1940’ta 15-16 yaşlarında Beykoz’daki köyünü içi titreye titreye geride bırakıp kapısından girdiği Arifiye Köy Enstitüsü’nden özgüven ve özsaygı...
Sen bana önce ana yadigârısın CHP!..
1940’ta 15-16 yaşlarında Beykoz’daki köyünü içi titreye titreye geride bırakıp kapısından girdiği Arifiye Köy Enstitüsü’nden özgüven ve özsaygı dolu bir öğretmene dönüşerek çıkan o kadın, ‘yeni bir hayat’ hayaliyle var edilmiş Cumhuriyet’e sevgi ve inancını hep seninle irtibatlandırdı.
‘İsmet Paşa’ döneminde başladı yani onun seninle bağı. O dönemlerde, liderinin öncülüğünde ortaya çıkan bazı dehşet verici uygulamaları (Dersim katliamı, Varlık Vergisi zulmü, vb.) sorgulamadı çok... Mikro düzeyde, kendi evreninde, Cumhuriyet’in kadına vaat ettiği ‘insan olma’ imkânından nasiplenmiş talihlilerdendi. Ömrü, kendisine sunulan bu imkâna vefa borcunu son nefesine kadar, sen ne yaparsan yap, ödemekle geçti.
Neler neler olmadı ki senin Türkiye’yle imtihanında bu süre içinde!..
‘Büyük Savaş’ sonrası ortaya çıkan yeni dünyada Türkiye’nin önünü çok partili demokratik sisteme açmada inisiyatif aldın. Liderliğin ne kadar gönüllüydü buna, tartışılır tabii... Ama ne olursa olsun, Cumhuriyet tarihinde sana hiç tek başına iktidar yüzü göstermeyecek bir tarihî karara imza atma olgunluğunu gösterdin. Hatta yeni iktidar sahiplerini de kendi bünyenden sen sundun Türkiye’ye...
Cumhuriyet’in 30 yıla yakın süren resmi/siyasal (bürokratik/militarist de denebilir) modernleşmesini sivil ve toplumsal bir modernleşmeye kansız-bıçaksız intikal ettirmede payını kimse inkâr edemez.
Sonra olmadı ama... Kendi içinden çıkan, evet belki zamanla hızlı toplumsal devinim içinde itidalini kaybettiği söylenebilecek, fakat her ne olursa olsun halkın seçtiği o insanları okkanın, daha doğrusu ‘postal’ın altına göndermede dahlin oldu. Belki açıktan değil, ama örtük şekilde yahut sessiz kalarak...
Evet, 27 Mayıs 1960’da çok sancılı seyreden toplumsal modernleşmeyi yeniden bürokratik zapturapta aldırdın. Böylece ‘askeri vesayet’in kurdelasını keserek açılışını yaptın.
Halkla arana soğukluk ve mesafe en çok o zaman girdi.
Neyse ki toparlanmasını bildin! 1960’ların dünyada yükselen özgürlükçü havasını Türkiye’nin toplumsal iklimine transfer etme yolunda harekete geçtin. Devletin ‘zinde mevzileri’nden halk katına inme yolunda çaba harcamaya başladın. O devletle özdeş ‘Paşa Lider’inin de hakkını yememeli! 1965’te ‘ortanın solu’nda olduğunu ilan etti senin...
Türkiye’de solun, sol anlayışın yaygınlaşıp kitleselleşmesinde istim senden geldi yani. O zaman da senin halka yönelimini, tıpkı şimdi olduğu gibi, rejimin güvenliğine tehlike sayan statükocu üyelerin kazan kaldırmıştı (sonra da ayrılıp ‘Cumhuriyetçi Güven Partisi’ni kurdular zaten). O zaman da kurultaylarından geçilmiyordu. O zaman da, üstelik şimdikinden de beter şekilde, tekme-tokat birbirine girmişti delegelerin...
Ama ‘halkçı’ ruhun da ‘devletçi’ cendereye sokulamayacak kadar güçlenmişti o ara. ‘Cin’, şişeden çıkmıştı bir kere ve ne yapılsa boştu. Bak, şimdi oğlu sana aynı ruhu yakalatmaya çalışan ‘müstesna’ bir üyen, o zaman nasıl da çatır çatır çıkmıştı şu hiç eksik olmayan devletçi/bürokratist kanadının karşısına:
“CHP ortanın solunda, fakirin fukaranın yanında yer alarak mutlu Türkiye’yi yaratacaktır” (Turan Güneş, CHP 18. Kurultayı’ndan, 1966).
Görüyorsun, bir bakıma 1960’lardan bu yana makûs talihin hiç değişmemiş. Devletçilikle halkçılık arasında, vesayetçilikle toplumculuk arasında hep gidip gelmiş, şaşkına dönmüş, sersemletilmişsin.
Ama ‘ümit’ de hiç eksilmemiş bağrından. Sadece (Cumhuriyetçi) ‘Güven’likçileri püskürtmekle kalmamış, devletle, bürokrasiyle, askerle özdeş liderine de “Paşam, buraya kadar!” demesini bilmişsin o dönemde.
Öyle değil mi, Türkiye’yi ‘AK’laştırma işini şimdi olduğu gibi İslâmcı-muhafazakârlığa bırakmayıp ‘Ak Günlere’ sloganıyla yükselen, halkçı, çağdaş, demokratik solcu bir genç lideri fışkırtmadın mı toprağından? 1970’li yıllara Ecevit CHP’siyle halkın umudu (‘Umudumuz Ecevit!’) olarak girmedin mi?!
Ben seninle o zaman tanıştım CHP!
1973 seçimlerinin birinci partisini var eden, hem Anadolu’nun kavruk toprağına çekici gelen, hem de dünyanın çağdaş-demokratik rüzgarını yelkenine dolduran bir liderin sol dinamizmiyle...
Siyaseten ilk ve son dayağımı da senin yüzünden yedim! 1977 seçimleri öncesinde Kızılay’da dağıtılan ‘Ecevit Geliyor!’ miting duyurusunu defterimin arasında bulan, okuduğum liseyi zapturapta almış ‘faşo’lardan...
Bir haftadır kayıp matematik defterimi ellerinde gördüm beni götürdükleri odada. “Senin mi bu defter” diye sordular önce. “Evet” deyince açtılar ortasını defterin, Ecevit’in resmiyle ve ‘Altı Ok’unla bezeli tek yapraklık duyuruyu gösterip “Bu ne lan?” diye sordular bu sefer...
Sonrasını ne sen sor, ne ben söyleyim!..
Elimi yüzümü yıkatıp uğurlarken de ‘ajitasyon’da bulunmayı ihmal etmediler tabii... Tamam, ben iyi niyetli saf bir çocuktum! CHP’yi, Ecevit’i desteklerken kötü niyetim olmayabilirdi. Ama işte tüm ‘komünistler’, ‘vatan hainleri’, ‘millet düşmanları’ da CHP’yi kendilerine kalkan yapıp mesken tutuyor, onun gölgesi altında memleketi zehirliyorlardı. Ecevit bunlara zemin hazırlıyordu. Kızdıkları buydu. Bunu hatırlatarak ‘dostça’ uyarmak istemişlerdi beni...
Bu olup biten beni sana daha da bağladı CHP.
Sonra tüm Türkiye’yle birlikte sen de darbe yedin. ‘27 Mayıs’ta desteklemiş olduğun ‘zinde yapı’, bu defa seni de ‘postal altı’ yapmakta tereddüd etmedi.
Demek ki senin adındaki ‘Cumhuriyet’in sahibi olduklarını iddia edenler yerine, yine adındaki ‘Halk’ı (‘Demos’) ve halkın iktidarını (‘Demokrasi’) önceleyince sen de sakıncalı ve lanetliydin.
Bu darbe çok sarstı seni. Bir süredir yerleşmiş halkçı geleneğini, daha doğrusu ‘genetiğini’ bozdu; seni geriye doğru mutasyona uğrattı. Başa döndün...
Gençliğini halka vakfetmiş, ‘Halkçı Ecevit’in yaşlandıkça, yıprandıkça, yoruldukça inkâr eder oldu aslını. Devlete tutsak düştü.
Artık senin başında olmak isteyenler, “Kraldan çok kralcı, en çok kim olacak” yarışında ve kavgasındaydılar. Bu süreçte bir ‘Bay’, çöreklenip ‘kal’akaldı başında...
Ne berbat bir kalakalıştı bu bir bilsen! Kopardı seni Turan Güneş’in işaret ettiği fakir-fukaradan...
Bir din antipatisi, İslâm paranoyası altında tatlı su laiklerinin sırça köşküne taşıdı seni... Kürtlere empati duygunu köreltip ‘ulusçuluk’ kisvesiyle faşizan mahfillerle sarmaladı seni... Ama en önemlisi, kurucularının (Atatürk ve İnönü), kendileri de içinden çıktığı halde, yapabildikleri ölçüde sivilleşip aralarına mesafe koydukları ‘Ciheti Askeriye’ ile dehşetengiz bir bütünleşmeye taşıdı seni...
Artık sadece devletçi, bürokratist, elitist değil, ‘militarist’tin de...
O yüzden ‘27 Mayıs’ta ‘Paşa Lider’inin örtük-sessiz desteğinden de ötede, aktif bir hukukun oldu darbeci militer unsurlarla... ‘27 Mayıs’ın bir ‘postmodern’ versiyonu olan ‘28 Şubat’ta da, sonrasında ‘27 Nisan’a giden süreçte de ‘askeri vesayet’in sivil alandaki yanlısı, savunucusu, sözcüsü de olmaktan öte, ‘organik uzantısı’ oldun!..
Üniversite kapılarında tesettürlü kızlarla uğraşanlar, onları ‘ruhsal gaz odaları’na sokanlar artık bağrındaydı.
Bir ümitsiz vakaydın anlayacağın...
Fakat dedik ya, ‘ümit’ hiçbir zaman tümden eksilmedi bağrından! Onca badireden sonra üzerine çökmüş kasvet, bir kaset marifetiyle dağılmaya yüz tuttu.
Yine de ‘iki ileri-bir geri’ biçimindeydi bu kesif kasvet havasından çıkışın... Bu gelgitler, Türkiye’nin en kritik günlerinde seni bir ‘ışık’ olmaktan uzak tuttu.
Temiz ama tecrübesiz, güvenilir ama güvensiz, kaliteli ama karizmasız bir yeni liderin vardı. Hâlâ da var. Giderek karizma açığını da kapatan, yer yer ‘Genç Ecevit’i, onun 1970’lerdeki CHP’sini yankılayan bir lider... Gel gör ki o ‘yankı’yı bastırmak ve seni epeydir içten içe çürümeye sokan bürokratist-statükocu dar boğazda tutmak isteyenleri bir türlü tam olarak silkeliyemiyordun üstünden...
Şükür, şu son iki gündür canhıraş bir silkinişle nihayet sana musallat olmuş, dünyadan ve Türkiye’den kopmuş, memleketin haliyle değil ‘meleklerin cinsiyeti’yle uğraşan ‘toplumsal zürriyet’siz zümreyi püskürttün bünyenden!..
Şu feleğin işine bak! Bir ‘28 Şubat’ta (1997) başlayan devletçi-ulusalcı içe kapanışın, bugün bir başka ‘28 Şubat’tan (2012) itibaren demokratik-toplumcu bir açılımla telafi ediliyor. Öyle ki tüzüğünde ‘ülke güvenliği’, ‘bütünlüğü’, ‘ulusal birlik’ vurgusunu öne çıkartmaktan vaz geçmişsin. İnsan haklarını, hukuku, çağdaş, katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi önceleyecekmişsin bundan sonra...
Aramıza tekrar hoş geldin CHP! İnsanına hoş geldin; toplumuna hoş geldin; halkına, halklarına hoş geldin!
Dünyaya hoş geldin!..