Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın, İstanbul'da Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda deyim yerindeyse katledilmesiyle ilgili adli yargılama süreci kapanacak gibi gözükmüyor.
Büyüteç'te geçtiğimiz yazılarda bu konuya sıkça yer vermiştim. Türkiye'de devam eden yargılamada yaşananlar, dava dosyasının Riyad'a devri ve dosyanın İstanbul'daki yerel mahkemede düşürülmesi sürecini ayrıntılarıyla kamuoyu taşıdım.
Her ne kadar sürecin son aşamasında dava dosyası İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce düşürülmüş olsa da peşi sıra yaşanacak gelişmeler, sis perdesinin aralanmasını sağlayacak.
Sözü çok uzatmadan konuya gireyim.
Büyüteç'te bugün, yine Cemal Kaşıkçı'nın katil zanlılarının yargılanması süreci hakkında yeni bilgileri paylaşacağım.
Hatırlanacağı gibi; İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam eden yargılamanın Suudi Arabistan'a devri kararının hemen ardından Suudi gazetecinin Türkiye'de yaşayan nişanlısı Hatice Cengiz, kararı "iptal talebiyle" İdare Mahkemesi'ne taşıdı.
Avukat Gökmen Başpınar, Bölge İdare Mahkemesi'nin talebe ret görüşü vermesi sonrasında bu kez İstinaf'a başvurdu.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi Başkanlığı, davacı Cengiz'in isteğini görüşmek amacıyla davalı taraf olan Adalet Bakanlığı'ndan görüş aldı.
Bu amaçla Adalet Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, geçen perşembe beş sayfadan oluşan resmi görüşü mahkemeye gönderdi.
Bakanlık görüşünde dava dosyasının süreciyle ilgili ilginç bilgilere yer verilmesi dikkati çekti.
Mahkemenin değerlendirmeye aldığı görüşte; henüz olayın hazırlık soruşturması aşamasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca talep edilen hiçbir bilgi ve verinin Türkiye'ye gönderilmediği açıklandı.
Yazıda şöyle denildi:
"Ülkemizden gönderilen adli yardımlaşma taleplerine cevaben gönderilen Suudi makamlarının 01/11/2019 tarihli yazısında ise; Suudi mercilerce devam eden soruşturmanın güvence altında kalmasını sağlamak adına İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın adli yardımlaşma taleplerinin soruşturma süreci tamamlanmadan ortaya çıkarılmasının soruşturma, adli işlem ve prosedürlerle bağdaşmadığı ve sürecin yürütülmesine zarar vereceği gerekçesiyle Suudi Arabistan'da görülen ve Türk makamları tarafından da takip edilen dava kapsamındaki istemlerimiz yerine getirilmemiştir.
Yazıda, Suudi Arabistan vatandaşlarının Türkiye'ye teslim edilmeyecekleri de vurgulanmıştır."
Suudi Arabistan'ın Türkiye'de devam eden soruşturmaya hiçbir yardımda bulunmadığını açıklayan görüş devam ediyor:
"Suudi Arabistan adli makamları, ülkemizden iletilen adli yardımlaşma ve iade taleplerinin hiçbirini yerine getirmemiş, delillerin yalnızca kendi ülkelerinde görülen davada oryaya konulacağını ve vatandaşlarını Türkiye'ye iade etmeyeceklerini açıkça belirtmiştir.
Dolayısıyla, sanıkların ülkemize iade edilmemesi ve adli yardımlaşma taleplerine olumsuz yanıt verilmesi nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde yargılamanın sonuçlandırılması mümkün olmamıştır."
Yazıdan anlaşılacağı üzere; Adalet Bakanlığı, dosyanın neden Suudi Arabistan'a devredildiği gerekçesini mahkemeye açıklamaya çalışırken, aynı zamanda dosyanın şüpheliler tarafında yer alan Suudi Arabistan'ın İstanbul'daki yargılamaya hiçbir şekilde yardımcı veya destek olmadığını itiraf etti.
Bakanlık yazısındaki görüşler bu bilgilerle sınırlı değil elbette.
Devamı var.
Bakanlık, dava dosyasının Suudi Arabistan'a devredilmesinde topu yerel mahkemeye atmayı tercih etti.
Dosyanın devrinin bakanlıkça 6706 sayılı yasanın 24. maddesi kapsamında ele alındığı belirtilirken, devire uygunluk görüşünün, mahkeme için "bağlayıcı niteliği haiz değildir" değerlendirmesi dikkat çekti.
Yazıda şu görüş anlatıldı:
"(…) Zira, anılan kanun hükmünden ve gerekçesinden de anlaşılacağı üzere; yaptığı bir yargılamayı, kanunda aranan şartlar çerçevesinde yabancı devlete devretmek isteyen mahkemenin, devir talebinde bulunulmadan önce; bunun hukuken mümkün olup olmadığını, gerek ikili gerekse çok taraflı sözleşmelere göre devir imkanının bulunup bulunmadığını, ayrıca daha önce bu konuda yapılan talepler de göz önüne alınarak ilgili devletin bu konudaki tavrının nasıl olduğunu Merkezi Makam görevini ifa eden Adalet Bakanlığı'ndan görüş almak suretiyle araştırması gerekmektedir.
Bakanlığımızca mahkemeye iletilen görüş yazısı da, çerçevesinde söz konusu devrin, anılan kanun ve uluslararası hukuk açısından mümkün olduğunu belirtmekten ibaret olup, mahkemeyi bağlayıcı herhangi bir yönü bulunmamaktadır.
Zaten Bakanlığın uygun görüşüne rağmen mahkemece kovuşturmanın devrine karar verilmemesi halinde, Bakanlığımızca yapılabilecek veya başvurulabilecek bir yol bulunmamaktadır. Mahkemenin görüş yazısı üzerine vereceği her türlü kararlar yargısal nitelikte olup, CMK'da gösterilen kanun yollarına tabidir. (…) "
Büyüteç'te bu konudaki yazılarda Türkiye ile Suudi Arabistan arasında adli yardımlaşma konusunda herhangi bir anlaşma olmadığını aktarmıştım.
Zaten Suudi Arabistan'dan Türkiye'ye gönderilen resmi yazıda da devrin "uluslararası nezaketlilik ilkesi" doğrultusunda yapıldığı vurgulanmıştı.
Bakanlığı, Ankara Bölge İdare Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda Türkiye ile Suudi Arabistan arasında herhangi bir ikili anlaşma bulunmadığı kaydedildi.
Buna karşın yazıda; "bakanlığın görüş yazısında anlaşma olmayan durumlarda dahi mütekabiliyet ilkesine göre esasına göre kovuşturmanın devredildiği belirtilmektedir. Bakanlığımızca uygun görüş bildirilmiş olması, bu konuda mütekabiliyet esasına göre işlem tesis edilebileceğini göstermektedir" denildi.
Bakanlık savunmasında ilginç bir değerlendirme daha var.
Bir üst bölümde iki ülke arasında herhangi bir adli yardımlaşma sözleşmesi olduğu bakanlık tarafından açık biçimde mahkemeye bildiriliyor.
Fakat tuhaf bir yorum daha var aynı yazıda.
Okuyalım.
"Kovuşturmanın devri kararı, uluslararası hukuka ve taraf olunan sözleşmelere uygun şekilde alınmıştır. Öte yandan, Suudi Arabistan, Ceza Kovuşturmalarının Aktarılmasına Dair Avrupa Sözleşmesine taraf olmadığından, bu sözleşme hükümleri somut olay bakımından uygulama alanı bulamayacaktır. Bu sebeple anılan sözleşmedeki kural ve şartların mevcut olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır."
Yani değerlendirmeden anladığımız özetle; "biz iki ülke, aramızda hiçbir anlaşma olmamasına rağmen kendi aramızda anlaştık, dosyayı muhatabına devrettik" görüşüdür.
Tolga Şardan kimdir? Tolga Şardan, 1988’de yerel yayımlanan Ankara Ulus Gazetesi’nde mesleğe başladı. 1989’dan 2018’e kadar Milliyet Gazetesi’nde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992’den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi’nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği’nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü’nün sahibi oldu. Şardan, 2019’da Doğan Kitap’tan yayımlanan “Komonist Masası’nda Nazım Hikmet” adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019’dan bu yana T24’te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |