Bu topraklarda milli veya dini bayram yazısı kaleme almak zordur.
Hele ki; sevgiyi ve mutluluğu paylaşmak, dostları hatırlamak, huzuru yaşamak anlamını taşıyan bayramların yaşandığı günlerdeki kimi olumsuzluklar, üzüntüler, bitmeyen çekişmeler, tadı yerinde bayram yaşamamıza engel olur hep.
Eskide kalan tatlı bayram telaşlarının yerini bir mutsuzluk, bir huzursuzluk, bir sevgisizlik almış durumda. Bu değerlendirmelerim elbette birer genelleme.
Yaşam döngüsü içinde bunalan bireylere ve çatışma içindeki topluma birkaç günlüğüne de olsa "nefes alma olanağı" yaratan bayramların, günümüzde eskisi kadar toplumsal birlikteliği, mutlulukların paylaşılmasını sağladığını söylemek hayli zor. Bu ortamı yaratan farklı parametreler var kuşkusuz.
İnsanlığa dünyayı dar eden Koronavirüs salgınının yarattığı keyifsiz ortamla birlikte hayata bakışın hangi tarafında olursa olsun ülke siyasetinde yaşanan ve adeta mutsuzluk saçan gelişmeler ile ekonomik güçlükler, her geçen gün ağırlaşan yaşam koşulları sosyolojik olarak eski bayramların yeni yaşam biçimlerinde yer bulmasını her geçen yıl zorlaştırıyor.
Artık en küçüğü 40’lı yaşlarını bitirme aşamasında olan ve daha üst yaş grubundaki, her yıl bir önceki bayramları özlemle yâd etme noktasına geliyor, bu coğrafyada.
Hâl böyle olunca; gerçek yaşam koşulları altındaki günümüz bayramlarında, "eski bayramları" aramak anıdan öteye geçip ulaşılamayacak hayale dönüşüyor. Ve, takdir edersiniz ki; bu koşullarda yeni yaşamda eski bayramların tadını verecek yazıları kaleme almak da güçleşiyor.
İşte bugün başlayan Kurban Bayramı da böyle bir ortamda yaşanıyor maalesef…
Bu satırların yazarı olarak dini bayramlarla ilgili yaşamdaki ilk hatırladıklarım henüz ilkokulu bitirmediğim yıllara kadar gider. 1970’li yılların ikinci yarısına rastlayan bu dönemdeki ilk dini bayram heyecanlarımı, babam ve amcamın Anafartalar Caddesi’ndeki tarihi Çocuk Esirgeme Kurumu binasında birlikte işlettiği şekerci dükkânında çalışmaya başlamakla yaşadım.
Milli bayramların ne anlama geldiğini ise, henüz daha ilkokula başlamadan ailedeki kutlamalardan anlamaya başlamıştım.
Rumeli göçmeni bir dede ve babadan kalma şekercilik mesleğini sürdürmeye çalışan iki kardeşe ait şekerci dükkânında, Ramazan ve Kurban Bayramları’nda yılda iki kez yaşanan ve paylaşılan heyecanlar, mutluluklar, sevgileri hatırlayınca geride kalan yılların güzel anıları, şimdilerde hüzün olarak geri dönüyor.
Geride kalan güzel bayram anılarını yaşarken hayatlarımızda bugün yaşamlarımızda önemli yeri olan sevimsiz ve ruhsuz dijital iletişim sistemleri yoktu. Uzaklar, telefon, telgraf ve kartpostallarla yakınlaşırdı. Şimdilerde otel niyetine kullandığımız büyük büyük siteler, kocaman rezidanslar, adında "şehir" kelimesi bulunan beton blok yığınları yoktu. Etnik ve dini kimliklerin dikkate alınmadığı, herkesin adeta komün hayatı yaşadığı küçük ölçekli apartmanlar, birbirlerini tanıyan komşular ve mahalleler vardı. Farklı yaşam kültürlerinin tek ortak paydası vardı: Bayramı bayram gibi yaşamak.
Her şeyden öte, nefes aldığımız bu ülke "sosyal devlet" olarak tanımlanıyordu. Emperyalizm ve kapitalizmin henüz bu kadar baskın olmadığı, emekçi sınıfını ezemediği bayram heyecanlarından, "buruk bayramlar"a tanık olduğumuz bugünlere geldik zorunlu olarak.
Bu yaşadıklarımızı günümüzün moda deyimiyle Z kuşağına anlatmamız ya da onların geride kalan mutlu bayramları anlamalarını beklemek mümkün değil. İtiraf etmek gerekir ki, bu durumun suçlusu onlar değil, geçmişi bugüne yansıtamayan bizleriz.
Yazılarını "kamuoyuna haber vermek" üzerine kuran gazeteciler, yılın 365 günü haber peşinde koşarlar. Elde ettikleri haberleri okurlarına ulaştırırlar. Büyüteç’i takip eden okurlar, yazılarımda tercihi haber ve bilgi vermekten yana kullandığımı bilirler.
Buna karşın, uzun zamandır yazı günü bir bayrama rast gelmemişti. Ancak, yazı günü bayramın ilk günüyle örtüşünce bu kez bir bayram yazısı kaleme almak istedim. Bayram yazısı bilgisayarın klavyesinden böyle çıktı.
Koronavirüs’ten uzak, sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir bayram geçirmenizi dilerim.