Komplo teorileri, internetle ve özellikle de sosyal medyayla birlikte çok daha yaygınlaştı. Bu türden teorileri (belki "hipotez" de diyebiliriz) bazen alaya alsak da çoğumuz kulak kabartmadan edemeyiz. Bunun nedenleri çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Mesela konuyla ilgili çalışmalarıyla tanınan Alman siyaset bilimci Armin Pfahl-Traughber'e göre; insanların gizli olana kadim merakı, komplo teorisinin hedefi olan "kötüler" karşısında kişinin kendisini "iyiler dünyası"na ait hissederek bir kimlik kazanması ve anlaşılması güç politik olayları basitleştirerek anlaşılır hâle getirmesi bunlardan bazıları.
Fakat bence komplo teorilerinin ilk ortaya çıktığı andan beri asıl etkisini gösterdiği ve en önemli işlevi "kitleleri yönlendirme"dir.
Bu teorilerin ilk kez patlama yaptığı Fransız Devrimi yıllarından itibaren toplumsal gelişimlerin sıradan insanların doğrudan eyleminin sonucu değil de, kötü niyetli gizli yapıların organize ettiği bir tezgâh olduğu savı buna iyi bir örnektir. Bu bakış açısıyla üretilen komplo teorileri, kitleleri kendileriyle yabancılaştırma, ürkütme ve bu korku yoluyla manipüle etme stratejisi için kullanılmıştır.
Gerçi bu işlevin tersyüz olabileceğini de akıldan çıkarmamak gerekir. Noam Chomsky'nin Medya Gerçeği'nde dikkat çektiği gibi ABD'nin kendi kurumlarını eleştirilerden korumak için eleştirilere kolaylıkla "komplo teorisi" yaftasını yapıştırması ve muhaliflerini "çaresiz fanatikler" sayıp saf dışı bırakmaya çalışması buna örnektir. Ayrıca, komploların bir "hipotez" olarak ortaya atılması ve bu nedenle de sınanıp gerekli tedbirleri almaya yönlendirmesi de olasıdır.
Bu nedenle bir komplo teorisi sadece "komplo teorisi" olarak etiketlendiği için zararlı veya önemsiz değildir. Konuya farklı yönlerden bakmak gerekir.
Bu yazıyı bir komplo teorisi analizi yapmak için kaleme almış değilim. İşaret etmek istediğim şey, Türkiye'nin bir iktidar değişikliği eşiğine girdiği bu zamanlarda, AK Parti'nin müstakbel seçimde takınacağı tutuma dair hipotezlerin ne denli yaygınlaştığı ve bunların hepsini birden tek kalemde görmezlikten gelmememiz gerektiği.
Benim gözlemlediğim kadarıyla, AK Parti'nin müstakbel seçimi kaybetme olasılığına binaen iktidarda kalma yollarına dair en az beş farklı komplo hipotezi tedavülde geziyor:
(1) Sınır komşularından birine savaş ilan edilmesi ve seçimlerin ertelenmesi,
(2) 2015'te AK Parti'nin yasama çoğunluğunu kaybettiği 7 Haziran seçimlerinden, yeniden çoğunluğunu elde ettiği 1 Kasım seçimlerine kadarki süreçte yaşanan terör saldırılarına ve kaos ortamına benzer "olağanüstü hâl" veya "seferberlik" koşullarının oluşması ve seçime bu türden bir baskı ortamında girilmesi,
(3) Ekonomik politikalarda, başta faiz yükseltme olmak üzere Türk Lirası'na kısa vadede soluk aldıracak değişikliklere gidilmesi ve yine kısa vadeli makyaj (emeklilikte yaşa takılanlar, öğretmen atamaları, asgari ücret zamları vb. alanlarında kısmi değişiklik gibi) adımlarla rüzgârın terse çevrilmesi,
(4) Afgan, Suriyeli ve diğer göçmenlere verilen vatandaşlık sayısının arttırılması ve bu yolla oy dağılımının değiştirilmesi,
(5) Seçimde hile yapılması ve son seçim kanununu değişikliğiyle göreve getirilen seçim kurulu üyeleri kanalıyla bunun tasdiklenmesi.
Bu savlardan birinin veya birden fazlasının yaşama geçirilme olasılığı yok değil. Fakat elimizde somut bir kanıt olmadığı için bunların her biri birer varsayım olarak kalmaya devam ediyor.
Bu sayılanların dışında da sonsuz sayıda hipotez türetilebilir. Hele ki herkesin kendi gerçeğini inşa ettiği postmodern zamanlarda bu çok daha olası. Fakat AK Parti kurmayları bana bir anayasa hukuku uzmanı olarak (etik kaygılardan azade) fikrimi sormuş olsalardı onlara altı adımdan oluşan şöyle bir yol haritası sunardım:
Birincisi, Anayasa'nın, "bir kişinin en çok iki defa Cumhurbaşkanı seçilebileceği" kuralı hilafına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aday olsun.
İkincisi, YSK'nın bu adaylığı reddetmesi sağlansın.
Üçüncüsü, bu ret kararından "yargı vesayeti", "jüristokrasi" ve "millî irade düşmanları" retoriği ile bir mağduriyet devşirilsin.
Dördüncüsü, adaylıkta ısrar edilsin ve sistem tıpkı 2007'de olduğu gibi açmaza sokulsun.
Beşincisi, tıpkı 2007'de olduğu gibi sorunun çözümü için "anayasa değişikliği" adres gösterilsin ve muhalefetin "güçlendirilmiş parlamenter sistem" önerisine sıcak yaklaşılarak "uzlaşmacı" bir görüntü sunulsun.
Altıncısı, sembolik bir Cumhurbaşkanının olduğu "parlamenter rejime" uzlaşmayla geçilsin. (Söz konusu anayasa değişikliğinin -güya- kişisel ikballe ilgili olmadığını göstermek için temel hak ve özgürlüklerle ilgili kimi makyaj değişiklikler de pakete eklensin.)
Sonuç: Yeni bir beş yıl (2023-2028) için iktidarda kalınsın.
Bu adımları, anılan sonuca ulaştıracak nokta şu:
Mevcut iktidar alaturka başkanlık sisteminden alacağını almıştır. Yeniden parlamenter rejime geçme, iktidarda kalmaya devam ettikçe önemli bir kayıp sayılmayacaktır. Parlamenter rejim, 2002 yılında (yüzde 34 oyla tek başına iktidar olması örneğinde görüldüğü üzere) AK Parti'nin bir defa daha iktidara gelmesini ve Recep Tayyip Erdoğan'ın "başbakan" olmasını sağlar.
Cumhurbaşkanlığından başbakanlık koltuğuna geçmek, (Rusya'da Vladimir Putin - Dmitry Medvedev arasındaki münavebe örneğinde görüldüğü gibi) "attan inip eşeğe binmek" değildir. Mesele bunun nasıl takdim edildiğindedir.
Hatta dahası var. Hâlihazırda yüzde 40'tan fazla oyu olan Cumhur İttifakı'nın koalisyonla da olsa kuracağı hükûmetin ayrıca (Hulusi Akar gibi) ordu kökenli sembolik bir Cumhurbaşkanı seçtirmesi de zor olmaz. Hakeza ihdas edilecek "Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı" gibi makamlara Millet İttifakı'ndan dışlanmış ama tanınan, hatta ayrı partisi olan, kariyerist muhalif isimlerin getirilmesi yoluyla, mevcut yönetime meşruluk kazandırması da mümkündür.
Peki bunları neden yazdım? Benim varsayımıma benzer stratejileri Cumhurbaşkanlığı sarayında düşünen, öneren veya tartışan uzmanlar büyük olasılıkla vardır. 20 yıllık bir iktidarın herhangi bir stratejiden yoksun olduğunu düşünmek safdilliktir.
O hâlde sorulması gereken soru şudur: Acaba muhalefetin bu türden olasılıklara karşı geliştirdiği çok katmanlı stratejileri var mıdır?
Bu komplo hipotezi, bu türden bir sorgulamaya "yönlendirdiği" denli işlevini görecektir.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir doğumludur. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamlamıştır. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi almış; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yapmıştır. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yapmıştır. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.
|