CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ülke genelinde uyuşturucuyla mücadele konusundaki videolu açıklaması İçişleri Bakanı Süleyman Soylu başta olmak üzere iktidarın kimyasını fena bozmuş görünüyor.
Gerek Soylu'nun, yaklaşımı gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın peş peşe gösterdiği tepkiler ve ithamlar, Kılıçdaroğlu'nun çıkışının hedefi on ikiden vurduğunun göstergesi oldu.
İslamiyet üzerinden siyaset yapan iktidarın, dinen haram kılınan uyuşturucu konusunda muhalefetin iddialarının merkezinde yer almasının, mütedeyyin Müslüman kitlelerde iktidarın tartışılmasına olanak verdiğini de unutmamak lazım.
Ana muhalefet partisi liderinin, özellikle metamfetamin kullanılmasına yoğunlaştırdığı açıklamalarına, İçişleri Bakanı net yanıt veremedi. Bakan Soylu, daha önce kamuoyuna yansımış CHP hakkındaki kimi sözlerini tekrarlamayı tercih etti. Bu arada Kılıçdaroğlu hakkında "ses kaydı" bulunduğu konusunu ısıtıp deyim yerindeyse aba altından sopa gösterdi.
Bir parantez açayım; Kılıçdaroğlu'nun metamfetamin çıkışına verdiği tepkilere bakılırsa Soylu'nun, Mersin'de polisevine yönelik terör eylemi hakkındaki yanlış açıklamaların halen etkisinde kaldığını söylemek mümkün.
Ardından İstanbul Fikirtepe'de bir apartman dairesinde yaşanan patlama olayının da Soylu'nun bilgilendirmesindeki gibi basit bir olay değil, terör bağlantısı bulunduğunun anlaşılması İçişleri Bakanı'nı hem siyasette hem de icrada zor durumda bıraktığında kuşku yok.
Parantezi kapatıp devam ediyorum.
Kılıçdaroğlu'nun uyuşturucuyla mücadele konusunda Erdoğan ve Soylu'ya yönelik doğrudan eleştirileri sürecinde İçişleri Bakanlığı'na bağlı üniformalı ve silahlı iki kamu güvenliği kurumu devreye girmesi dikkat çekici.
CHP liderinin açıklamasını bir kez daha izledim. Açıklamalarında ne Emniyet Genel Müdürlüğü'nü, ne de Jandarma Genel Komutanlığı'nı itham eden en küçük bir ima yok. Eleştirilerinin hedefi belli: Erdoğan ve Soylu.
Fakat her nasılsa – aslında nasıl olduğu aşikâr, Soylu'dan gelen talimatla – her iki kurum, aynı gece iki ayrı sosyal medya paylaşımıyla Soylu'ya yönelik eleştirilerdeki algıyı terse çevirmede görev aldı. Diğer bir deyişle "iki devlet kurumu" siyasetteki kapışmaya iktidar yanlısı olarak topa girdi. Böylece Emniyet ve Jandarma'yı yönetenler "siyasete dahil olarak" tarihe geçti.
Bu yaklaşım her iki kurum açısından ilk değil aslında.
Hatırlayalım, geçen yıl nisanda 103 emekli amiralin imzasını taşıyan "Montrö Sözleşmesi ve Atatürk devrimleri" konusundaki bildirinin kamuoyuna yansımasının ardından Emniyet ve Jandarma'nın yanı sıra yine İçişleri Bakanlığı'na bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı, aynı gece kurumsal sosyal medya hesaplarından yaptıkları birebir aynı paylaşımlarla emekli amiralleri "edepsizlik" yapmakla suçlamıştı.
Oysa söz konusu bildiriye imza attıkları gerekçesiyle "edepsizlikle" itham edilen amirallerden bazıları bir dönem Sahil Güvenlik Komutanı olarak görev yaptı.
Keza, aynı amiraller İçişleri Bakanlığı'na doğrudan bağlanmadan önce Jandarma Genel Komutanlığı personeliyle Türk Silahlı Kuvvetleri çatısı altında silah arkadaşıydı.
Ayrıca, aynı amiraller aktif görevdeyken yeri geldiğinde Emniyet teşkilatıyla da devlet mesaisindeydi.
Kaldı ki yargılama safhasında söz konusu amirallerden 91'i hakkında "beraat kararı" istendi. Yani hiçbir suçlarının olmadığı anlaşıldı.
Sonuçta, "devlet kurumu olma özelliği taşıyan" her iki teşkilat, son süreçte de Soylu ve iktidarın gösterdiği siyaset istikametinde yol almaktan geri durmadı. Böylelikle tarafsız kalıp ülkeye hizmet etmesi gereken kurumların başındaki yöneticilerin kişisel ikballeri çerçevesinde tarafsızlık ilkesini yitirdikleri ortada.
Şimdi bu kurumları yönetenler, günün birinde edepsiz olarak tanımladıkları ancak suçsuz oldukları mahkeme kararıyla tescillenen emekli amirallerle karşılaştıklarında yüzlerine nasıl bakacaklar?
Peki iktidarın kimyasını bozan Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarının kaynağı neydi?
Kılıçdaroğlu'nun, sosyal projeleriyle tanınan Hacer Foggo ile birlikte yaptığı açıklamanın kaynağının temeli Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki Narkotik Suçlarla Mücadele Dairesi'nce (NSMD) hazırlanan metamfetamin raporuydu.
Raporun içeriği, bu satırların yazarınca geçen eylülde farklı bir mecrada duyuruldu. Dahası geniş bir bölümü iki gün önce T24'te haber analiz olarak yayımlandı.
Raporda ülkeyi özellikle gençleri ve ailelerini ilgilendiren önemli bilgiler var. Tek cümleyle özetlemek gerekirse, kullananları kısa sürede ölüme götüren ve ilk olarak 2009'da İstanbul'da görülen metamfetamin adlı sentetik uyuşturucu maddenin günümüzde 81 kentte de görüldü.
Aynı birimin "2022 Türkiye Uyuşturucu Raporu" başlılığıyla hazırladığı diğer bir raporda ise, Türkiye'ye ulaşan sıvı met amfetaminin kaçak yollardan İran üzerinden getirildiği bilgisi mevcut.
Rapordaki şu tespite dikkatinizi çekiyorum:
"(...) Sıvı formdaki metamfetamin kaçakçılığının başlamasıyla birlikte başta İstanbul'da olmak üzere bazı illerimizde sıvı formu kristal metamfetamine dönüştürme yerleri tespit edilmiştir. Yasa dışı sevkiyatta olduğu gibi dönüştürme merkezlerinde de İran uyruklu şahısların öne çıktığı görülmüştür.(...)"
Buradan da anlıyoruz ki; artık Türkiye'deki metamfetamin piyasasında İranlıların sözü geçiyor!
Söz konusu raporda AB ülkelerinde metamfetamin imâli için kurulan laboratuvarların ortaya çıkarılması şöyle açıklandı:
"(...) 2020 yılında AB üye ülkeleri tarafından 215 metamfetamin laboratuvarı tespit edilmiştir. Belçika tarafından tespit edilen 5 laboratuvar ile Hollanda tarafından tespit edilen 32 laboratuvar orta ve büyük ölçekli olanlardır. Aynı yıl içinde Çekya tarafından ise 160 küçük ölçekli laboratuvar tespit edilmiştir. (...)"
İşin tuhaf yanı ise, raporda, Avrupa'da tespit edilen laboratuvarların sayısının ve Türkiye'de de benzer imalât tesislerinin tespit edildiğine yönelik bilgi bulunmasına karşın; ülkemizde kaç laboratuvar ortaya çıkarıldığı yönünde herhangi bir bilgi yok!
Hâl böyle olunca "tespit varsa neden operasyon yapılmamış?" veya "operasyonlar yapıldıysa neden sayısı açıklanmamış?" soruları akıllara geliyor doğal olarak.
Başka sorular da geliyor akıllara aslında. Fakat şimdilik seslendirmemekte fayda olduğu kanaatindeyim.
İktidar ile ana muhalefet partisi arasında polemiğe neden olan bu konuda bir bilgi daha aktarayım.
CHP Genel Başkanı'nın konuşması sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün açıklamasından hemen sonra ülke genelinde uyuşturucu suçlarıyla mücadele eden NSMD, oluşan siyasi atmosferde kamu kurumu konumunu bir kenara bırakıp özel bir paylaşımda bulunmaktan çekinmedi.
Yaptığı açıklama nedeniyle Kılıçdaroğlu'na "haklarını helâl" etmeyen NSMD, açıklamasında sayısal bilgiler aktardı.
Sadece bu yıl 198 bin 94 uyuşturucu operasyonu yapıldığına dikkati çeken NSMD, 252 bin 590 şüphelinin gözaltına alındığını, bu şüphelilerden 22 bin 136'sının tutuklandığını duyurdu.
Kılıçdaroğlu'nun, doğrudan Bakan Soylu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik söylemlerini üzerine alan NSMD'nin açıkladığı rakamsal veriler bana biraz ilginç geldi doğrusu.
Öncelikle eğer bu coğrafyada yılın 10 aylık bölümünde 200 bine yakın operasyon gerçekleştirildiyse ülke adına durum gerçekten vahim demektir. Zira günde ortalama 660 suç soruşturması yapıldığı anlamına gelir. Ki bu veri, Kılıçdaroğlu'nun eleştirisindeki haklılığını ortaya koyar.
Eğer yakalanan her kişi ya da birden fazla kişiler operasyon olarak kayıtlara girdiyse bu durumda da verinin sağlıklı olmadığını anlamak mümkün. Kaldı ki operasyonel çalışmadan kasıt ön hazırlık aşaması bulunan suçla mücadele yöntemidir. Sokakta her yakalanan kişi ya da kişilerin operasyon olarak değerlendirilmesi veriler üzerinden doğruya ulaşılmasına engel olur. Sayıları gerçek anlamından çıkarıp kamuoyunda algı yaratmak amacıyla yüksek göstermeyi suçla mücadelede başarı olarak kabul etmek mümkün değil.
Diğer taraftan aynı açıklamadaki gözaltına alınan şüpheli sayısı ile tutuklanan sayısındaki orantısal veri, ortada tuhaf bir durum olduğunun işareti.
Şöyle ki, kabul edilebilir bilimsel verilere göre, bir suç veya suç örgütü ile mücadelede başarılı olunduğunu ortaya koyan oran, gözaltına alınan şüphelilerin en az yüzde 35 – 40'nın tutuklanmasıdır.
NSMD'nin söz konusu verilerine bakıldığında bu oranın yüzde 8.7'de kaldığı anlaşılıyor.
Tabii burada gözaltına alınan kişi sayısı tekil midir? Aynı kişinin birden fazla gözaltına alınması bu veriye dahil midir? Dolayısıyla operasyonlardaki başarı durumu bu veriler farklı şekilde değerlendirmek mümkün.
Yeri gelmişken operasyonlardaki başarı durumu çerçevesinde İçişleri Bakanı Soylu'nun son dönemde sabaha karşı açıkladığı "Kökünü kurutma" operasyonlarıyla ilgili dikkat çekici veriyi ortaya koyayım.
Mesela Bursa'daki operasyonda gözaltına alınan 132 şüpheliden 102'si, Adana'da 211 şüpheliden 132'si, İstanbul'da yakalanan 367 şüpheliden 293'ü, Mersin'de gözaltına alınan 111 şüpheliden 60'ı tutuklandı. Bu kentlerdeki oranın en az yüzde 50'den fazla olduğu görülüyor.
Buna karşın Ankara'da iki ayrı dosya çerçevesinde 854 şüpheliden sadece 87'sinin, Sakarya'da 100 şüpheliden sadece 4'ünün, Hatay'da yılın dokuz aylık döneminde 846 şüpheliden sadece 93'ünün, Diyarbakır'da yine dokuz ayda 846 şüpheliden sadece 93'ünün tutuklanması dikkati çekiyor. Bu kentlerdeki oran ise yüzde 10 – 15 düzeyinde kalmış.
Emniyet cephesinden bakıldığında, "biz yakalıyoruz ama adliye bırakıyor" mantığıyla suçu yargıya atmak işin kolay yolu. Buna karşın, medyaya yansıyan verilerden anlaşılıyor ki, delillerle sağlamlaştırılan suçla mücadele dosyaların sonuçları daha başarılı.
Görüldüğü üzere; rakamların yüksek tutulması değil, sağlıklı soruşturma yapılması suçla mücadelede daha değerli.
Ama amaç şov amacıyla halk arasındaki deyimle tribüne oynamaksa o zaman işin rengi başka elbette.
Tolga Şardan kimdir?Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus Gazetesi'nde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |