Türkiye'de seçimler fırsat eşitliği koşullarında yapılmıyor. Örneğin, devlet yardımından yararlanmada, kitle haberleşme araçlarına erişimde veya kamusal kaynakları kullanmada iktidardakilerin lehine bir durum söz konusu. Anayasa ve ilgili mevzuat güya bu konuda eşitliği sağlayacak hükümler getiriyor. Fakat bunların etkili olmadığı hepimizin malumu.
Bu bağlamda son zamanlardaki önemli tartışma başlıklarından birisi de kamu görevlilerinin milletvekili adayı olmak için görevden çekilmesiyle ilgili. Tartışmanın kilit noktası "kamu görevlisi" kavramının "geniş" anlamda mı yoksa "dar" anlamda mı ele alınacağıdır. Bazıları, fırsat eşitliğini gözeterek bakanların da kamu görevlisi olduğunu, dolayısıyla görevden çekilmesi gerektiğini savunuyor. Diğer bazıları ise kamu görevlisi kavramını dar yorumluyor ve (Anayasa altı) mevzuat hükümlerini arka arkaya sıralayarak çekilmeyi zorunlu saymıyor.
Acaba hangisi doğru? Bu soruya döneceğim. Fakat bundan önce bu kurumun kısa tarihi hakkında bilgi vermek, tartışmalar sürerken not düşmek istiyorum.
Türkiye'de milletvekili adayı olan kamu görevlilerinin görevden çekilmesi, Cumhuriyet'le birlikte gündemimize girmiş bir konudur. Nitekim Osmanlı'da bu konuda ayrıntılı bir mevzuatla karşılaşılmaz. Kanun-ı Esasi'de ve dönemin mevzuatında milletvekili olmak için görevden çekilme koşulu yoktu. O gün için temel kural, memuriyet ile mebusluk sıfatlarının birleşemeyeceğiydi. Yani bir memur mebus seçilirse, bu iki statüden birini seçmek zorundaydı. Mevzuatta daha fazlası düzenlenmemişti.
Bu konudaki ilk spesifik kuralın 1923'te getirildiğini görürüz. Bu konuda düzenleme yapma gereği, bir memurun görev yaptığı yerde milletvekili adayı olmasının memurluktan kaynaklanan yetkilerini kötüye kullanma olasılığıydı. Cumhuriyet'in kurucu kadroları, bu riski gidermek amacıyla; görev yerinde milletvekili adayı olmayı, (i) ordu mensupları için mutlak biçimde yasaklamış, (ii) öğretmenler hariç "merkezden atanan tüm memurlar, hâkimler, savcılar, müftüler ve belediye başkanları" için istifa etme koşuluna bağlamıştı.
Bu süreçte, 1942'de ordu mensuplarına da istifa üzerine görev yerinden aday olma olanağı tanındığını; 1950'de çıkarılan mevzuatla bu konudaki hükümlerin ayrıntılı kılındığını görürüz. Fakat 1924 Anayasası döneminde bakanlarla ilgili herhangi bir istifa zorunluluğu getirilmemiştir.
1924 Anayasası döneminde memurların (istifa etmedikçe) milletvekilliği adaylığına engel olma eğilimi, 27 Mayıs'tan sonra tersine dönmüştür. Büyük olasılıkla CHP'ye yakın bürokrasi kadrolarının siyasete dâhil olmasını kolaylaştırmak için 1961 Anayasası'na konan hüküm (md. 68/4-5) şöyleydi:
"Aday olmak, memurluktan çekilme şartına bağlanamaz. Seçim güvenliği bakımından hangi memurların ne gibi şartlarla aday olabilecekleri kanunla düzenlenir.
Hâkimler ile subay, askerî memur ve astsubaylar, mesleklerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve seçilemezler."
Adaylık için istifayı gerekli olmaktan çıkartma eğilimini yansıtan bu hükmün gerekçesi ise şu şekilde yazılmıştı:
"Memurların aday olmalarını yok eden hükümleri önlemek ve parlamento hayatımızda Devlet hizmetlerinde edinilen tecrübelerin yer alabilmesini sağlamak için, bunların memurluktan mutlak olarak istifa mecburiyeti Anayasa ile önlenmiştir. Ancak muayyen memuriyet vazifeleri, seçmenler üzerinde müessir olabileceğinden kanunla bu haller için hükümler konulması caiz görülmüştür."
Dikkat edilirse bu yeni serbesti rejiminde dahi kamu gücünün istismar edilme olasılığı akılda tutulmuş ve bu nedenle istifa yasağı mutlak sayılmamıştır. Nitekim o dönemin mevzuatında da hâkim, savcı ve maddede sayılan askeri personel için ise adaylık, istifa etme koşuluna bağlanmış, dahası görev yaptıkları yerden aday olacak memurlar için ise istifa zorunlu sayılmıştır. Yani mantık yine aynıdır: Kamu gücü kullanan kişi, seçmenlere etki edebileceği bir yerde aday olursa görevinden çekilmelidir. Zira seçim güvenliği ve fırsat eşitliği bunu gerektirir.
Fakat bu dönemde de bakanlar, siyasetle doğrudan ilişkili olmaları mantığından hareketle istifa etmesi gerekenler arasında sayılmamıştır.
12 Eylül'den sonra bu konu bir kez daha tartışma konusu olmuştu. 1982 Anayasası taslağında konu çok daha kategorik bir formülle düzenlenmişti:
"Kamu hizmeti görevlilerinin ne gibi şartlarla milletvekili adayı olabilecekleri, kanunla düzenlenir. Hâkimler, subay, askerî memur ve astsubaylar ile kolluk görevlileri, mesleklerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve seçilemezler."
Bu hükmün gerekçesi ise şöyleydi:
"Kamu hizmetlerinde görev alanların Milletvekili seçilme şartlarının düzenlenmesinin kanuna bırakılması uygun görülmüştür. Ancak Hâkimler, Subaylar, Askerî memur ve astsubaylar ile kolluk görevlilerinin mesleklerinden çekilmedikçe aday olmaları uygun görülmemiştir. Zira 1961 - 1980 arası uygulamalarda bu nitelikteki kamu hizmetlilerinin önemli görevler gördükleri bu nedenle bir siyasî partiden veya serbestçe aday olmaları mesleklerinden çekilmelerine bağlanması uygun görülmüştür."
Taslak, Danışma Meclisine geldiğinde, bazı üyeler bu öneriye itiraz etmişti. Bu üyelere göre; ordu mensuplarına dönük istifa zorunluluğunda sorun yoktu fakat hâkimlerin ve kolluk görevlilerinin Anayasa'da özel olarak zikredilmesi sorunluydu. Zira bu statüdekilerin, görev yaptıkları yerde aday olmayacaklarsa istifa etmelerinde sorun yoktu.
Anayasa Komisyonu, bu itirazları dikkate alarak maddeyi yeniden kaleme almıştı. Maddedeki "subay, askerî memur ve astsubaylar" ifadesi "Silahlı Kuvvetler mensupları" diye derli toplu hâle getirildi ve "kolluk görevlileri" ifadesi, itirazlara uyularak hükümden çıkarıldı. Fakat hâkimlerin siyasete karışmasının uygunsuz olacağı düşüncesiyle hâkimlere dönük istisna hükümde bırakılmıştı.
Ne var ki Danışma Meclisi'nin kabul ettiği metin, 12 Eylül Darbesi'ni yapan Millî Güvenlik Konseyi üyelerince benimsendi. Konsey'in Anayasa Komisyonu bugün de yürürlükte olan şu hükmü (genişletmeyi neden yaptığını da ortaya koymadan) önerdi ve bu öneri oy birliğiyle kabul edildi.
"Hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri ve Silahlı Kuvvetler mensupları, görevlerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve milletvekili seçilemezler."
Bu hükümdeki genişleme büyük olasılıkla, kamu görevlilerini depolitize etme eğiliminin ürünüydü. Fakat yine de bu, kamu gücünün kötüye kullanılmasına karşı bir anlam taşımaktaydı. Millî Güvenlik Konseyi, bu hükmü, Anayasa tasarısında olmayan bir başka maddeyle (md. 114) de desteklemişti. Buna göre TBMM genel seçimlerinden önce Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanlarının çekilmesi ve bu bakanlıklara bağımsızların atanması gerekiyordu.
2017 yılında yapılan değişiklikle ise yepyeni bir hükûmet sistemine geçildi. Bu değişiklik sırasında adalet, içişleri ve ulaştırma bakanlarının çekilmesini zorunlu kılan hüküm de kaldırıldı.
Buraya kadar yazılanlardan çıkarılacak üç temel sonuç var:
(1) Yargı mensuplarının saygınlığını korumak ve ordu mensuplarının siyasetten uzak durmasını sağlamak amacıyla bu statülere özel olarak istifa gerekliliği, Cumhuriyet tarihi boyunca hassasiyetle vurgulanmıştır.
(2) Kamu gücü kullanan kişilerin yetkilerini kötüye kullanabilecekleri düşünülmüş, en azından yetkili oldukları yerlerde aday olmaları istifa koşuluna bağlanmıştır.
(3) Aktif olarak siyaset yapan bakanlar "kamu görevlisi" kavramı içinde görülmemiş fakat onların dahi seçim güvenliğine etki edebileceği denli görevden çekilmeleri zorunlu sayılabilmiştir.
Şimdi gelelim başta sorduğumuz soruya. Acaba milletvekili adayı olan bakanların istifa etmesi gerekli mi?
2017'den önce olsaydık bu sorunun yanıtı olumsuzdu. Zira Anayasa, kamu görevlilerine dönük kategorik olarak istifa zorunluluğu getiriyordu ama bazı bakanları ise özel olarak sayarak aslında tüm bakanların değil seçimlere etki edebilecek bakanlar için çekilmeyi zorunlu kılıyordu. Başka bir deyişle bazı bakanların özel olarak sayılması, sayılmayan bakanların "kamu görevlisi" olarak görülmediğini gösteriyordu. Tüm mevzuat da buna göre tasarlanmıştı.
Ne var ki "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi"ne geçilmesiyle birlikte radikal bir kopuş yaşandı. Başbakan ve bakanların eşitliği esasına dayalı Bakanlar Kurulu ortadan kalktı. Tüm kararlar, bir nevi üst düzey yönetici niteliğinde bakanların hiyerarşik amiri olan Cumhurbaşkanı tarafından tek başına alınabilir hâle getirildi. Yani yeni düzende bakanlar, hukuken siyasal olmayan bir statüye dönüştürüldü. Dolayısıyla mevcut düzende bakanlar "kamu görevlisi" statüsü içinde sayılabilir hâle geldi. (Hattâ, görevden çekilmesi gereken bakanlara 2017'den sonra yer verilmemesi de bu mantığın tutarlı bir sonucu sayılmalıdır.) Ne var ki eski mevzuat bu yeni duruma uyarlanmadı. Başka bir deyişle Anayasa altı mevzuat, (güncellenmediği için) ihmal yoluyla Anayasa'ya aykırı hâle geldi.
Sonuç itibarıyla, bugün Anayasa'daki "kamu görevlisi" kavramını, anayasa altı mevzuata bakılarak açıklamak mümkün değildir.
Yine sonuç itibarıyla, ilgili kanun hükümleri ne derse desin Anayasa'nın mevcut sistematiği uyarınca milletvekili olmak isteyen bakanların istifa etmesi gerekir. Bu sadece Anayasa'nın yeni sistematiğinin değil, seçim güvenliği ve fırsat eşitliği ilkelerinin de bir gereğidir.
Bu bağlamda yeri gelmişken bir diğer soruna dikkat çekmek gerekiyor. Şu anda tartışmanın odağı bakanlar olsa da aslında bu konuda bir başka sorun daha var. Milletvekili Seçim Kanunu'na (md. 18) 1995'te eklenen hükümlere göre, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri seçimlerde milletvekili adayı olmak isterlerse görevlerinden ayrılmak zorundalar.
Bu kişiler kamu görevlisi değildir. Anayasa'da açıkça sayılan mesleklerden de değildir. Buna rağmen görevden ayrılmak zorunda bırakılmaları Anayasa'ya aykırıdır. Milletvekili olmak isteyen bakanların bile istifasının zorunlu sayılmadığı yerde bu kişilerin görevden çekilmeye zorlanmaları anlaşılır olmaktan uzaktır.
Tolga Şirin kimdir? Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |