FETÖ'yle mücadele konusunda en önemli başlıklardan birisini hiç şüphesiz KHK ile ihraç edilenler oluşturuyor.
Hatırlayalım, özellikle FETÖ'nün Türk Silahlı Kuvvetleri'nde "yuvalanmış" kadroları üzerinden organize ettiği 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminden sonra örgütün devletten temizlenmesi amacıyla hükümet bir dizi adli ve idari soruşturma başlatmıştı.
Yanı sıra, 16 Temmuz 2016 sabahından itibaren devlet kurumlarında görev yapan ve FETÖ'yle bağı olan devlet memurlarının tasfiyesi amacıyla listeler hazırlanmıştı. Listeler çerçevesinde devlette geniş çaplı görevden almalar yaşanmıştı.
Mücadele süreci içinde hükümetin uygulamaya koyduğu "KHK ile ihraçlar"la da binlerce kamu personelinin devletteki görevine son verildi. KHK ile ihraç edilen kamu personelinden kimisi haklarında açılan adli soruşturmalarla yargılanırken, kimisi hakkında da herhangi bir adli ya da idari işlem yapılmadı.
KHK'yla ihraç uygulaması halen kamuoyunda en çok tartışılan konular arasında. Farklı kesimlerden değişik tepkiler seslendiriliyor. Tepkiler, genelde "KHK'larla sadece FETÖ'cüler değil, farklı dünya görüşündeki devlet görevlilerinin de tasfiye edildiği" değerlendirmesi üzerinde yoğunlaşıyor.
KHK'ların yürürlüğe girmesiyle birlikte başlayan tepkilerin tansiyonunu düşürmek ve yapılan hataların düzeltilmesi amacıyla dönemin hükümetince OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kuruldu. Kurul, KHK'larla ihraç edilen kamu personelinin yaptığı başvuruları inceleyip "olumlu" veya "olumsuz" nihai kararı veriyor.
Yazıya bu özetle giriş yapmamın amacı, hükümetin yürürlüğe koyduğu 701 sayılı KHK ile emniyet teşkilatından ihraç edilen bir polis memuresinin OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu'na yaptığı başvuru sonrasında yaşadığı süreç.
Bu haftaki Büyüteç'e konu olan polis memuresi S.Y., hakkında kısa bilgi vererek konuya giriş yapayım.
S.Y., 1995'de Samsun Polis Okulu'nu başarı ile bitirerek emniyet teşkilatına ilk adımını attı. İlk görev yeri Ankara Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şubesi'ydi.
Yaşamın bu dönemini S.Y.'den dinleyelim:
"Trabzon'un Şalpazarı ilçesindenim. Çiftçi baba ile annenin kızıyım. Ailemdeki beş abimin biri emekli çarşı ve mahalle bekçisi, ikisi emekli infaz koruma memuru, ikisi de emekli polis. Alevi bir ailenin kızıyım.
2002'de Erzurum'a şark görevine gittim. Bir yıl merkezde, bir yıl Uzundere'de görev yapıp 2004'te yeniden Ankara Emniyeti'ne Hukuk İşleri Şubesine' döndüm.
İki yıl burada çalıştım. 2006'da Ankara Valiliği'ne tayinim çıktı. Valilikte, toplam 8.5 yıl boyunca emniyetten sorumlu iki ayrı vali yardımcısının sekreterliğini yaptım.
17-25 Aralık sürecinde Ankara Valiliği'nde görevliydim. Yine emniyetten sorumlu üçüncü vali yardımcısıyla çalışırken, anlaşamadığımızdan dolayı yeniden Ankara Emniyeti'ndeki görevime döndüm, Karşıyaka Polis Merkezi'ne tayin edildim. Burada beş ay görev yaptım.
15 Temmuz'da Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün merkez yerleşkesindeki Basın, Protokol ve Halkla İlişkiler Şubesi'nde görevliydim.
15 Temmuz'dan kısa süre sonra tayinim İçişleri Bakanlığı'na çıktı. Bakanlık'ta bakan yardımcısı Sebahattin Öztürk'ün özel kaleminde görev yapmaya başladım."
Bu noktada biraz yakın geçmişe dönelim.
Hatırlanacağı üzere; 2017'de ortaya çıkan bir FETÖ üst yöneticisi, Emniyet Genel Müdürlüğü personeli hakkında elde ettiği bir veri bankasını MİT'e teslim etmişti. Bu FETÖ'cüye daha sonra "Garson" kod adı verilmiş ve gizli tanık statüsüne alınmıştı.
Garson'dan elde edilen veri tabanında emniyet teşkilatının neredeyse tümü hakkında FETÖ tarafından yapılan değerlendirmeleri içeren bilgiler bulunmuştu. Bu bilgilerde FETÖ'nün emniyet teşkilatının her kademesindeki personeli tek tek fişlediği, kendisine göre, "destekçi", "düşman" ve "ortada" şeklinde genel olarak üç ana başlıkta sınıflandırdığı ve bu sınıflandırmayı da harf gruplarıyla alt kategorilere ayırdığı ortaya çıkmıştı.
Söz konusu veri tabanının ele geçmesi sonrasında emniyet teşkilatında yapılan araştırmalarla ilk aşamada 26 Nisan 2017'de, 9 bin 103 personel FETÖ'yle bağlantılı olduğu gerekçesiyle işten el çektirilip açığa alındı. Haklarında hiçbir adli ve idari işlem yapılmadan yaklaşık 15 ay açıkta kalan 9 bin 103 kişiden nerdeyse tamamına yakını 8 Temmuz 2018'de yayımlanan 701 sayılı KHK ile birlikte emniyet teşkilatından ihraç edildi.
Bu arada, FETÖ'yle bağlantılı oldukları gerekçesiyle açığa alınan ve büyük bölümü 701 sayılı KHK ile ihraç edilen polisler, açıkta kaldıkları süre boyunca yasal hakları olan maaşlarının üçte ikisini almaya devam ettiler. Yani, devlet FETÖ'yle bağı olduğunu bildiği personeline maaş ödemeye devam etti. FETÖ'yle mücadelede "garip bir çelişkili" durum vardı!
Şimdi tekrar polis memuresi S.Y.'nin durumuna dönelim.
Emniyet teşkilatındaki kariyerinde polis memuresi olarak önemli yerlerde görev yapan S.Y.'nin hayatı kamuoyuna "Garson" ortaya çıkmasıyla farklı bir boyuta geçti.
S.Y.'den dinlemeye devam ediyoruz:
"Açığa alınma listesinin yayımlandığı gün, bir meslektaşımla birlikte listeye bakarken kendi adımı gördüm! FETÖ'yle uzaktan yakından bağı olmayan ben, açığa alınma listesindeydim. Tabii ki, şok yaşadım. İzinli günümde bu durumu öğrendim.
Hemen bakanlığa, görev yerime gittim. Bakan yardımcısı Sebahattin Öztürk'ün özel kalem müdürüne durumu anlattığımda kendisi de şaşırdı. 'Bu da nerden çıktı! Ben, seni elli yerden araştırdım' dedi. Ama sonuç böyleydi.
Ancak, 17-25 Aralık sürecinden sonra valilikte çalışırken 2014 başıydı bir gün beni telefonla arayan bir meslektaşım görüşmek istedi. Valiliğe davet ettim. Evde görüşmek istediler. Randevulaştık, iki polis eve geldiler. Bana, istihbaratçı olduklarını söylediler ve valilikte FETÖ'cü olup olmadığını sordular. Ben de onlara Alevi olduğumu belirtip FETÖ'cüleri tanımadığımı söyledim. Notlarını alıp gittiler."
Hakkında FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle açığa alınan polis memuresi S.Y., yaşadıklarından sonra OHAL Komisyonu'na başvurdu. Komisyon, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nden gelen bilgiler sonrasında verdiği kararla, S.Y.'nin dosyasına "red" görüşünü verdi.
Bundan sonra yaşanan gelişmeleri yine S.Y.'nin anlatımından dinleyelim:
"Ben, FETÖ'yle mücadelede belirlenen parametrelerin hiç birine uymuyordum. Ancak, komisyon bana 10 Eylül 2019'da verdiği yanıtta, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü'nden gelen bilgilere göre benim "FETÖ'nün mahrem yapılanması içinde olduğumu ve bu nedenle hakkımda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma yürütüldüğünü" açıkladı.
Karara göre, devletin önemli makamlarında çalışan ben FETÖ'nün mahrem imamıydım! Benim hakkımda örgüt arşivinde "Mahrem SAY", yani "FETÖ/PDY mensubu olup her şeyiyle teslim olan polis memuru" seviyesinde kodlandırılmış olduğumu öğrendim.
OHAL Komisyonu kararı üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na giderek, komisyon kararında yer alan ve benim de içinde bulunduğum savcılık soruşturmasını öğrenmek ve iddianameyi almak istedim.
Ancak, bana verilen dosya numarasıyla yürütülen adli soruşturma hakkında soruşturma savcılığınca "takipsizlik" kararı verilmişti. Ben yine de takipsizlik kararını edinmek için savcılığa dilekçe verdim. Soruşturma savcısı dilekçeme 'şüpheli kaydı bulunmadığından talep reddedilmiştir' yanıtını verdi.
Böylece, hakkımda "FETÖ şüphelisi" olarak yürütülen herhangi bir adli soruşturma olmadığını öğrendim! Oysa OHAL Komisyonu kararında benimle ilgili "FETÖ şüphelisi" konumuyla adli soruşturma yürütüldüğü ve bu nedenle benim göreve dönüş talebime uygunluk verilmediği belirtiliyordu! Şimdi üst mahkemeye dava açılması için başvuru yaptım."
Polis memuresi S.Y.'nin karşılaştığı tuhaf durum bununla da bitmiyordu.
S.Y., anlatmaya devam ediyor:
"Ben, Ankara Emniyet Müdürlüğü kadrosundayken 15 ay açıkta kaldım. Emniyet'te hiç görev yapmamıştım. Ancak, kendisiyle hiç çalışmadığım Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz, açıkta olmam nedeniyle göreve gitmediğim dönemde benim hakkımda performans değerlendirme notu olarak 5 üzerinden 1 verdi. Oysa ben Servet Bey döneminde çalışmadığım gibi, zaten açıktaydım. Haksız bir sicil notu verildi."
Polis memuresi S.Y.'nin karşılaştığı durum ve yaşadığı süreç, benzer örneklerinden sadece birisi.
Şu anda eldeki resmi kayıtlara göre, S.Y. hakkında devlet açısından açıklanması zor bir durum var.
S.Y.'nin durumuyla ilgili farklı yorumlar yapmak elbette mümkün. Ancak, benzer olayların yaşanması, hem olayın taraflarında, hem de FETÖ gelişmelerini yakından takip edenlerde soru işaretlerine neden oluyor.
Nihayetinde devlet yaptığı yanlıştan dönebilir. Bu devletin görevidir. Ancak, bu görevi yerine getirirken "FETÖ soruşturmaları sulandırılıyor" şeklindeki yorumlara da malzeme vermemelidir. Hak – hukuk – adalet zincirinden ayrılmamalıdır.