ANKARA 7. SULH CEZA HAKİMLİĞİ’nin 25.05.2022 Tarih ve 2022/7124 D. İş sayılı kararı uyarınca erişim engellenmiştir
Organize suç örgütü lideri, yurt dışından yayınladığı kayıtlardan altıncısında önemli bir ihbarda bulundu.
Kayıtların iki önemli muhatabından birisi olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "Cumhuriyet tarihinin en büyük uyuşturucu operasyonu" olarak kamuoyuna duyurduğu ancak daha sonra "kara para aklama soruşturması"na dönüşen Bataklık dosyasından adı geçen bir iş insanı var.
İstanbul'da ticari faaliyetlerde bulunan ve dosyanın zanlısı olarak gözaltına alınıp tutuklandıktan kısa süre sonra tahliye olan Nevzat Kaya, bu iş insanı.
Büyüteç'te Nevzat Kaya'nın adli soruşturması hakkında bir değerlendirme yapmayacağım. Zira, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianame yazımının son aşamaya geldiğini ve iki – üç hafta içinde tamamlanacağını söyleyebilirim bu arada.
Ancak, yayında Kaya hakkında başka bir iddiası daha vardı, organize suç örgütü liderinin.
Bu konudaki açıklamasında organize suç örgütü lideri, "Bataklık operasyonundan on gün öncesine kadar Nevzat Kaya'nın kendi bindiği arabada Süleyman Soylu'nun oğlu Engin Levent Soylu'ya ait 'tahsisli plaka' bulunduğunu ve bu tahsisli plaka ile Kaya'nın ayrıcalıklı hale geldiğini" öne sürdü.
Organize suç örgütü lideri, "ihtisaslı plaka" diyerek aslında tahsisli plaka uygulamasını anlatmak istiyor, sanırım.
Peki nedir bu tahsisli plaka uygulaması?
Bu uygulamada, tahsis yapılacak kişiye ait araç veya araçların plakaları emniyet ve karayollarının kullandığı veri tabanına kayıt ediliyor. Böylelikle araç ya da araçlar karayollarında her türlü muafiyet hakkını elde etmiş oluyor.
Bu kayıtlar, devletin resmi kurumlarından geldiği gibi kimi zaman İçişleri Bakanı'nın kişisel tasarrufuyla da veri tabanında yer alıyor.
Örneğin, İçişleri Bakanı'nın bilakis kendi ailesine ait araçların plakaları "güvenlik ve koruma önlemleri" gerekçe gösterilerek sisteme kayıt ediliyor. Bu kayıtta herhangi bir sayısal sınırlama yok. Bakan, istediği kadar sayıda plakayı sistemde tanıtma yetkisine sahip.
Bu plakalar "bakan korumasına tahsisi edilen araçlar" olarak sistemde gözüktüğü için aracın asıl sahibinin çok önemi kalmıyor, açıkçası.
Hâl böyle olunca da aslında hiçbir hakkı olmamasına karşın kimi insanlar imtiyazlı hale geliyor.
"Ahbap – çavuş" ilişkileri sonrasında bu imtiyazı elde etmek bu kadar kolay ne yazık ki bu ülkede!
Şimdi size bu konuda iki ilginç örnek vereceğim. Birisi İstanbul'dan diğeri Ankara'dan.
İlk sırayı İstanbul'a vereyim.
Kentin meşhur bir pastacısı vardır. Çeşitli semtlerde birden fazla şubesi olan pastacı beyimiz büyük büyük devlet adamları ile "yakın" arkadaştır. Valiler, kentin önemli yöneticileri ve tabii ki siyasiler pastacı beyin yakın dostları arasında yer alırlar hep.
Gün gelir bu pastacıya kalabalık kent trafiğinde rahat seyahat edebilmesi için bir muafiyet verilmesi gündeme gelir. Ancak muafiyetin verilmesi için resmi işlem gerekmektedir.
Kararın hayata geçirilmesi ve aynı zamanda mevzuata uydurulması için söz konusu pastacının hakkında güvenlik gerekçesiyle "özel koruma kararı" çıkartılır.
Yürürlüğe giren özel koruma kararıyla birlikte pastacı iş insanı, kazandığı muafiyet sayesinde 7 gün / 24 saat boyunca gerek kent içinde, gerekse kent dışında devletin koruması altında olup imtiyazlı hale gelmeyi başardı.
Sabahları hava aydınlanırken, görevlendirilen polislerce evinden alınan pastacı, önünde trafik polislerinin eskortu, ikinci sırada kendi makam aracı ve arkasında ise sivil koruma aracının yer aldığı üç araçlık konvoyla kendisine ait tüm pastane şubelerini dolaşıp makamına geçiyordu. Çakar lambalı ve ses cihazı donanımlı araçlarıyla…
AKP'nin iktidar olmasıyla "özel koruma" hakkına kavuşan pastacının bu imtiyazı yakın zamana kadar devam ediyordu.
Bilemiyorum, halen bu uygulama sürüyor mu? Ülkedeki örneklerine bakınca büyük olasılıkla devam ettiğini düşünüyorum.
Diğer örnek ise bence daha da ilginç.
Aslında bu örnek için yazının başlığına "pirzolacı" diyerek biraz ironi yapmaya çalıştım ama konu edeceğim kişi devletin önemli bir kurumunun mutfağına günlük et ihtiyacını sağlayan bir ticaret erbabı.
Yakın geçmişte, birkaç yıl önce Emniyet Genel Müdürlüğü'nde görevli bir üst düzey yönetici, mesai dışında ailesiyle birlikte Çukurambar'da gezerken gözü bir araca takılır.
Aracın plakası tanıdık gelir, zira bu yetkili trafik konularıyla ilgilenmektedir.
Takip eden günlerde, söz konusu üst düzey yetkili plakasını fark ettiği araca İçişleri Bakanlığı'nca "imtiyaz tanındığı"nı tespit eder. Yani aracın plakası İçişleri Bakanlığı'nın talimatıyla "muafiyet sahibi araçlar" listesinde bulunmaktadır.
Aracın sahibi hakkında yapılan araştırma sonrasında, devletten muafiyet kazanmış özel aracın İçişleri Bakanlığı mutfağına gün et temin eden kasaba ait olduğu anlaşılır!
Üstelik ticaret erbabının hakkında herhangi bir koruma kararı da yoktur. Yazının girişinde aktardığım "ahbap – çavuş" ilişkisi içinde kasabımız belirli muafiyet hakkı kazanmıştı!
Olayın ortaya çıkması, İçişleri Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü'nü karşı karşıya getirdi. Yönetimsel kriz yaşandı. Ama kamuoyu tarafından duyulmadı bu olay.
Şimdilerde olayın kahramanı ticaret erbabı, emniyet kulislerinde "muafiyet sahibi pirzolacı" olarak anılıyor.
Devletin en önemli kurumlarının başında gelen İçişleri Bakanlığı'nda ortaya çıkan bu olay, biraz ortalığı karıştırdı elbette ama üzeri hemen kapatıldı.
Bakanlık, plakanın sisteme "sehven" işletildiğini ileri sürdü. Yaşayan tanıkları olan ve yazışmaları halen Emniyet Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan olayın ortaya çıkmasıyla muafiyet kaldırıldı.
Ardından, bu işi organize eden bakanlık yöneticisi, Süleyman Soylu'nun bakanlık koltuğuna oturduktan sonra Ege Bölgesi'ndeki büyük bir ilçemizden Ankara'daki bakanlık karargâhına transfer ettiği bir kaymakam idi. Aynı zamanda Soylu ile Trabzon'dan hemşehriler.
Bu yönetici, aralarında bakanlık mutfağının da bulunduğu idari ilerden sorumluydu. Hatta bakanlık bürokrasisi içinde elinin çabukluğu ve sorunları pratik biçimde uzatmadan çözmesi nedeniyle "Jet" lakabıyla anılıyordu.
Bakan Soylu; bu personelini hem bu olaydan dolayı yıpranmasını ve zarar görmesini engelleme, hem de görevi boyunca başarılı çalışmaları karşılığında ödüllendirmek için kendisini "vali" yaptı. Şimdi halen küçük bir kentin valisi olarak görevine devam ediyor.
Peki olayı ortaya çıkaran Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki üst düzey yöneticiye ne oldu dersiniz?
Geçmişte benzerini sıkça yaşadığımız süreç işletildi. Ankara'daki görevinden alındı. Ankara'nın doğusunda büyükçe bir kente "terfi ettirilme" görüntüsü altında emniyet karargâhından gönderildi! Halen bu görevine devam ediyor.
Benzer olay yine hafta sonunda sosyal medyaya yansıdı. Yeni Malatya Spor'un futbolcusu Adem Büyük'ün eşi, içinde oğlunun da bulunduğu özel aracıyla İstanbul'da nasıl araç kullandığının görüntülerini sosyal medya hesabından paylaştı.
Oğlunun "anne polis miyiz?" sorusuna "evet polisiz" yanıtını veren sürücü hanımefendi, hem tehlikeli araç, hem de aracında olmaması gereken ses düzeni ve çakar lambaları kullanarak trafiği alt üst etti.
Büyük'ün eşi gelen tepkiler üzerine bir süre sonra paylaşımını kaldırdı.
Şimdi soralım:
Bu konuda İçişleri Bakanlığı'nın genelgesi olduğu bilinirken, Büyük'ün futbol oynadığı Malatya'nın ve aracın kullanıldığı İstanbul'un yetkilileri bu paylaşımla ilgili hangi resmi işlemi uyguladılar?
Mevzuata uygun olmayan şekilde araçta ses ve ışık donanımının bulunması ve kullanılması nasıl açıklanacak?
Büyük'ün özel aracında hangi gerekçeyle ses ve çakar lamba donanımı takılı?
Tanınan bir sporcu olması, Büyük'e yasadışı uygulamayı kullanmasına olanak tanır mı?
Devlet, elbette güvenlik riski olan yurttaşını korumak ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Devletin varlığının en önemli sebeplerinden birisidir bu yükümlülük.
Yurttaşın yaşına, cinsiyetine, konumuna bakılmaksızın risk analizleri sonucunda gerekli önlemleri almak görevidir devletin.
Ancak bu konuların istismar edilmesini önlemek de yine aynı devletin başka bir sorumluluğudur. Ahbap- çavuş mantığıyla işleri yürütmek Türkiye'ye yakışmıyor maalesef!