Fransız anayasa hukukçuları arasında dolaşan bir fıkra bence Türkiye için de uygun.
Adamın biri, bir hukuk kitapçısına girer ve sorar: "Anayasa var mı?"
Kitapçı yanıtlar: "Süreli yayınlar satmıyoruz beyefendi!"
Fıkra, Fransız Devrimi'nden itibaren (monarşi anayasaları hariç) beş cumhuriyet anayasası üreten Fransa için gerçekten de manidar. Üstelik, anayasaların devletin sürekliliğini gösteren birer istikrar vesikası olduğu iddiası karşısında ironik de.
Aslında bu ironi dünyanın pek çok yerinde geçerli. Chicago Üniversitesi öğretim üyelerinin dünyadaki tüm anayasaları hesaba katarak yaptıkları bir araştırmaya göre anayasaların hayatta kalma süresi ortalama on dokuz yılmış. Bu sayı, ABD Anayasası hazırlanırken, Thomas Jefferson'un ileri sürdüğü her kuşağın kendi anayasasını yapma hakkı olduğu dolayısıyla on dokuz yılda bir Anayasa'nın sıfırlanması gerektiği savını da akla getirdiğimizde gerçekten ilginç.
Yanlış anlaşılmasın. Amacım anayasal bir "on dokuz mucizesi" üretmek değil. Fakat anayasaların çok uzun yıllar hayatta kalmasının bir mit olabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Zaman değişiyor, eldeki metni yorum yoluyla değiştiren (Almanlar buna "sessiz anayasa değişikliği" der) yargıçlar ve bir hukuk kültürü olmadıkça anayasalar da ayakta kalamıyor.
Bizde de tam olarak on dokuz yılda bir olmasa da, her kuşakta köklü anayasa değişikliklerinin olduğunu, zamanın ruhuna göre farklı bir anayasal gerçekliğin bulunduğunu görüyoruz.
Geleneksel olarak 1921, 1924, 1961, 1982 anayasaları diye sayarız ama aslında bu anayasal dönemlere ruhunu veren öncül metinler göz ardı edilir. Oysa her köklü anayasal değişimden önce, yeni anayasal düzenin habercisi olan bazı metinler görürüz. Bu metinler birer anayasal belge olmasa da, bir bakıma dönemlerinin anayasal "ruhunu" yansıtır.
Türkiye'nin kurucu Anayasası'nın, hatta kuruluş döneminin "ruhu"nu yansıtan metin, sanırım Halkçılık Beyannamesi'dir. 1921 Anayasası'ndan hemen önce, birinci Meclis'teki solcu milletvekillerinin etkisiyle kaleme alınan bu metin, aslında Anayasa taslağındaki ilk dört maddeden türetilmiştir.
1921 Anayasası'nın bir nevi başlangıç kısmı olan bu belge, yeni kurulan Türkiye'nin niteliğini dünyaya duyurmak için müstakil olarak yayımlanmıştır. Beyanname, (günümüz Türkçesine uyarladım) şu şekildedir:
Emperyalist devletlerin, devletimizin ve milletimizin hayatına açıkça kastetmeleri sonucunda haklı savunma için toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdiye kadar çeşitli nedenlerle açıkça ve göstererek ilan ettiği amaç ve öğretisini bir kere daha bütün dünyaya sunmak için bu bildiriyi yayımlamaya gerek görmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî sınırlar içinde hayatını ve bağımsızlığını sağlamak ve hilafet ve saltanat makamını kurtarmak sözüyle oluşmuştur. Dolayısıyla Türkiye halkının hayat ve bağımsızlığını, eşsiz ve kutsal arzu bildiği Türkiye halkını, emperyalizm ve kapitalizmin baskısı ve zulmünden kurtararak irade ve egemenliğinin sahibi kılmakla amacına ulaşmış olacağı görüşündedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayatına ve bağımsızlığına kasten saldıran emperyalist ve kapitalist düşmanlarının saldırısına karşı savunmak ve bu amaca karşı hareket edenleri cezalandırmak kararlılığıyla kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda yetkisi Büyük Millet Meclisinin manevi kişiliğindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın öteden beri karşı karşıya olduğu yoksulluk sebeplerini yeni araçlar ve teşkilat ile kaldırarak yerine refah ve saadet koymayı başlıca hedefi sayar. Dolayısıyla toprak, eğitim, adliye, maliye, iktisat ve vakıf işlerinde ve diğer çalışmalarda toplumsal kardeşlik ve yardımlaşmayı egemen kılarak, halkın ihtiyacına göre yenilikleri ve kurumları oluşturmaya çalışacaktır. Bunun için de siyasal ve toplumsal ilkelerini milletin ruhundan almak ve uygulamada milletin eğilim ve geleneklerini gözetmek düşüncesindedir. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkenin yönetimsel, iktisadi, toplumsal genel gereksinimleriyle ilgili hükümleri arka arkaya araştırmaya ve kanun biçiminde uygulamaya sokmaya başlamıştır. Başarı sadece Allah'tadır. |
1921 Anayasası'nın cılız ve az sayıda hükmüne rağmen o hükümlere anlamını veren felsefesi bu cümlelerde saklıdır.
Halkçılık Beyannamesi, kuruluş ve kurtuluş süreçlerinin felsefesi için önem taşıyan bir metindi. Fakat II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni bir dünya düzeni oluştu. Türkiye de o düzendeki yerini aldı. Fakat, halkçılık beyannamesindeki felsefeden fazla sapılması, yeni bir "karar"ı zorunlu kıldı. Bu yeni karar, değişen koşullara göre başkalaşmıştı.
Demokrat Parti dönemindeki her sorun başlığı için bir antitez üretmek gerekiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi, 1959 yılında geldiğinde, DP baskılarına karşı anayasal çözümlerin haritasını oluşturdu. Bir "İlk Hedefler Beyannamesi" yayımladı.
Yasama'daki baskıya karşı iki meclislilik; yargının etkililiğinin arttırılması için anayasa mahkemesi önerildi. Yürütme'deki kötü deneyimlere karşı özerk kurumlardan bahsedildi. Hocalara dönük baskılara karşı üniversite özerkliği, partizan radyo uygulamalarına karşı TRT'nin özerkliği ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kurumlarının özerkliği hep bu frenleme mantığının ürünüydü.
Ayrıca iktidara karşı asıl frenin örgütlü toplum olacağı düşüncesiyle demokratik toplum hakları (ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, grev hakkı, sendika ve örgütlenme hakları vs.) öngörüldü. Ekonomik krize karşı, dünyada esen "muhteşem otuzlar"ın (1945-1975) rüzgârına da uygun olarak, planlı ekonomi ekseninde sosyal devlet ve sosyal haklar öngörülmüştü.
Bu sosyal demokratik açılımlar 1961 Anayasası'nda da fazlasıyla karşılık buldu.
Ekonomik açıdan kalkınmacı altın yıllar, 1970'lerin ikinci yarısından sonra başkalaştı. Dünya, sonu "Washington Konsensüsü" ile kurulacak yeni ekonomik düzene varacak bir yola girdi. Bu neoliberal yolda, devletin ekonomide küçültülmesi, tarım teşviklerinin azaltılıp yabancı yatırımlara teşviklerin arttırılması, gümrük korumalarının kaldırılması gibi serbest piyasa politikalarında karar kılındı. Bu kararların hazırlayıcısı Turgut Özal'dı. Darbeden sonra uygulayıcısı da o oldu.
Neoliberalizm Türkiye'ye, Naomi Klein'ın "Şok Doktrini" kitabında ustalıkla anlattığı türden bir yöntemle girdi. Darbe -deneklerin, dirençleri kırılsın diye terapi düzeyinin çok üstünde elektrik akımına maruz bırakılıp zihinlerinin yeniden formatlandığı deneylerde olduğu gibi- bir işlev gördü. Toplum, yoğun bir şiddet sarmalından sonra travmatize edilip alıklaştırıldı. Yerine, küresel piyasa aktörlerinin öncülüğünde yeni bir ekonomik model inşa edildi.
24 Ocak kararları da az önce saydığım gibi anlam taşıdı: Ardılı anayasanın nasıl bir mantık getireceğinin habercisi, birer göstergesi oldu.
Yani Türkiye'nin üç anayasal dönemi, arkasında üç farklı karar metni ile anlamını buldu. Halkçılık Beyannamesi, antiemperyalist vurgularıyla bağımsızlığın; İlk Hedefler Beyannamesi örgütlü toplumun ve sosyal hukuk devletinin, 24 Ocak kararları ise tam aksi istikamette neoliberalizmin habercisiydi.
Bugün "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni", bu belgelerdeki gibi, AK Parti'den sonra kurulacak olan yeni anayasal düzenin nasıl tasarlandığının aşağı yukarı haberini veriyor olabilir.
Metnin özellikle yozlaşmaya karşı vurguları, içinde boğulduğumuz çürüme karşısında dikkate değer. Hatta, öncelikle yargı bağımsızlığı olmak üzere medeni haklar alanında çizilen eşik de bir kazanım sayılabilir. Fakat "güçlendirilmiş parlamenterizm" kavramının belirsizliği bir yandan, laikliğin ve kalkınmacı sosyal adalet vurgularının neredeyse yokluğu diğer yandan metni umutvar olmaktan çıkarıyor.
Çünkü metin, bu hâliyle "Erdoğansız bir AK Parti düzeni"nden pek de fazlasını vadedemiyor. Bu nedenle de beklenen enerjiyi getiremiyor.
Bana öyle geliyor ki bunun nedenini, mutabakatta sol vurguların (spesifik sosyal politika tercihlerini laiklikle buluşturacak bir programın) ağırlık kazanmaması oluşturuyor.
Böyle devam ettiği müddetçe belli ki kayıp bir "on dokuz" yıl daha bizi bekliyor.