Ormanlarımız, gözlerimizin önünde alev alev yanıyor bir haftadır. Binlerce hektar yıllanmış orman alanları saatler içinde kül yığınına dönüşüverdi.
Yitirdiğimiz canlı varlıklarımız var. İnsanlarımız ve hayvanlarımız var. İnsanımıza, hayvanımıza nefes olan bitki örtümüz var. Yitirdik onları, alevlerin arasında.
Güney ve Güney Batı Anadolu’da yoğunlaşan orman yangınlarının yanı sıra irili ufaklı farklı bölgelerde de orman yangınları var.
Resmi açıklamaya göre, son bir haftada 35 kentte 126 orman yangını vakası yaşandı. Bunlardan 32 kentteki 119’u kontrol altına alındı ama Antalya, Muğla ve Tunceli’nin Hozat ilçesindeki yedi ayrı noktadaki yangınlar devam ediyor.
Antalya ve Muğla’daki orman yangınları, şimdiye kadar görülmemiş boyutlara ulaştı maalesef.
Antalya’nın Manavgat ve Gündoğmuş ilçelerinde 24, Muğla’nın Marmaris, Seydikemer, Köyceğiz ve Milas ilçelerinde 10 ayrı orman yangını çıktı.
Adana’da 20, Mersin’de 8, İzmir ve Kahramanmaraş’ta 7’şer, Manisa’da 6, orman yangını yaşandı.
Büyüteç’i yazdığım dün öğle saatlerinde Antalya ve Muğla’daki orman yangınları ne yazık ki daha sona ermemişti.
Görevliler canla başla müdahale etmeye devam ediyordu.
Orman yangınları, kimi çevrelere göre – ki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da bu görüşte – iklim değişmesinin doğal sonucu. Bu aylarda dünyanın farklı coğrafyalarında da benzer yangınlar yaşandığına dikkat çekiliyor.
Bu görüşe katılmayanların ortak değerlendirmesi ise, arka arkaya yaşanan ve kontrol edilemez boyuttaki yangınların sebebi PKK’nın eylemleri.
Geçmişte PKK’nın ülke coğrafyasında orman yangınlarını çıkarması, şüpheleri yine aynı istikamete yöneltiyor kaçınılmaz olarak.
Yine güvenlik merkezli resmi açıklamalara baktığımızda, yangınların çıkış sebeplerinde PKK’yı işaret eden net bilgi bulunmuyor. Bu yönde bulgular yok. Belki de var ama henüz kamuoyuyla paylaşılmadı! Bilemiyoruz şimdilik.
Ancak; yangın bölgelerinden gelen haberlere bakıldığında, yerel halkın orman yangınlarını başlattığı iddiasıyla bazı kişileri yakalayıp güvenlik kuvvetlerine teslim ettiği bilgileri var. Özellikle çalıntı motosikletler kullanılarak yayılan benzinin tutuşturulmasıyla yangın başlatıldığı iddiaları mevcut.
Türkiye’de yaklaşık 12.5 milyon hektar ormanlık alanın yangına hassas olduğunu hatırlatayım.
* * *
Orman yangınlarından birkaç gün önce ülke başka bir gündemle uğraşıyordu hatırlarsanız.
Binlerce Afgan sığınmacıların düzensiz göç biçimiyle sınırlardan Türkiye’ye girişleri, ülke toplumunun değişik kesimlerinde tepkilere neden oldu. Öyle ki AKP tabanından kimi gruplar da tepki gösterdi.
Hatta Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile düzensiz göç konusunda ittifak ortağından – özellikle ittifakın çatırdaması pahasına siyaseten destek verdiği İçişleri Bakanı Soylu’nun yaklaşımına karşı - farklı düşündüğünü sert sözlerle açıkladı:
“Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır. Küresel ve bölgesel güçlerin bu düzensiz göçteki parmak izlerini iyi araştırmak gerekmektedir.”
Bahçeli’nin bu sözleri, iktidarın ağzından düşürmediği “dış güçler”i hatırlatsa da, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla”dır aslında.
Göç konusu, bu topraklarda yıllardır süre gelen bir gerçek. Geride kalan dönemlerde bu kadar tepki çekmeyen bir konu olmasına karşın şimdilerde toplumca büyük tepki gösteri hale dönüşmesinin mutlaka bir izahı vardır.
Savaştan kaçan Afganlar’ın Türkiye’ye sığınma görüntülerinin kamuoyuna yansıdığı günlerde Rize ve Artvin başta olmak üzere sel felaketinde yaşananların yansımaları da gündemdeydi.
Dere yataklarına verilen imar ruhsatları nedeniyle artan beton yığınlarının yolunu değiştirmesini kabullenmeyen suyun gösterdiği ağır tepkiydi sel felaketleri.
Aklını kullanması gereken kulların yoğun yapılaşmasına karşın “Allah’tan gelen” olarak tanımlandı suyun dışa vurumu.
Malı bir yana bırakın, canlarımızı yitirdik yine.
Ardından, Allah’ın kullarına verdiği aklı kullanmak yerine çay dağıtımlarıyla yine aynı kulların sempatisinin kazanıldığı süreç oldu, Doğu Karadeniz’de yaşananlar.
* * *
Yaşananların bir de sosyolojik boyutu var elbette. Göz ardı edilememesi gereken.
Buraya kadar verdiğim örnekler, bu coğrafyada hemen her dönem yaşanan gerçeklerdendi şüphesiz.
Geçmiş yıllarda yaşanan benzer süreçler, toplumda bu kadar infiale neden olmuyordu. Toplum mu tepkisizdi? Yoksa şimdilerde toplumda yaşanan ayrışmanın getirdiği sonuç mu bu duruma etki eden?
İlk sorunun yanıtı hayır kanımca.
Bu topraklarda nefes alan hemen herkes, yaşanan kitlesel felaketlerde ya da olaylarda daha güçlü bir araya geliyor, tepki gösteriyordu.
Ya şimdi öyle mi?
Son üç olaya bakalım.
Doğu Karadeniz’deki sel felaketinde yerel halktan bir bölümü iktidara tepkilerini seslendirdi.
Gruplar halinde Türkiye’ye gelen Afganlar’a karşı ırkçı söylemlerde bulunuldu. Oysa Türkiye, son 50 yıldır yüz binlerce göçmen ve sığınmacıya ev sahipliği yaparken bu kadar tepki yükselmedi.
Bugün, ekonomi başta olmak üzere iktidarın politikalarındaki ayrımcılık, para kazanma güçlüğü, nefes almanın zorlaşması sonucunda oluşan yaşam biçimi göçmen ve sığınmacılara karşı ırkçı söylemlerin başlamasındaki en önemli parametre oldu.
Sınırlardan bu kadar kolay geçişlerin yapılabilmesi; diğer deyişle olanak sağlanması, düzensiz göçmen olarak girenlerin elimizde Suriyeliler örneği varken herhangi bir kayıt altına alınmaması, iktidarın yasa dışı biçimde gelenleri kendisine bağlı kitleler haline dönüştürmesi yani siyasi çıkar sağlama peşinde olması, toplumda büyük tepki çekiyor.
Gelelim orman yangınlarına.
İktidarın, Atatürk’ün kurduğu kurumlara karşı yönettiği “sonlandırma” stratejisiyle birlikte özellikle Türk Hava Kurumu’nda (THK) yaşananlar işin tuzu biberi oldu.
Gerçi geçmiş yıllarda da THK üzerinde şaibeler vardı. Ancak iktidar, bu şaibeleri ortadan kaldırmak ve kurumu ıslah etmek yerine yaptığı görevlendirmelerle kurum faaliyetlerinin sona erme noktasına taşıması toplumda tersi yaklaşıma sebep oldu.
Olay yerine giden iktidar temsilcilerin akıllara durgunluk verecek boyuttaki siyasi açıklamalarını bir kenara bırakalım. Orman yangınlarıyla başlayan tartışma THK üzerinde kilitlendi.
İklim şartlarının değişmesi elbette orman yangınlarının bir sebebi olabilir fakat ülkeyi yönetenlerin bu şartları düşünmemesi, yangına müdahale koşullarının gerisinde kalmasının yanında geçmişte yanan orman alanlarının iş insanlarına tahsis edilerek betonlaştırılması uygulamaları toplumda ciddi rahatsızlık kaynağı oluyor.
İktidar orman yangınlarıyla mücadeledeki stratejisinden dönerek AB’den destek istemek zorunda kaldı!
* * *
Son dönemlerde yaşanan sosyal olaylarda iktidarın yönetim zafiyeti göstermesi, yaşanacakları ön görmede zayıf kalması, yaşananlara karşı organize olamaması, plansızlıkların öne çıkması, süreçlerin yönetime karşı toplumsal tepki biçimine dönüşmesinin başlıca nedeni oldu.
Toplumun ayrıştırılması da bu olumsuzlukları tetikleyen diğer unsur oldu kuşkusuz.