” endişesiyle irtibatlandırılabilir. Bu çevrenin büyük ve efsanevî şeyhi Mehmed Zahid Kotku’nun ölümünden sonra giderek inişe geçtiğini; Kotku’nun damadı, ilahiyat profesörü Esad Coşan’ın şeyhliğinden sonra da onun oğlu Nureddin Coşan’la birlikte tam mânâsıyla dibe vurduğunu bilmeyen yok. Kotku Erbakan’ı da, Özal(lar)ı da, Erdoğan’ı da ruhen ve zihnen biçimlemiş bir şeyhti. “Post”u ondan devralan damadı Esad Coşan, akranı Erbakan’dan kayınpederine gösterdiği muhabbeti ve intisabı görmedi. Hatta denilebilir ki Kotku’dan sonra onun manevî harcını oluşturduğu legal-parlamenter İslâmî hareket, yani Erbakan çizgisi, “Dergâh”tan bağımsızlaştı. Bu “çizgi”nin vârisi Erdoğan’ın AKP’si de, malûm, hem “muris”inden bağımsızlaştı hem de Dergâh’tan tam mânâsıyla koptu. O kendisine (tabii ihtiyatlı ölçülerde) yeni “merbutiyet” odağı olarak Gülen Hareketi’ni seçti. İskenderpaşa Çevresi ise bir takım mali suistimal söylentilerinin de eşliğinde iyice dejenerasyona uğrayıp sönümlendi. Böyle olmakla birlikte, Nureddin Coşan’ın seçime sayılı günler kala AKP’ye karşı MHP’den yana bir siyasi tercihi kamuoyuna açıklama şevkini yine de ciddiye almak gerekir. Bir ölçüde Karayılan örneğinde olduğu gibi, burada da AKP, artı, Gülen karşıtı bir stratejinin işlerlikte olduğunu düşünmek mümkün…Nihayet Nurculuğun “Yeni Asya” kolunun da Gülen’den ve hareketinden pek haz etmediği, onun bugün sahip olduğu toplumsal yaygınlık ve politik etkinlikten rahatsızlığı, bilinmeyen bir şey değil. Bu çevre de seçim sürecinde kendi siyasal tercihini açıktan belirterek sıkı bir AKP-Gülen karşıtı mesaj veriyor. Gerek Nurculuğun bu mütevazı kolunun, gerekse fiilen neredeyse namevcut İskerderpaşa Cemaati’nin bu deklarasyonlarının amacında ortak payda acaba şu mudur: AKP demek “İslâmî-muhafazakâr Türkiye” demek değildir. Olsa olsa “Gülen Türkiyesi” demektir. Ama Türkiye de ondan ibaret değildir… Bu mudur, ne dersiniz?..