Altı siyasi partinin (CHP, İYİP, Saadet, DEVA, Gelecek ve DP) hazırladığı "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" mutabakat metni bir törenle yayımlandı. Ukrayna'dan gelen haberler çok yakıcı olduğu için metin, gündemde nispeten ikincil duruma düştü.
CHP'nin 1959'da yayımladığı ve 1961 Anayasası'nın da temelini oluşturan "ilk hedefler beyannamesi" gibi bir işlev göreceğe benzeyen metin, AK Parti sonrası dönemin nasıl tahayyül edildiğini gösterdiği için büyük önem taşıyor.
Mutabakatın olumlu yönleri için pek çok yazar kalem oynattı. Coşkuyla karşılayanlar da oldu, beğenmeyenler de. Bu yazıda metni bir eleştiri süzgecinden geçirmek istiyorum.
Eski bir sözdür: Usul, esası belirler. Bir şeyin içeriği kadar, nasıl hazırlandığı da önemlidir. Metinde bu bakımdan bazı tutarsızlıklar ve eksikler var.
Tutarsızlıktan başlayalım. Metin, AK Parti-MHP bloğunun 2017 yılında hazırladığı anayasa değişiklik paketinin hazırlık sürecine dönük sert eleştirilerle başlıyor. Paketin hazırlanışında "geniş toplum kesimleriyle, siyasi partilerle, sivil toplum kuruluşlarıyla, üniversitelerin anayasa kürsüleriyle ve barolarla müzakere" edilmemesinden yakınılıyor.
Haklı eleştiriler. Gelgelelim kendilerinin bunu yapıp yapmadıkları kuşkulu. Örneğin; üniversitelerin anayasa hukuku kürsüleriyle temas kurdular mı? Demokratik kitle örgütleriyle nasıl iletişime girdiler? Eğer girdilerse geri bildirimler neydi? Bu soruların yanıtı yok.
Altı siyasi partinin bu mutabakat metninin arka planında kendi metinlerinin de olduğu iddia ediliyor. Bu metinler nerede? Keza, hangi siyasi parti hangi noktaları öne çıkardı? Düğümlenen veya ötelenen konular nelerdi? Bu sorular da yanıtsız.
Şeffaflıktan kaçınmamak gerek. Hele ki iktidarı böyle olmadığı için eleştirirken…
Eksiklik açısından ise tabii ki hazırlık sürecinden HDP'nin dışlanmış olması büyük bir boşluk yaratıyor. Bu tercihin doğal sonucu, "Kürt sorunu"na dönük söz söylemekten tamamen kaçınılmış olması. Bu, bir yere kadar anlaşılabilir ama ürkeklik öylesine büyük ki "Kürt" demenin zorunlu olmadığı "azınlık hakları" konusuna hiç, "yerel yönetimler" konusuna gerektiği gibi girilmemiş. Oysa Avrupa Konseyi'nin Özerklik Şartı'na veya uluslararası insan hakları hukukunun azınlıklara getirdiği asgari güvencelere gönderme yapılabilirdi. Dahası özel başlık açılan çevre konusunda dahi bu konuyla kaçınılmaz biçimde ilgili olan ademimerkeziyetçilikten dem vurmamak için bir neden yoktu.
Belli ki bu meselelerdeki ürkeklik, sandığımızdan ve gereğinden de fazla.
Metnin adı "güçlendirilmiş parlamenter sistem" olsa da hükûmet sistemi konusunda da çok az şey söylenilmiş durumda. Net biçimde anlaşılan nokta, yürürlükteki "alaturka başkanlık" yerine "parlamenter sistem"in geleceği. Fakat parlamentarizm, geniş ve çok sayıda alt türü bulunan bir siyasal sistemdir. Bunlardan hangisinin yeğlendiği metinde pek açık değil. Öyle ki Cumhurbaşkanının nasıl seçileceği konusunda bile herhangi bir açıklama getirilmediğini görüyoruz. Öğretide, halk tarafından seçilen ama sembolik yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı (Avusturya, İrlanda, İzlanda) örneklerinin kimi yazarlarca "yarı başkanlık", diğer bazılarınca "parlamenter" sayıldığı bilgisi çerçevesinde bu belirsizlik daha da artıyor. Gerçi metindeki "organ ihtilafı davası", "yeni hükûmet kurulmadan eski hükûmetin düşürülememesi" vb. türden kurallara yapılan göndermeler, Almanya'daki siyasal rejimden ilham alındığı izlenimi uyandırıyor. Fakat belirlemelerin spesifik olmadığı, hatta bunun kasıtlı olarak böyle bırakıldığı açık.
Uzun zamandır beklenen ve başlığı "hükûmet sistemi" olan bir çalışmada daha fazla ayrıntı olmalıydı. Fakat iyi niyeti elden bırakmayalım. "Horozu çok olan köyde sabah geç olur" diyerek bu eksikliği mazur görelim. Hatta bu belirsizliği gidermek için diğer konularda yapılan optimist belirlemeleri de buna destek sayalım.
Fakat o noktalarda da eleştiri şart. Hatta daha çok gerekli.
Metinde derhal göze çarpan bazı konular var. Toplumumuzun geniş kesimlerinin de yakındığı şu konularda bir hassasiyet olduğu göze çarpıyor:
Bu hassasiyetler olumlu ve değerli. Sahiplenmemek olmaz. Ne var ki bu konuda dahi amatör bir yön var. Örneğin liberal hak ve özgürlükler konusundaki liste bile eksiklerle dolu. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin kararlarının yerine getirilmesinden bahsediliyor fakat Avrupa Konseyinin acilen çözüm beklediğini açıkça dile getirdiği anayasal başlıklar zikredilmiyor. Kaynağı anayasada olan mahkûmların oy hakkı (md. 67/5), zorunlu din dersi (md. 24/4), Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tarafgirliği (md. 136), homoseksüellere dönük ayrımcılık (md. 41), vicdani ret hakkı (md. 72) ve cezasızlık sorunlarına (zamanaşımının geriye yürümezliği [md.38/2) veya kolluk soruşturmalarındaki izin şartı [md. 129/son]) ilişkin açık bir gönderme yok.
Böylesi bir metinde bu denli spesifikleştirme gereksiz diye düşünülebilir. Gelgelelim anayasal reform gerektiren alanların neler olduğunun farkında olduklarını gösteren bir tona da rastlayamıyoruz. Bu amatör görüntü, az önce söylediğim üzere, anayasa hukuku uzmanlarına yeterince açık olmamalarıyla ilgili sayılabilir.
Fakat bana göre iki önemli konu var ki metnin asıl eleştiriyi hak eden yönleri bunlar: laiklik ve sosyal adalet konuları.
Metinde laiklik konusunda herhangi bir vurgu yok. "Laik" ifadesi tek bir yerde, o da demokratik hukuk devletinin arasına yerleştirilmiş bir sıfat olarak geçiyor. Dahası, zorunlu din dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığının konumu, cemaatleşme/tarikatlaşma konularında tam bir sessizlik egemen.
Bu eleştiri karşısında "bir uzlaşı metninde her konuya girilmez" diye düşünenler olabilir. Fakat laiklik herhangi bir konu değildir. Diğer bütün alanlarda yapılacak değişikliklerin zeminini oluşturan, temel bir "Aydınlanma" değeridir. Bu zeminden vazgeçtiğinizde inşa etmeye çalıştığınız diğer tüm yapılar çökmeye mahkûm olur. Bu nedenle metinde daha temele ilişkin bir sorun göze çarpıyor.
Metnin ekonomi politikasında takındığı konumu ise çok daha eleştiriye açık. Metin, kesinlikle sosyal adaletçi değil. "Sosyal devlet" ifadesinin tek bir yerde, alelusul biçimde geçmesi bir tarafa; sosyal haklara dönük gerçekçi bir vurgu da bulunmuyor.
Oysa bu konularda derin bir kriz içindeyiz. Halkın gündemi ekonomik. Böyle bir metinden de bu başlıkta bir açılım beklenirdi. Zira ekonomik meseleler anayasal da bir boyut taşır.
Örneğin hâlihazırda Anayasa'da yazılı olan sosyal haklar güya bedelsizdir. Fakat uygulamada kamu hizmetlerinde bedel ödenmesi kanıksatıldı. Parasız eğitim, parasız sağlık, sosyal güvenlik konularında suspus olan metin, bundan rahatsızlık duyulmadığını gösteriyor. Hâl böyle olunca "yeniden inşa" iddiasını getiren bu metinden, gezegenin diğer coğrafyalarındaki sosyal hak gelişmelerini Türkiye'ye taşımalarını beklemek de abes kaçıyor.
Dünyada, anayasal gündeme topraksız köylü hareketinin (Brezilya) taşıdığı biçimiyle "besin hakkı", Cochabamba su savaşlarının (Bolivya) taşıdığı biçimiyle "su hakkı" gibi yeni sosyal hakların ele alınmasını bu öznelerden beklemek tabii ki abes. Zaten eldeki sosyal hakları dahi etkili biçimde sahiplenen bir tutumları yok. Fakat göstermelik de olsa bazı göndermeler olacağını sanmıştık. Yanılmışız.
Belli ki, metni kaleme alanların konsantre oldukları konuların bu gündemlerle hiçbir alakası bulunmuyor. Türkiye'de yükselen bir sınıf hareketinin gündemine ilgilerinin olmadığı da açıkça anlaşılıyor. Oysa "memurların grev hakkı" önemli bir anayasal sorun. Yürütme erkinin bir süredir vites arttırarak uyguladığı "grev erteleme" kararları veya 12 Eylül'den beri tartışılagelen "politik grev yasağı" konuları da öyle.
Bu konuları geçiştiren metin, ekonomik alanda tamamen sessiz değil. "Merkez bankasının bağımsızlığı" gibi neoliberal "anayasal iktisat" ekolünün, hayli tartışmalı savlarını Anayasa'ya taşımaktan istencinden geri durmuyor. Böyle olunca da aslında konuyla ilgili rengini de belli etmiş oluyor.
Sonuç itibarıyla geçmişte Sivas katliamı, Susurluk, Gezi Parkı, Uludere, IŞID saldırıları gibi süreçlerde belediye başkanlığı, bakanlık veya başbakanlık yapmış sağ kanat siyasilerin belirleyici olduğu bu metin, kendi içinde anlamlı bir yere oturuyor. Mutabakat, sağ kanat muhalefet partilerinin milliyetçi/katı muhafazakârlıktan liberal/ılımlı muhafazakârlığa doğru kaydığını veya kaymaya hazır olduklarını gösteriyor. Onlar açısından bu değişimin bir karşılığı olsa gerek.
Sola gelince... Mutabakat metninde soldan kaynaklı bir vurgu ve iddia ben göremedim. Cumhuriyet Halk Partisi bu sürece önderlik ettiği için ille de göreni veya duyanı vardır. Bizimle ve kamuoyuyla paylaşırlarsa memnun ve öğrenmiş oluruz.